- 652 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
DİPÇİK GÖLGESİ
Ulusal Eğitim Derneğindeki panelde, Av. Esin Özbey, “Müftülüklere verilen nikah yetkisi ne getirir ne götürür?” konusunda açıklamalarda bulundu. Mecliste kabul edilen bu değişikliğin ilk olmadığını, 1972’de ve 1976’da da ilgili yasada değişiklikler yapıldığını belirtti ve örnekler verdi. Özellikle, “Müftülüklerin şimdiye dek hep din hizmetleriyle, ölüm ve ölümden sonraki manevi alemle ilgilendikleri, dünya işlerine karışmadıkları; bu yeni değişiklikle dünya işleriyle de ilgilenmelerinin yolunun açıldığı,” açıklaması dikkatimi çekti. Ben de, “Din adamlarının dünya işlerine müdahale etmesi” gerektiğini düşünenlerdenim; ama çağdaş, aydın din adamlarından söz ediyorum. Özellikle, insanların uğradığı haksızlık karşısında çaresiz kaldığı, bütün hukuk yollarının tükendiği “seni/sizi Allah’a havale ediyorum!” demekten başka çare bulamadığı durumlarda bu müdahalenin şart olduğunu düşünüyorum. Geçtiğimiz yıllarda fırtınalar estiren, sonradan kumpas olduğu anlaşılan Ergenekon davasında bir mahkumun maruz bırakıldığı çaresizliği gördüğümde düşünmüştüm bunu ve 12 Ekim 2012’de “Dipçik Gölgesinde Dua” başlıklı bir yazı yazmıştım. Esin Özbey’i dinlerken o olayı ve yazıyı yeniden anımsadım. Düşünün, bir mahkum, annesinin, babasının, oğlunun veya kızının cenazesine getiriliyor. Elleri kelepçeli, arkasında üç beş silahlı polis, jandarma!.. Cenaze bu polis ve jandarma dipçiklerinin gölgesinde defnediliyor. Din adamlarımız bu şartlarda Kur’an okuyor, dualar ediyor! Dipçik gölgesinde Kur’an okunur mu? Dua edilir mi? İşte o an din adamlarımızdan, “Ben dipçik gölgesinde Kur’an okumam, bu caiz değildir, şöyle biraz uzaklaşın!” demesini bekledim. Din adamlarının dünya işlerine karışmasını gerekli görmem bundandır. Yalnız bu değil; devletin en yetkili organlarının, kişilerinin yanlış uygulamaları, mağdur edilenlerin çaresizliği karşısında da din adamlarımız sesini yükseltmeli, “Bu yaptığınız dinimize aykırıdır, günahtır” demelidir. Bu güne dek böyle bir davranış, müdahale görmedik. Maraş’ın kurtuluşunda, “Kalede Fransız bayrağı dalgalanıyorken benim Cuma namazı kıldırmam caiz değildir” diyen o bilge imam, belki de bunun ilk ve son örneğidir. O imamı her zaman rahmetle, saygıyla anarım. Aşağıda bir paragrafını sunduğum 12 Ekim 2012 tarihli yazıda da bu konuya değinmiştim: “Zaman zaman cenaze namazlarına ve defin topluluklarına katılırım. Orada bir yandan cenaze yakınlarının acısını paylaşmaya çalışırken bir yandan da din görevlilerinin dua ve telkinlerini dinlerim. Dualar arasına sıkıştırılan sırat köprüsü, cehennem çukuru, cehennem azabı gibi sözler ardı ardına sıralanır; bizlerin bu kötülüklerden korunmamız, muaf tutulmamız için dualar edilir. Bu dualar arasında en çok da, “cehennem çukuruna düşenlerden eyleme yarabbi!” sözü dikkatimi çeker ve o anda benim de gözümde bir cehennem manzarası canlanır. Hep düşünürüm; benim, senin, onun cehennem çukuruna düşmemizi dert edinen bu din adamaları, insanları bu dünyadaki çukurlardan niçin sakınmazlar, korumazlar? Dinden, imandan, merhametten, insan sevgisinden, anneye, babaya saygıdan söz ederler de, bütün bunlar gözlerinin önünde ihlal edilince niçin ses çıkarmazlar? “Bu yaptığınız ayıptır, günahtır, dinimize aykırıdır” demezler?” İşte, din adamlarının dünya işlerine müdahale etmesi gerektiğini düşünmem bundandır.
Doğan Soydan/ 22 Ekim 2017
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.