- 893 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
EGE’DE BAĞ BOZUMU
EGE BÖLGESİNDE ÜZÜM BAĞLARI
Öykü: Mustafa Toga
Üzüm bağları... gözünüzün alabildiğince üzüm bağları. Kuş bakışı bakıyoruz, ova yem yeşil. Yüz kilometreden fazla yol aldık, Nerdeyse İzmir’e yaklaştık hâlâ sağlı sollu üzüm bağları. Bağ bozumu daha Eğe’de başlamamış ama eli kulağında.
Yaprakların arasında sarı sarı Sultaniye üzümleri gözüküyor. Çekirdeksiz iri iri baş parmak büyüklüğünde boğum boğum. Her bir salkım en az 2-2,5 kilo. Artık iş taze üzümlükten çıkmış bunlar kesilip kurutulacaklar, üzüm işletmelerinde paketlenecekler. Gökköy’ü geçtik Turgutlu’ya doğru yol alıyoruz. Otabanın kenarında tek tük satıcı tezgahları. Tarlanın başına plaj şemsiyesini dikmiş, kırık dökük tahta bir sandalyede oturuyor amcanın biri. Güneş tepeden vurduğu için gölge sıfır noktada. Rafta dört beş plastik kasa duruyor. Masanın üzerinde bir terazi yanında yarım, bir ve iki kiloluk gramlar. Üç dört tane de taş.
SARI SALKIM ÜZÜMLER
“Dur da! Şuradan biraz üzüm alalım” dedi hanım. Çekiyorum arabayı yolun kenarına. “Kilosu kaç lira”
“1.80 kuruş”
“Çok pahalı. Az ilerde 1.50 li ye veriyorlar.” Külliyen yalan. Çünkü direk burada durduk, hanım ağız yapıyor.
“Yok abla, vallaha kurtarmaz”
“Sermayesi kaç kuruş. Hal den satın alıp getirmedin ya. Kendi tarlandan kesmişsin, satıyorsun. Hem çok alacağım çok..!”
“Çok mu? Çok ha!” Şöyle bir yutkundu, herhalde içinden kurtarır, bu müşteriyi kaçırmıyayım dedi. Bize doğru bir kaç adım yaklaştı, adamın sakalı kırçıllamış. Ellisinde var yok ama feleğin sillesini yemiş görünüyor. Nasırlı elleriyle tahta kasadan iri bir salkım üzüm aldı, kaldırdı. “Şundaki güzelliği bak abla. Kaç kilo tartayım?”
“Dört kilo yeter.”
Teraziye demir iki kiloluk ve taşlardan birini koydu. Demek ki fazla alan olursa elindeki kilolar yetmiyor, kilo yerine taşları kullanıyor.
Terazinin üzümden tarafı aşağı çöktü. “Bak, fazla fazla veriyorum.”
“Sağol” dedi hanım. Cüzdanından altı lira çıkartıp uzattı. “Al paranı, hayrını gör.”
Bu arada ben söze karıştım. “Nasıl beyim? Bu sene bereketli mi mahsul?”
“Şükür...Hamdolsun. Nereye böyle yolculuk?”
“Kuşadası’na, yazlığa”
“Havalar sıcak denize girersiniz. Kendime çay yapmıştım siz de ister misiniz?”
“Evet” dedim.
Başımıza iş çıkarma der gibi ters ters baktı hanım. Bir defa ağzımdan ‘Evet’ çıkmıştı.
“Buralı değilsiniz herhal”
Güldüm; “Laleler ülkesinden geliyoruz ama bize de Almancı diyorlar”
“Anlamalıydım zaten. Arabanız Türk plakalı ama hareketlerinizde biraz yabancılık var. Adım Hasan. “Ben de Almanya’da kaldım. Düsseldorf’da.”
AKREP YAPMAZ AKRABANIN YAPTIĞINI
“Çok mu oldu kesin dönüş yapalı?”
“2010 yılında. Ara sıra keşke dönmeseydim diyorum, burada belimi kırdılar.”
Adam doluydu. Konuşmak istiyordu, içini dökmek istiyordu. Belli ki Anavatan da birileri buna madik atmıştı.
Derin bir of çekti. “Akrep yapmaz akrabanın yaptığını” dedi.
“Ne oldu?” dedim.
