- 1687 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
ALLAHDİYEN YAYLASI
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
BOZDAĞLARIN ALLAHDİYEN YAYLASI
Öykü: Mustafa Toga / 2007
Dün akşam İzmir ve Manisa Valilikleri bir genelge yayınladı. 25/26 Temmuz tarihlerinde özürlü ve hamile olan devlet memurları izinlidir diye.
Afrika üzerinden gelen çöl sıcakları Türkiye’nin üzerine çöreklendi. İl sağlık Müdürlükleri ise “ dışarı çıkmayın ” uyarısı yaptı.
Meteoroloji hava sıcaklıklarının 43-45 derece olacağını açıkladı. Zaten üç gündür ortalık çatır çatır yanıyor.
ÇÖL SICAKLARI..!
Köye de ki çiftlik evindeyim. Daha saat sabahın 07.00 si. Gediz ovasının üzerine koyu toz bulutu gibi sarı sıcağının sisi basmış. Pencereden dışarı bakıyorum üzüm bağları ıpıl ıpıl parlıyor. Ama asma yaprakları uyku mamurluğunu üzerlerinden daha atamamış gibi boyunları bükük duruyorlar. Sanki içlerine doğmuş çöl sıcakları tufanının biraz sonra kopacağı.
- ‘ Haydi, hanım kalk..! ’ diyorum. ‘Sıcaklar iyice bastırmadan pazar alışverişini yapıp gelelim.’
- ‘ Sabah sabah niçin uyandırıyorsun, güya yıllık izindeyiz ’ diye yattığı yerden sitem ediyor.
- “ Çöl sıcakları, çöl sıcakları ” diyorum.
- ‘ Halama, Allahdiyen’e, yaylaya gideriz ’ diyor.
- ‘ Haber verdin mi, evdeler mi? Umduğumuz dağlara kar yağmasın sonra. ’
Cümle içerisinde kar sözcüğü geçince. Susamış olduğumu hatırlıyorum. Buzdolabını açıp pet şişeden kana kana buz gibi su içiyorum.
Çocuklar yatakta bir o yana bir bu yana dönüyorlar. Belli ki gece rahat uyuyamamışlar.
- ‘ Paşaları da kaldır ’ diyorum. Saat 09.00 da şehirde olalım. Resmi daireler açılır açılmaz işlemleri yaptırıp bitireyim. Pazara köylüler doluşmadan işimizi bitirdik bitirdik yoksa öğle sıcağına kalırız.’
Hemen mutfağa girip zeytin, peynir, tereyağ, bal, reçel gibi kahvaltılıkları masaya dizmeye başlıyorum. ‘ Çay suyunu koydum …! ’ diye bağırıyorum.
Bakıyorlar ki benden kurtuluş yok üçü de mırın kırın ederek kalkıyorlar.
Çiftliğin bakıcısı inekleri sağmış hatta süt güğümlerini Holstain Damızlık Süt Birliğine teslim etmiş bile.
Bakıcı aşağıdan sesleniyor. ‘ Çocukların kahvaltılık sütünü merdivenin başına koydum. Hem saat kaçta gidiyorsunuz? Ben de pazara gideceğim. Bizim dolap tam takır ’ diyor.
‘ 8.30 da hareket ederiz’ diyorum.
KÖYDEN İNDİK ŞEHRE
Köy ile şehir arası 7 km . Denizli - Balıkesir yolu üzerinde olduğu için her on dakikada bir otobüs geçiyor. Dolu pazar fileleriyle gidip gelmek zor iş. Bizim arabayla gitmesi daha kolay olur.
Toni ile Kurt’a ekmeklerini götürüyorum. İkisi de iyi cins çoban köpeği. Kurt kırma, Toni ise has kan Kangal köpeği. Çocuklar da arkamdan koşup geliyorlar. Ekmekleri önlerine koyarken sevinçten köpekler kuyruklarını sallıyorlar. ‘ Niye şapkalarınızı giymediniz diye çocuklara ’ çıkışıyorum. Koşarak geri konağa çıkıyorlar.
