Karun Hazineleri ve Uşak’lı Durmuş
1960’ lı yıllardı. Uşak’ın Güre kasabasına bağlı Tekin köyünde yaşayan Durmuş Tevrat ve İncil’de adı geçen “Karun Hazinesi” nin peşinde idi. Fakirlik, fukaralık canına tak demişti. Bu çevrede herkesin yaptığı gibi oda definecilik yapıyordu. İki arkadaşı ile birlikte kendi tarlasında kazı yapıyorlardı. “Eski eser ticaret belgesi” olan bazı kişiler çevrede çoktu. İyi para veriyorlardı.
İşte o gece açtıkları çukur iyice büyümüş, ancak önlerine taş bloklar gelmişti.İyice temizlediler genişlettiler,ancak taşları hareket ettirmek imkansızdı. Üstelik taş kitleleri birbirlerine metallerle bağlı idiler. Taş bloklarda kürek sapı kalınlığında delikler açılmış ve dikine açılan bu deliklere metal akıtılarak, taşlar birbirlerine bağlanmıştı. Mümkün değil sökemiyorlardı.
Bunun hakkından gelse gelse Demirci Osman gelirdi . O gece kazıya son verdiler. Durmuş sabah gün ışımadan yola çıktı. Güre’ye vardı. Demirci Durmuş’un dükkanının kapısına dayandı .Durmuş sanatkardı. Yapardı .Ama definenin üçte birini isterdi .Halleşildi. Durmuş
yanına malzemeleri alarak,yola çıkıldı. Akşam gün batımında tarlada idiler. Durmuş alışkın hareketlerle hemen deliğin başına çöktü. Ateşi yaktı, kömürü attı, körükle hava verip iyice kızdırdı. Metal erimeye başladı .Eriyen metali içinden boşalttı. Ama sadece yüzeyden 15-20 cm eritebilmiş ve temizleyebilmişti. Olsun yeterli idi .Boşalan yere barutu koydu, fitili döşedi. Üstünü kille sıvadı. Fitili ateşledi. Traktörün lastiği patladığında daha çok ses çıkardı.
Püf dedi kaldı. İşe yaramış mı idi?Hemen kontrol ettiler .Evet taşlar birbirinden ayrılmıştı .Birazda manivela ile yardım edince taşların arasından geçilecek kadar yer açmayı başardılar. Durmuş elinde fenerle hemen içeri girdi. Feneri her tuttuğu yer ışıl ışıldı. Dışarıya arkadaşlarına verdiği her parçayı kendide not alıyordu.
“-Bir altın tepsi….”
“-Bir gümüş sürahi…”
Bu arada ufak yüzükleri ise kendi cebine koyuyor. Onlara çetele de tutmuyordu. Kendine ayırıyordu.
O gün135’e yakın eser çıkardılar.Paylaşmada sorun çıktı.Birbirlerini jandarmaya ihbar ettiler.Bu olayda yer alan kişilerin biri daha sonra traktörün altında kalıp ölecek; diğerinin kafasına bıçak saplanacak ölecek; bir diğeri de kafasını oynatacaktı.
İyi ama bu altın nasıl oluşuyordu da insanları bu hale getiriyordu?Neydi hikayesi?
Her şey,dünyanın ilk oluşum dönemlerine rastlar.Henüz insan yaşamı yoktu. Dünyanın kabuğu ince ve yumuşaktı. Bu nedenle ve magmadan gelen korkunç basınçlar sonucu yeryüzü yükseliyor sonrada devriliyordu.Bataklığın kaynamasından beter, biteviye hareketler oluşuyordu. Himalayalardan çok daha yüksek dağların yarık ve çatlaklarından erimiş magmalar sızıyordu. Magma,yerkürenin merkezinden yükseliyor, yarık ve çatlaklardan ve kabuğun zayıf yerlerinden fışkırıyordu.Kaynıyor, kabarıyor, soğuyor, tekrar ısınıp tekrar soğuyordu. Kaynama noktası düşük olanlar yüzeye taşınıyordu. Ölçülemeyecek zaman dilimi içinde bu devinim devam ederken, sıcaklıkta ve kimyasal değişimde ki bir anomali, altın içeren yoğunlaşmalar oluşturdu. Sıvı haldeki bu oluşum yüzeye çıkınca katılaştı.