Çoluk çocuk Almanya’da 30 yıl çalıştık. Malumunuz Avrupa’da artık hayat kalmadı. O eski bolluk bereket yok. Biriktirdiklerimizle köyün bitişiğinde 82 dönüm tarla satın aldık. İçine küçükte olsa bir çiftlik yaptırdık. Devlet kredisiyle 10 tane de inek satın aldık. Planım Türkiye’ye dönünce hayvancılık yapmaktı. İşin başına da küçük kayınçoyu koydum. Tabii hayvanlara bir bakıcı lazım. On yıl kadar önce Güney Doğu Anadolu’dan göçüp Eğe’ye yerleşen bir ailenin oğlunu çoban tuttuk. İlk yıllar işler iyi gidiyordu. Başladı ineklerin sütü azalmaya. Günlük 32 kilo süt veren Holstein’ler 7 kilo ya düştü. Çiftliğin masrafı ise her gün artmakta. Son altı aydır ise nedense elektrik faturası dörde katlandı. Almanya’dan telefon ediyorum “Ne oluyor?” diye. Herkes kendini haklı çıkaracak bir şeyler söylüyor. Baktım olmayacak kendi kendime “Zararın neresinden dönülürse kardır” dedim. Çiftliği kapatmaya karar verdim. Bakıcıyı aradım “Kardeşim durumu görüyorsun başıyın çaresine bak...!” dedim.
“Peki” dedi, hesabını kestik. Helallaştık. Evini yükledi. Turgutlu’da ki babasının yanına gitti.
İnekleri sattık, ufak tefek borçları kapattık. Çiftlik köyün dışında, bir bekçi lazım yoksa bir gece gelip ne var ne yok alıp götürürler. Ovada hırsız cirit atıyor.
ALMANCININ ÇİFTLİĞİNİ JANDARMA BASTI
Köyümüzde, dışardan amele olarak gelmiş bir aile var. Gittim yanlarına, “Bak oğlum Sıraç” dedim. Benim çiftlik evinde kira vermeden otur. 90 lira ya kadar elektrik faturanı da ben ödeyeyim ama fazlası senin cebinden çıkar. Sana Tarım Sigortası da yaptırayım. SSK ya üç aydan üç aya primlerini de ben ödeyeyim. İki tane köpek var onlara göz kulak ol!. Ayda bir çuval yani 50 kilo un da alıp vereceğim. Fakat para mara veremen, görüyorsun burayı kapattık. Beş kuruş bir yerden gelirimiz yok. Sende köylüler gibi tarlalara çalışmaya git, bağ budamaya git, yaprak topla, sat geçimini sağla dedim.
“Tamam abi. Allah razı olsun, sefillikten kurtardın” dedi. Geldi eve yerleşti.
Aradan dokuz ay geçti. Herhalde kasım ayıyıdı Türkiye’den bir telefon geldi. Baktım çiftliğin bekçisi Sıraç. “Hayrola!” dedim.
“Çiftliğe jandarma geldi. Kimin olduğunu sordu. Burda çalışıp çalışmadığımı sordu. Önceki çobanı tanıyıp tanımadığı mı sordu” dedi.
Kayınçoyu aradım. “Hiç sorma enişte..!” dedi. Çoban seni mahkemeye vermiş “Beni sigortasız çalıştırdı” diye.
“O işlerle sen ilgilenmiyor muydun, Erhan?” dedim.
“İyi de enişte, köyde hiç bir çobanın sigortası yok. Hem girerken sigorta istiyor musun diye ağzını aradım. İstemem ağam dedi. Benim yeşil kartım (Türkiye’de malı mülkü, işi gücü olmayan fakirlere verilen saglık karnesi) var. Sigortaya ödeyeceğiniz primin yarısını bana verin yeter, çocuklarım var, ben para biriktireceğim dedi. Bundan dolayı bende bu güne kadar hep böyle ödeme yaptım.”
“Sende hiç akıl yok mu? Devletten gizli iş yapılır mı? Kanunsuz iş olur mu? Başımızı belaya mı sokacaksın” dedim.
“Sen mahkemeye bir dilekçe yaz. Ne var ne yok hepsini anlat” enişte dedi.
Başladım kara kara düşünmeye..!