- Kahvaltı hazır…!!!! Halama da telefon ettim.
Hemen masaya oturuyoruz. Sıcaktan kimse de iştah yok. “ Yiyin ” diyorum. Kahvaltı yapmadan olmaz. Çabucak bir şeyler atıştırıp aşağı iniyoruz. Yola çıkıyoruz. O da ne… asfalt erimiş. Yeni zift dökülmüş gibi ortalık vıcık vıcık. Dikkatlice baktığınızda, sanki şoseden dalga dalga dumanlar yükseliyor.
- ‘ Bir an önce şehre varalım ’ diyorum.
Çocuklar; ‘ Yaylaya. Yaylaya… ’ diye bağrışıyorlar.
Hanım; ‘ Önce pazar ’ diyor.
Ben; ‘ Vergi Dairesi, sonra banka… ’ diyorum.
Hanımı pazara bırakıyorum, çocukları da anneannesinin yanına.
Allah’tan Vergi Dairesinde fazla sıra yok hemen arabanın motorlu taşıt vergisinin 2. taksidini yatırıyorum.
Memur; ‘ Makbuzu iyi saklayınız’ diyor.
Sarı sıcak çöküyor ovaya. Kendi kendime çabuk bankaya diyorum. Daha Bağ-Kur primi, ev kooperatifinin taksidi yatacak.
Saat 10.30 da sıra bana geliyor. Gişedeki memura makbuzları ve parayı uzatıyorum. ‘ Burası ne güzel, klimalar çalışıyor içerisi serin. İnsanın hep burada kalası geliyor ’ diyorum. Bayan memure gülümsüyor. Bugün kim bilir kaç kişiden duymuş bu sözü.
Haydi diyorum, çabuk ol, çocuklar pişmeden yayalanın yolunu tutalım. Arabayı doğruca kayın validenin evine sürüyorum.
Güneş tepede. Yer çekiminden olmalı herhalde, alevler aşağı doğru süzülüyor.
Çocuklar; ‘ Baba ! Nerede kaldın? ’ diyorlar.
- ‘ Haydi, inin aşağı ’ diyorum. ‘ Bakın havadaki ne oranı %80 lere çıktı.’ Üzerimdeki tişört terden su gibi olmuş tenime yapışıyor. Çabuk çabuk arabaya doluşuyoruz.
Sürüyorum arabayı Kurşunlu Kaplıcalarına doğru. Salihli Ticaret ve Sanayi Odasının katkılarıyla yapılmakta olan LİDYA otelinin önünden geçiyoruz. Karşıda Sart (Sardes) harabeleri gözüküyor.
SARDES NERESİ Mİ?
Salihli’nin batısında ve Ankara-İzmir karayolu üzerinde yer alan antik Lidya kenti. M.Ö. 1200-900 yılları arasında Herakles’in oğulları tarafından kurulduğu tahmin ediliyor. Kral Kandaules devrinde M.Ö. 650-550 bir ticaret, kültür ve sanat merkezi kenti oldu. Sardes’in ortasından geçen Paktolos çayında zengin altın madeni bulundu ve tarihte ilk para burada basıldı. Daha sonra kent Pers İmparatorluğunu eline geçti. Perslerin ünlü kral yolu, başkentleri Susa’dan başlayıp Sardes üzerinden Efes’te son buluyordu. Bu da Sardes’i zengin ticaret merkezi haline getirdi. Kent daha sonra Büyük İskender, Bergama Krallığı ve Roma İmparatorluğuna bağlandı. Bizanslılar döneminde bir piskoposluk merkezi haline geldi. Sardes’in kazılar sonrası ortaya çıkan ana caddesi mermer bloklarla döşelidir. Sinagog ve Gymnasiom, Sardes’te ortaya çıkarılan mimarlık yapıtlarının en güzelidir. Roma ve Bizans hamamları ise hâlâ eski güzelliklerini korumaktadır. Artemis tapınağı ise ion düzeyindeki tapınaklarının en büyüklerinden birisidir. Sardes’in iç ve dış turizimde ünü gün geçtikçe artmaktadır.
