- 1035 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
534 – VENÜS
Onur BİLGE
“Venüs’üm,
Sana Venüs demek geliyor içimden. Bir sabah ıpıslak geldiğin için, cümle yıldızların ferini silerek, tüm göz kamaştırıcılığınla doğduğun için ruhumun karanlığına… O bizim bildiğimiz Venüs değil, Roma mitolojisindeki Zeus’la Dione’nin kızı, Kıbrıs kıyılarında denizköpüklerinden doğan, uyduruk kaydırık tanrı demirci Hephaistos’un karısı, kalplere nişan alıp ok atan çöpçatan Eros’un annesi, ne Adonis’in, ne savaş körükleyen Ares’in, ne de sana yakıştırılan diğerlerinin sevgilisi… Onun bunun şusu busu, dişilik sembolü, güzelliğiyle baş döndüren Aşk Tanrıçası Venüs değilsin sen, yalnız benim sevgilimsin! Yalnız benim Venüs’üm!..
Sistemde güneşe uzaklığı ikinci sırada ama güneşin ışınlarını zapt eden, dışarıya vermeyen, onun için sıcaklığıyla başı çeken gezegen… Ben dünyaysam, sen ikizim kadar benzerim… Seni gün doğmadan ve battıktan sonra doya doya seyrederim.
Neler derim sana bir bilsen! “Zühre” derim, “Çolpan” derim. “Akşam Yıldızı, Sabah Yıldızı, Tan Yıldızı, Seher Yıldızı, Çoban Yıldızı…” Gökyüzüne bakanların gözleri, binlerce yıldızın arasında nasıl en parlak olanına kayar, takılır kalırsa güzelliğine, binlercesinin içinde seni gördü gözlerim, seni seçti beynim, sende kaldı benliğim. Akıl almaz bir biçimde bağlandı kaldı göz kamaştıran güzelliğine biçare gönlüm.
Sen, babasının altından yapılan evindeki mücevherlerle bezeli tahtına kurularak herkese yukarıdan bakan, göklerde ışıklar saçan, Zeus’un hilebaz kızı, ölümsüz ece değilsin. Benim Yıldızım! Aşk Yıldızı’m! Haydi, kulak ver ruhumun çağrısına ve serçelerin kanatlarıyla çektikleri arabanı süratle sürerek gel, gülümseyerek omzuma kon, eskisi gibi. Gel de yardım et bana, varlığının işgali altındaki gönlümde, senliğe dönüşen benliğimle yapmakta olduğum zorlu savaşta.
Kölen veya tebaan hükmündeki yıldızlar yaz kış göklerdeki yerlerinde, her biri kendi feleğinde pırıldayarak dönerken ayla yarışırcasına parıldayan varlığından, gözlerimi alamıyorum. Gece gündüz sıcacık muhafaza ettiğin yakınlığının cazibesine kapılmışım, yok olduğunda kahroluyorum! Sabahlar olmasın istiyorum! Seni gizleyecek güneş doğmasın! Toplasın güneş ışıklarını, aralansın aramıza giren, görüntünü perdeleyen bulutlar, vakur güzelliğin olanca şaşaasıyla belirsin! Karanlıkları en iyi o delsin!
Varlığınla içine düştüğüm felâketin ve sıkıntının bunaltıcı karanlığına gömülüp kalan ruhuma ferahlık gelsin. Bir teselli olsun aydınlığın kararan göklerime, belirsizliğin çıkmazında dönüp duran düşüncelerim, ışığınla yolunu bulsun. Her var sayılanın ölümlülüğünü idrak edebilsin aklım ve Gerçek Olan’ın Varlığını rahatça sezebileyim. Sımsıkı kapanan kalbimin kapısında paslanmakta olan kilit açılsın. Varlığınla teselli olarak rahatlayayım, yol göstericiliğinle kolayca yolumu bulayım.
Bu akşam Kaptan’a, buraya kadar yazdığım bu mektubu ne diyeceği malum olduğu halde okuma gafletinde bulundum.
“Tarık!.. “Tarık’ın ne olduğunu sen nereden bileceksin? O, delen yıldızdır!” Işığıyla karanlıkları delen yıldız… Akşam gelen… Akşam yıldızı… Sabahı karşılayan… Sabah Yıldızı… Bütün yol gösteren yıldızlar sönse bile sönmeyen, yalancı şafakta bile rehberliğiyle yol buldurmaya devam eden… “Göğe ve Tarık’a and olsun!”