ADALET MÜLKÜN TEMELİ
Gözüm kasanın içinde ki sarı, parmak gibi üzümlerde. Çaktırmadan bir çıngıl üzüm kopartıyorum. Şansa bak üzerinde üç tanecik var. Atıyorum ağzıma bir tanesi. Bal mı, şerbet mi anlayama sınız.
Adam ceplerini karıştırmaya başladı. Buruşmuş bir kâğıt çıkartıp bana uzattı.
‘Asliye Hukuk ve İş Mahkemesi Başkanlığına’ yazıyordu.
30 yıldır yurtdışında yaşadım. Bu zaman içerisinde çalışıp kazandıklarımla köyümde hayvan damı yaptırdım. Yurtdışından dönünce elimizin altında bir işimiz olsun diye.
2001 yılında 10 tane Holstein ineği satın aldım. Bu hayvanlara bakması için bir çoban tuttum. İşe girerken benden sigorta falan talep etmedi. Efendim, yurtdışında olduğum için mevzuatları bilmiyordum yoksa sigortasını yaptırırdım.
Köyde herkesin inekleri var, çobanları var. Hiç kimse sigorta yaptırmadığı için bana ne. Muhtar ne de bir başkası sigorta dan filan bahsetmedi. Sadece koyunlarda 300, büyük baş hayvancılıkta 100 baş sığırdan az olan işletmelerin vergiden muaf olduğunu söylediler. Sütten stopaj vergisi kesildiği için defter tutma mecburiyeti yokmuş.
Genellikle İç Anadoludan, Doğu Anadoludan gelen mevsimlik işçilerin ve ya çobanların hastane, doktor için yeşil kartları var. İşe başlarken, ‘Sığır bakıcısı Tarık Fırıldak’ta sigorta istiyorum’ demedi. (adamda ki soy isme bak!) Zaten ben işlerin başında yokum, Almanya’dayım. Hatta çiftliğe, hayvanlara iyi baksın diye köyde herkes 350 tl aylık verirken ben 450 tl maaş bağladım. İstersen banka dekontlarını gösterebilirim.
İlk bir iki sene her şey yolunda gitti, son dönem hayvanlara bakmaz oldu. İnanır mısın 7 tane inek ölmüş öyle dediler. Günlük süt dersen 7-8 kiloya düşmüş. Ne zaman ki bay Fırıldak çiftliğin elektriğini şahsına kullanıp elektrik faturası 100 tl den 600 tl ye çıkınca, Mart 2006 tarihinde işine son verdim.
KUYRUĞUNU KISTIRIP GİTTİ
Şuçunu bildiği için herhangi bir itirazda bulunmadı. Sonradan duydum ki Tarık Fırıldak, «İlçede, elektrikçi Süleyman ustaya benim adımı vererek çoban evine şohben taktırmış. Kuvvetli elektrik panosu ve kablo çektirmiş. Tüm kış boyu elektrik sobası yakıp, kovada elektrikle su ısıtmış. Ocak ayında dükkanına uğradığımda Süleyman usta benden 375 tl çoban evine kullandığı malzemelerin ve de işçilik parasını aldı.
Aradan dokuz ay geçtikten sonra «Sigortasız» çalıştırdı diye şikayet etmiş, mahkemeye baş vurmuş. Neden dokuz ay beklemiş? Hala anlamış değilim. Tabii ben yurtdışında ikamet ettiğim için konuya direk müdahale edemiyorum. Davayı takip etmesi için aşağıda açık adresi yazılı olan avukatı vekil tayin ettim. « Yukarıda yazdığım mazuriyetlerimin göz önüne alınmasını rica eder saygılar sunarım » Dedim.
Okuduktan sonra kağıdı dörte katladım, geri uzattım. «Peki, bu dilekçeye hakim ne ?» dedi.
« Hiç bir şey.. ! » Bu dilekçeyi gönderdikten sonra benim adıma avukat davalara girmeye başladı. Tabi hakim karşı tarafa çiftlikte çalıştığına dair şahidin var mı diye sormuş. Kimler şahitlik yaptı biliyor musun? Her zaman tarlamızda çalışan Can Mustafa. Karşımızdaki çiftliğin çobanı Karslı Hasan. İzine geldiğimde yağ, makarna, prinç gibi mutfak ihtiyaçlarını gördüğüm köyün garibanı, fakiri dediğim bizde de yazın sap saman taşıma işinde çalışan Diyarbakırlı Abdullah. Elbette insan doğru, dürüst olmalı. Bildiğini, gördüğünü söylemeli. Ama önceden beni arayıp durumdan haberdar etselerdi keşke. Amma vêlakin, insan sofrasındaki ekmeğini yıllarca paylaştığı kişileri mahkeme salonunda karşısında görünce bozuluyor, zoruna gidiyor.