Hanım; ‘ Görüyor musun, çabucak bitirdiler oteli, yanına da devre mülk daireler yapmışlar.’ diyor.
Parası olan düşünsün. Benim şu andaki tek amacım bir an önce Bozdağ’a çıkmak. Kendi mi çam ağaçların altına atmak. Tepeye doğru tırmanıyoruz, sonra sola doğru kıvrılıyoruz karşımıza Belediyenin geçen yıl hizmete açtığı halka açık piknik alanı geliyor. Belki otuz dönüm büyüklüğünde bir yer . Birkaç belediye işçisi ellerinde boya fırçaları kaldırımları boyuyorlar. Görev görevdir sıcak mıcak hak getire. Piknik alanı çok güzel olmuş. Ama yanından geçen Kurşunlu çayında bir damla su yok. Küresel ısınma burada da etkisini göstermiş. Belediye tarafından ağaçların altına kısa aralıklarla oturmak için banklar yapılmış. Barbüke yapmak için masalar konmuş. Yol boyunca çöp kutuları yerleştirilmiş.
Hanım - ‘ Her akşam binlerce kişi buraya serinlemeye geliyor hem de piknik yapıyorlar. Ne olur bir akşam bizde gelelim ’ diyor.
Ağız ucuyla - ‘ Tamam ’ diyorum.
KURŞUNLU KAPLICALARI
Yokuş aşağı vadiye doğru iniyoruz. Arabanın vitesini değiştiriyorum çünkü karşımıza çıkan tabelada “ Çıktığınız Vitesle İniniz ” yazıyor. Yeşilin her tonunun bir birine karıştığı vadinin ortasında Kurşunlu Kaplıcaları gözüküyor. Arabayı kaplıcaların bulunduğu alana sürüyorum. Karşıma önce restoran sonra manav, kasap, fırın, büfe ve büyük bir aile çay bahçesi geliyor. Caminin önündeki tanıtım panosunun önünde duruyorum. İki genel havuz, sekiz jakuzi odası, 2 kişilik 20 oda, 3 kişilik 50 oda ve tek kişilik 16 oda olduğunu öğreniyoruz. Dışarıda kimsecikler yok. Herkes öğle uykusuna yatmış. Kaplıcalardan ayrılıp tekrar ana yola çıkıyorum. Önüme keskin bir viraj geliyor. Sonra yayla yokuşu başlıyor. Çam ağaçları arasından kıvrım kıvrım tepeye doğru tırmanıyoruz. Yol bakımsız. Sağda solda çukurlar var. İçimden, arabayı dikkatli kullanmalıyım çukurun birine düşüp akis kestirmiyeyim diyorum. Bu arada yamaçlarda evler gözüküyor. Çam ağaçların kokusunu ciğerlerime derin derin çekiyorum. Derken bahçeler çıkıyor karşımıza. Meşhur Salihli kirazı ağaçlarıyla karşılaşıyoruz. Allahdiyen’in şeftaliside çok meşhur. Her ikisi de organik olmasıyla ün salmışlar. Ağaçların dalları meyvelerden kırılacak sanki. Bahçeler öyle pek büyük değil 4-5 dönüm ya gelir ya gelmez. Dağın yamacında bu ağaçları görünce insanoğlunun nelere kadir olduğunu anlıyorsunuz. Taraça sistemi yok gelişi güzel dikilmişler. Yolun kenarında ki küçük kanaldan şırıl şırıl su akıyor. Demek ki bu suyla meyveleri suluyorlar. Biraz daha tırmanıyoruz karşımıza toplu evler geliyor. Allahdiyen’e yaklaştık, köy camisinin minaresi uzaktan gözüküyor.
