Çocuklar anne babaya ahir ömürlerinde neden sahip çıkmazlar?
Bazı tuzu kuruların sağlık açısından hiçbir sakıncası olmamasına rağmen ağrı çekmemek, zahmete katlanmamak adına özellikle sezeryanla çocuk doğurmayı tercih ettiklerini duyarız. İşte o zaman kafamda şöyle bir şey belirir; ‘Sancı çekmeden doğuran anne ile büyük bir meşakkatle bebeğini dünyaya getiren annenin çocuğuna bakışlarının farklı olacağı’ kanaati hasıl olur.
İlki bırakılan miras gibidir, har vurup harman savursan da koymaz.
İkincisi el emeği, göz nuruyla kazanılan kazanç gibidir, her katresinde kıymet vardır.
En büyük sermayemiz olan evlatlarımızı doğurup, dünyaya atmakla anne baba olunamayacağını bilmemiz gerek. Çocuklarımıza vereceğimiz şeyler onun körpe belleğine işlediğimiz şeylerin değeri ve ölçüsünce olacaktır.
Sözde uygar toplumun getirdiği bir sürü gerekli görülen gereksizleri bahane gösterip kültürlü çocuk telaşıyla kültür erozyonuna uğratılmış küçük beyinlerin
Anne şefkati verilmeden kalbi duygulardan uzak, maneviyatsız, robotvari, ruhsuz nesiller yetiştirmek zaten en büyük handikap olacaktır bizler için.
Kaybetme kaygısı taşımadan, elini her uzattığında bulamama endişesi yaşamayan doyumsuz bir nesil, ne sahip olduklarını sahiplenmeyi bilir ne de elindeki değerlerin değerini…
Mevcut şeylere bırak şükretmeyi, şükretme duygusuna bile şükür gerektiğini bilemeyen, külfetsiz keyfi yaşamanın hazından, insani - vicdani tüm duyguları firarda bir neslin müsebbibi olmak istemiyorsak, bir sevdanın bile vuslat özlemi yaşanmadan anlam kazanmayacağını, her şeye isyan edip şikayetci olmak yerine, yaşanan acıların bile olgunluk vereceğini ve kişiliğimizi güçlendireceğini öğretmemiz gerekir.
Özgüven kisveti altında çocuğu önü alınamayan “içine cin kaçmış” bir yaratık haline getiriyoruz. Kendini herkesten üstün gören, kariyer için yaptığı her şeyin doğruluğuna inanan, ve sonunda asrın en amansız hastalığı olan yalnızlıkla başbaşa kalıp, şizofreni, kafayı sıyıran ama sözde kariyerli bir nesil yetiştirmenin bedelini yine biz Anne-Babalar ödeyecektir.
Şöyle ki; zamanın zaruretinden ya da nadirde olsa bazı annelerin yaptığı gibi başından savmak adına günün erken saatlerinde annenin sıcak sinesinden koparılıp, bakıcı anneye (paralı anneye) , verilen para ölçüsünde insaf ve insiyatifine itilen yavrularımızın, bir nevi açık çocuk hapishanesi olan kreşlerde bedeni doyurulup, ruhu aç bırakılan, akşamları geldiğinde annesinin yorgunluk bahanesiyle sinesine bastırmadığı, şefkat ile doyuramadığı, merhametten ve sevgiden uzak bir ruh haliyle büyüyen çocuklar, anne baba olduklarında, yaşlılar yurdunu anne-babaları için bırakılmaları gereken bir kreş olarak gören bencil, egoist bir nesil yetiştirdiğimizin bilincine varıldığında iş işten çoktan geçmiş olabilir!
Maneviyatsız, materyalist, utanmaktan utanan bir neslin müsebbibi olmak istemiyorsak çocuğun körpe belleğine verilen her şeyin taşa kazılan yazı gibi kalıcı olduğunu bilmemiz gerek…
Şükür, sabır, sebat, saygı, sevgi, sadakat, kanaat, merhamet, ALLAH ve vatan sevgisi gibi ruhun gıdası olan ve parasız öğrenilen ama paha biçilemeyen bu değerleri o zarif ruhlarına nakşedebilirsek, çocuğumuzdan önce kendi geleceğimizi kurtarmış olacağız…
Saygımla…
Şükrü AKTAŞ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.