Masrafını karşılayayım, Geriye dönük SSK primlerini ödüyeyim dedim. Olmadı. Anlıyacağın iş kamu davasına dönüşmüş. Davaya sadece karşı tarafın avukatı değil iki tane de Manisa SSK’dan avukat katılıyormuş. Mahkeme uzadıkça uzuyor. Dosyalar temize Ankara’ya, Yargıtaya gidip geliyor. Her defasında biz kaybediyoruz. Mahkeme karşı tarafın avukat masraflarınıda bana yüklüyor.
ALMANCININ MALI DENİZ YEMEYEN !
Adam bir an sustu, soluklandı. Bende bunu fırsat bilip ikinci üzüm tanesini ağzıma attım. Yutkunamıyorum, ağzımda yuvarlanıp duruyor. Sanki aromasını avurtlarıma, dilime, damağıma yaymadan miğdeme gitmeyecek.
Bu arada köylüler ban gaz veriyor, karşı tarafa «İşletmeyi Zarara Uğratmaktan Tazminat Davası» açmamı söylüyorlar. Sen davanda haklısın, biz arkandayız, şahitlik yaparız diyorlar. Yazık değil mi? Elin gevur memleketlerinde yıllarca çalıştın, çabaladın. Dişinle tırnağınla biriktirdiklerini, helal alın terini mahkeme kapılarında harcıyorsun. Senin çoban fırıldak çıktı, çeksin cezasını. Attır onu kodese aklı başına gelsin. Dava açman için bir sürü yasal dayanakların var. Örneğin yurtdışında ikamet ettiğinden 2001 den 2006 yılına kadar çiftlikten Tarık Fırıldak sorumluydu. Bu şahıs işletmeye bakmayıp, kapanmasına sebep oldu. Türkiye Elektrik Kurumunun (TEK) faturasına bakarsanız iki ayda bir yapılan ödemeler 90 tl civarındaydı ama son altı ayda 300 ile 600 tl arasında fatura gelmiş, çiftliğin elektriğini kendi şahsına kullanmış.
Hem sonra malını çalmış, biz duyduk. Mart 2005 de gece saat 23,00 civarında devriye gezen jandarma ekibi Tarık Fırlıdak’ı, Gediz köprüsünde durdurmuş. Massey Ferguson 265 traktörün römorkunda süt yemi dolu çuvalarla yakalamış. Düpe düz hırsızlık değil de nedir bu. Senin satın aldığın yemleri ineklere vermeyip gece başka yerlere götürüp satıyormuş. Ben şu çiftlikte çalışıyorum, gidip köy halkına sorun deyince Jandarmalar serbest bırakmış. Komutan gece gelip bize sordu, bizde doğru dedik, Almacının orada çalışıyor dedik de tutanak tutmadan gittiler.
İspatlar, evraklar mı dersiniz? Bir sürü var. Tarık Fırıldak’ın 2001 den 2006 ya kadar çiftlikte sorumlu olarak kaldığına dair mahkemeye sunduğu kendi evrakları. Holstein Manisa Damızlık Sığır Yetiştiricileri Birliği’nin evrakları. Süt Dökümanları; 2001 de inekler 32 kg günlük süt verirken 2006 da 7 kg kadar düşmüş. Hepsi tek tek belgeli. «İşte veterinerin verdiği resmi evraklar. Aşılar, ilaçlar, yapılan hizmetler v.s. İflas ettikten sonra 2007 yılında İlçe Tarım ve Damızlık Süt Birliğine işletmenin kapandığına dair verilen kapatma dilekçesi.
ANAMDAN EMDİĞİM SÜT
“Eee…!” dedim. Ne oldu bir işe yardım mı bari?
“Nerede!” dedi. Tüm dökümanları avukata götürdüm. “Madem o başlattı bizde karşı dava açalım, hapise attıralım” dedim. Maalesef olmadı. Bir işe yaramadı. Neden miş efendim? Üç yıldan fazla süre geçtiği için zaman aşımına uğramış. Dava açılamıyormuş ama Sosyal Sigortalar Kurum (SSK) davaları isterse 10 sene önce dahi olsa yeniden açılabiliniyor muş.