Yolun kenarında bir çeşme, önünde biri pikap diğeri taksi iki araba durmuş. İnsanlar çeşmeden ellerindeki su şişelerini dolduruyor.
‘ Biraz duralım mı? ’ diyorum.
Hanım - ‘ Hayır!’ diyor. ‘ Yaklaştık. ’
- Keşke yüzümüzü yıkasaydık.
Çocuklar - Baba, bak karşı balkondaki kadın bize bakıyor, diyorlar ve 150 metre ilerdeki tripleks bir evi işaret ediyorlar.
- O halam, diyor.
Arabayı çeşmenin arkasından geçen patika yola sürüyorum. Dik bir yokuş tırmanıyorum. Evin önünde ki asırlık çınar ağacını altına arabayı park ediyorum.
Kapı açılıyor. ‘ Nerede kaldınız? ’ diyor hala.
YAYLA HAVASI BAŞKA
Arabadan iniyoruz. Yüzüme soğukla sıcak arası bir hava çarpıyor. Burada rakım 650 m civarında. Şıpır şıpır terlemiyorum artık. İlk dikkat imi çeken şey cırcır böceklerinin sesi oluyor.
- Cııııııır, cııııııııııır…
Tamam diyorum. Yaylaya geldiğimiz kesin.
Kulaklarım çınlıyor. - Cıııııııır, cıııııııııır…
Kapının önünde durup Bozdağların zirvesine doğru bakıyorum. Orada rakım 2156 m ve her taraf ladin ormanları…
Bir gün oraya da çıkalım, kim bilir ne kadar soğuktur…
Eve giriyoruz. Masada çay, kek ve sigara böreği var. Şehrin stresinden, gürültüsünden uzak çaylarımızı içiyoruz.
Yayla havası çocuklara ninni gibi geliyor. İkisi de öğle uykusuna yatıyorlar. Bende köy kahvesine iniyorum. Yine yol kenarından şırıl şırıl sular akıyor. Elimi sokuyorum su buz gibi. Köy meydanında karşılıklı dört tane kahve var. Herkes dışarıda ağaçların altında oturuyor. Selamün aleyküm diyorum. Birkaç kişi aleyküm selam diyor. Sonra yine aralarında hararetli bir şekilde konuşmalarına devam ediyorlar. Gazetelerin bulunduğu masaya gidip oturuyorum. Masada bulunan üç kişi trafik kazasından bahsediyorlar. Öğretmen olan – Dün burada aşırı hızdan dolayı arabanın birisi yayaya çarptı. Allahtan kaza ucuz atlatıldı, diyor. Bir diğeri - Acilen giriş ve çıkışa yeni kasis yapılmalı, köyün içinden arabalar çok süratlı gidiyorlar, diyor. Derken biri 35 diğeri 45 plakalı iki kamyon geliyor. Kahvelerin yanındaki hal gibi bir yerden şeftali kasalarını yüklemeye başlıyorlar. Köylüler kooperatif usulü mallarını buraya getiriyorlarmış. Yurtiçi, yurtdışı ihracat buradan yapılıyormuş.
Kahveden ayrılıp geri eve geliyorum. Salondaki televizyonda spiker – Çöl sıcakları Avrupa’yı da vurdu. Slovakya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan’da aşırı sıcaklardan çoğunluğu yaşlı insanlar olmak üzere 1500 kişi ölmüş diyor. Bu arada hanımlar akşam yemeğini hazırlamak için mutfağa giriyorlar bende yayla havasını içime çeke çeke arka odaya geçip uzanıyorum.
YORUMLAR
Ülkemiz ne kadar güzel ve şanslı topraklarda, Allah diyen yaylaları, bereketli kutsal Hevsel bahçeleri daha kimbilir neler neler...Sabah güzel bir yayla havası aldım, Kahvaltıyı sizinle yaptım, Allah dedirtti yayla havası. Sagolun, çok güzel ve yumusacakti anlatım, yaşadım yaşadım.Saygilarimla