Bu arada, magmadan çıkan kükürtlü gazlar dünyanın etrafını sarmıştı. Öyle ki güneş ışığı bile yeryüzüne ulaşmıyordu. Buhar çok yoğundu. Durmadan buharlaşma oluyor ,durmadan yağmur yağıyordu. Şimşek ve yıldırımlarda durmaksızın akıyordu. Himalayalardan çok daha yüksek dağda oluşan altın yoğunlaşması, bu kuvvetlerin etkisi ile çok ince partiküller şeklinde aşınmaya başladı. Bu kuvvetler, altını doğanın en ince zımpara etkisi ile ovdu. Bu ince parçacıklar yağmurların, sıcaklık farkının ve rüzgarın etkisi ile vadilere taşınmaya başladı.
Magmadan fışkıran altın , dağların en yüksek zirvelerine kadar yükselmiş ve şimdide aşınma sonucu tekrar yeryüzünde birikiyordu. Diğer kum ve kuvars parçacıkları ile birlikte vadi tabanında çökmeye başladı. Yine büyük bir zaman diliminde aşınma tamamlandı.
Sonra dünya on milyon yılda bir kere olan deprem dönemine girdi. Vadi tabanı yarıldı sular boşaldı. Dipteki tortu parçalandı sağa sola savruldu. Kimi dikildi, kimi çarpıldı, bazıları da eğildi , büküldü. Depremlerin etkisi ile bu parçalar tekrar tekrar yer değiştirdi,şekil değiştirdi. Kimi tekrar birleşti, kimi tekrar parçalandı. Kimi parçaları yeryuvarının içine gömdü. Kimilerini ise toz haline getirdi.
Lydia’nın ihtişamını sağlayan altınlar belkide böyle oluştu.Lydia krallığının ihtişamını sağlayan altınlar bugün ki adı Salihli’de ki Bozdağ olan Tmoloslar’dan doğup, Gediz ırmağına dökülen Sartçayı ‘nda altın pulcukları şeklinde idi. Bu zenginlik Arkhiloktos, Herodotos ve Sfokles’den başlayıp Strabon ve Plinius dahil Bizans yazarı Tzestes’e kadar övgüyle bahsedilmiştir. Çok sayıdaki bu Yunan, Latin ve Bizans yazarların hepsi Lydia’nın bu ihtişamının ana nedeni olarak Paktolos çayında ki altın olduğu konusunda görüş birliği içindedirler.
Güre köylülerinin bu bilgilerden haberi olması gerekmiyordu. Ama muhtemelen, New York’ta ki Metropolitan Sanat Müzesi’nin o günkü müdürü Dr.Dietrich von Bothmer’in bilgisi vardı.
New Yorklu antikacı John Klejman ,bu eserleri müzeye önerdiğinde, müze müdürü satın almakta tereddüt etmedi.Ama yine paylaşılamadı. Türkiye Cumhuriyeti olarak,dava açdık .Davayı kazandık. 1993 yılında eserler Türkiye’ye getirtildi. Yine paylaşılamadı. Sergilendiği Uşak müzesinden çalındı.
Magmanın derinliklerinden çıkıp ,yeryüzünün en üst noktalarına çıktıktan sonra tekrar yeryüzüne dökülen,oluşması için milyonlarca ve milyonlarca yılın geçmesi gereken altın,insanlara zenginlik ve medeniyet getirmesi gereken altın, şimdi yeni sahiplerinin
elinde.Muhtemelen yeni acılar doğuracak ve yeni canlar alacak.
Ömer GÜNAY
*Bu öyküde geçen tüm yer ve tarih ve şahıs bilgileri belgelere dayalıdır.