Allah kimseyi devletin cırnağına düşürmesin. Öskeye yakalanmış kuş gibi çırpıntırıyorlar adamı. Uygulanacak olan cezai müzayede mi, çok fazla.
Vergi Usul Kanununa göre kaçak işçi çalıştıranlar mahkeme kararına mütakip geçerli olmak üzere sigorta primin üç katı zamlı ödermiş. 2011 yılındayız. SSK sigorta primi ise 267,00 tl. Çobanın 5 yıllık ödenmeyen toplam prim sayısı 51 ay x 267,00 eder mi sana 13,600 tl. Bu güne kadar hiç beyanname verilmediği için bunun 3 katı zamlı alınacak mış, o da 40,800 tl ediyor. Ödenmeyen prim süresi için her ay ayrı ayrı talep yazılacakmış ve her talep için ise 1 ile 3 katı cezai işlem uygulanacak mış. Biz işin kötü tarafından düşünelim yani üç katı cezadan, o da yapmaz mı 40, 800 tl. Buna göre 13,600 + 40,800+40.800 ve de 5.000 tl mahkeme masrafı, bunuda davayı kaybeden taraf ödüyor yani ben. Allah inandırsın muhasebeci aşağı yukarı 100.000 tl ödersin diyince anlımdan buz gibi terler döküldü. Olduğum yere çöküp kalmışım. Yandım..! Ben bu parayı nerden bulup, nasıl öderim.
GÖZÜM ÜZÜM KASASINDA
Adamın hikâyesi bayağı ilgimi çekmişti. Ağzı açık dinliyordum. Hanım bir taraftan “Haydi yürü, gidelim” diyor. Hasan amaca ise makinalı tüfek gibi manşallah soluksuz anlatıyor.
Bu arda üçüncü üzüm tanesini ağzıma atmışım haberin bile yok. Şeytan dürtüyor, bir cıngıl daha mı koprsam?
Kara kara düşünüyorum. Ne yapmalı ne etmeli. Elde nakit para yok. Tabiri yerindeyse meteliğe kuruş atıyorum. Üç beş dönüm tarlayı satmaktan başka çare yok gibi. Halbu ki aşağıdaki işlemleri satır satır yaptım ama nafile işler ter gidiyor.
Neler mi yaptım; 6 Aralık 2006 tarihinde Düsseldorf konsolosluğundan avukat için vekalet çıkarttım. Büyük kayınçom Mert’in Sportoto bayii ortağı da olan Ünsal beyi avukat tuttum. Küçük kayınçom iadeli tahhütlü olarak göndermiş olduğum vekaletnameyi ve mahkemenin celp kağıdını 17 Aralıkta götürüp avukatın sekreterine teslim etmiş. 21 Şubat 2007 tarihinde İş Makemesinde dava görülüyor ne hikmetse bizim avukat davaya katılmıyor. Yazın Türkiye’ye izine gittiğim de Avukatın bürosuna uğradım.
-“Tarık Fırıldak’a söyle bu konuda ben haksızım. Yaptığım iş kanunsuz. Yeterki davayı geri çeksin ben onun birikmiş olan 13,600 tl tüm primlerini kendi ellerimle SSK’ya yatıracağım” dedim.
Davanın görülmekte olduğunu hatta karşı tarafın avukatının yanı sıra Manisa SSK’nın avukatlarının da davaya girdiğini söyledi. Vekalet olmadığı için maalesef kendisinin iştirak edemediğini ifade etti.
-“Olur mu?” dedim. Vekalet gönderdiğimi söyledim. Dosyayı getirdiler içine baktık, vekalet dosyanın içerisinde duruyor. Haberi olmadığını söyledi. Anlaşılan kasıtlı veya kasıtsız unutmuş davaya girmemiş. Bundan sonra karşı tarafla anlaşma yapmak, davayı geri çekme konusunda bir şey yapılamayacağını çünkü dosyanın kamu davasına dönüştüğünü söyledi.