Hani gece, kim olduğu belli olmayan bir misafir gelir de kapıyı çalar ya… Kuvvetle kapıya vurur. O anda irkilir ya insan, uyuyor olsa bile kendine gelir ya… İşte uyarıcılar öyle tartaklayarak uyarırlar gaflet uykusunda olanları. Onları cehaletin kör karanlıklarından çıkarmaya çalışarak yollarına kandil tutarlar. Birer meşale gibi kendilerini yakarak, yok etme pahasına alev alev yanarak yol gösterir, ruh aydınlatır, kurtuluşa sebep olurlar. İşte öyle doğar Tarık. Daha akşam olmadan, karanlık basmadan başlar yanmaya, ışımaya, yol göstermeye… Ona bakarak yönlerini tayin eder yolcular, yollarını bulurlar.
Yol, Sırat-ı Müstakim’dir. Yol, bildirilmiştir. Dosdoğru olan, Allah’a çıkan en dolambaçsız, en doğru, en kısa, yani en kestirme yoldur ki o yolu Kur’an göstermekte, Resulullah Efendimiz tarif etmekte, ashabının her birinin birer yıldız olduğunu, hangisine uyulursa uyulsun, o yolun bulunacağını bildirmektedir. O, kendiliğinden konuşmamakta, söylenmesi emredilenleri söylemektedir.” dedi ve şaşkın bakışlarıma, açık kalan ağzıma aldırmadan açıklamalarına devam etti.
“Târık, "tark" kökünden ism-i fâildir. Tark, bir ses işitilecek şekilde şiddetle vurmak, çarpmak anlamındadır. Çekiç ve çomak gibi şeylerle ya da tokmakla bir yere şiddetle vurmak... "Mıtraka" bu köktendir. Gece gelen… Mastarı “tark" ve "turuk" Gece meydana gelen, göze ve gönle çarpan her şeye, hatta görüntülere bile târık denir.
Akla gelmek, zihne çarpmak anlamına da gelir. “Kafama dank etti!” deriz ya… İşte öyle…
Ayrıca, "Târik" yol demektir. “Taban tepmek” anlamına da gelir. Ayak vurmak, yol tepmek, yola giden yolcu, gece gelen, karanlıklarda kalan, yol arayan… Sığınacak bir yer arar. Emniyet içinde gecelemek için bir kapıyı çalar. O kapı onun için mutlaka ama mutlaka açılır. O kapı, Allah kapısıdır! O kapı, Allah dostlarının kapısıdır! Yeter ki o kapıyı bulalım ve açılıncaya kadar çalmaya devam edelim!..
Tarık, üzerine and içilen yıldızdır! Vuruşlu yıldız… Delip geçen yıldız… Ashab-ı Kiram ve âlimler, gökyüzündeki yıldızlara benzetilmiştir.
Sâkıp, delik demektir. Sakb kökünden gelir. Necm-i Sâkıb, "delen yıldız" demektir. Şihaplara yani kıvılcımlara, akan yıldızlara da "sâkıb" denir. Sakb, yükselme anlamında da kullanıldığı için Necm-i Sâkıb’ın yüksek yıldız manasına geldiğini söyleyenler de vardır.
Ona, Cediy Yıldızı, Süreyya, Kur’ân Yıldızı da denir.
Göğe ve bizi karanlıklardan çıkarıp, aydınlığa kavuşturacak olan, yıldız gibi ışık saçarak bulanan şuurumuza ve kararan ruhumuza vurarak karanlık olan madde bedenimizi delip geçerek gönüllerimize işleyen, onu Tevhit nuruyla ışıtarak bize doğru yolu bulduran ve bizi selamete çıkararak Allah’a ulaştıran O/Nur/a yemin edilerek dikkat çekilmiştir.”
Bir kısmını anladım, bir kısmını anlayamadım ama sonuna kadar dinledim ve düşündüm. Halen düşünmekteyim. Neyi mi?
Yani ben sana Venüs demiştim. Tarık sen olacaktın ama Kaptan öyle şeyler anlattı ki iş değişti. Tarık, Kaptan olmuş oldu bu durumda. Sen yine Afrodit olarak kaldın. Hani Venüs’e adını veren…
Şimdi ben yolumu sana göre değil, Kaptan’a göre bulmak zorundayım. Çünkü anladığıma göre beni yoldan çıkaran sen oluyorsun, yol gösterecek olan da o oluyor. Ben eskiden de şaşkındım. Cahildim de ama şimdi anlıyorum ki ben şapşaşkın ve capcahilmişim!
Şapşaşkın"
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ 534
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.