Ancak karşı tarafın kendisi ve dinlettiği 3 şahidiyle birlikte gidip ifadelerinin değiştirirlerse, ben daimi işçi olarak çalışmadım sadece ara sıra tarlada çalıştım. Beni işten çıkartınca zoruma gitti, can sıkıntısıyla bu davayı açtım derse belki durdurula bilinir dedi. Bununda büyük risikosu var çünkü karşı taraf yalan beyan vermekten kanun önünde suçlu duruma düşer, hapis cezası bile yiyebilir.
Artık yapacak bir şey yoktu, mecburen ‘Kanunun kestiği parmak acımaz’ deyip mahkemenin vereceği karara razı olacaktım.
ALMA MAZLUMUN AHINI ÇIKAR AHESTE AHESTE
O sıkıntıyla şehirde manifatura dükkanı olan bacanağımın yanına gittim. Durumu anlattım. “Bacanak şimdi ben ne yapacağım, yardım et!” dedim. Meğerse baştan her şeyi biliyormuş. Hatta karşı tarafın akıl hocalığını o yapmış. Çobanı avukata göndermiş, git hakkın ara demiş. Tabi ben bunları çok sonra köylülerin ağzından duydum. Hatta Tarık hem sigorta primlerimi ödeteceğim hem de 40 bin lira tazminat alıp şehirden ev satın alacağım demiş. Köylülerde “Ulan densiz, gelip gidip köyün içine nifak sokuyorsun” diye çobanı kahveden kovmuşlar.
Bacanak yüzüme dik dik bakıp; “Ben her şeyi biliyorum. Adam haklı, gidip parasını paşa paşa ödeyeceksin” dedi. Peki, sen nereden biliyorsun dediğimde. “Tarık gelip bana her şeyi söylüyordu. Şahitler gelip her şeyi tek tek bana anlatıyordu kısacası köyde ne olup biterse benim haberim oluyordu’ dedi.
Bak! bak! Akrabanın yaptığını görüyor musunuz? Bana yardımcı olacağına arkamdam kuyumu kazıyormuş. Büyük kayınço ise ayrı telden çalıyor. Mert diyorum, ocağına düştüm, avukat senin arkadaşınmış, sıkıştır davayı candan takip etsin diyorum. Dört yıl boyunca bir gün dahi yanına uğramamış. Artık böyle akrabaları Allah’a havale ediyorum. Ben yine her zaman ki gibi alçak gönüllü, hoş görülü olacağım, sevgide saygıda kusur etmeyeceğim. Ama ataların bir sözü var “Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste.”
YOLCU YOLUNDA GEREK
Tamam, buraya kadar anladık. Bundan sonra ne oldu? Çiftlik ne oldu? Bir yol anlatır mısın?
Allah yüzümüze baktı. Hükümetin 2010 yılında çıkardığı torba yasası kanundan yaralanıp, borcu cezasız olarak ödedim. Sadece SSK primlerini yatırdım. Çiftlik de yerinde duruyor. Haa...! Hani bekçi vardı ya. Bir yıl sonra ayranı kabardı. Ben bu köyde geçinemiyorum. İş bulup çalışacağım dedi. Tahmin ederim Urganlı kasabasında mevsimlik iş bulmuş, bir gün duydum evini yükleyip gitmiş.
Özgürlük var, herkesin aklı kendine! Üç ay sonra bana telefon etti, “Evsiz barksız kaldım geri çiftliğe dönmek istiyorum” diye Almanya nere, Türkiye neresi.
Bu arada bir tanıdık beni aradı. İlçedeki celebin biri tosunlarını koymak için yer arıyormuş. Konuştuk, antlaştık. 2015 yılına kadar besihaneyi kiraladı. Adam işinin başında duruyor. Bir gün dahi gözünü hayvanlardan ayırmıyor. Şimdi 250 den fazla erkek danası oldu. Maşallah boğalar besili 800 kilodan aşağı gelmez. Allah daha çok versin. “Olandan korkma, olmayandan kork” demişler.
Arka arkaya biri 06 Ankara diğeri 26 Eskişehir plakalı iki araba tezgahın önün yanaşıp park ediyorlar.
“Çay için çok sağol” dedim. Bize müsaade, daha bir sürü yol gideceğiz.
“Müsaade sizin, gelip geçerken uğrayın laflarız.”
Arkada toz bulutu bırakarak oradan uzaklaştık. Dikiz aynasından baktım Hasan amca hâlâ el sallıyordu.