Ötenazi
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Kadının taze kirpikleri nazikçe titredi.
Ayaklarının altında bir tabure, eski ve büyük annesinden kalma. Ve boğazına dolanmış ip, sorumlulukları gibi sıkıyordu boğazını. Gözleri, az sonra olacaklara inat ışıl ışıl parlıyor, bakıyor fakat görmüyordu. Kulakları duyuyor fakat işitmiyordu. Ve boğazındaki binlerce kelime dışarı sadece kısık bir çığlık olarak çıkabilirdi artık, bunu bildiğinden kadın; kuru dudaklarını aralamaya tenezzül bile etmiyordu. Ve tabure dengesizdi, fakat kadının ruhu kadar değil. Tüm o yorulmuşluklar, netsizlikler, ve bilinmeyen ikilemler arasında ezilmiş ruhu bir kere daha acıdı kadının. Utanmasa ağlayacaktı fakat tanrı, doğa ana ve kendisi arasındaki bu özel anı mahvetmek, hayatı gibi çürütmek istemiyordu. Ne yapacağını bilemedi kadın, zaten asla bilemezdi. Sevildiğinde de sevdiğinde de anlayamayışı, sevgiyi bilmezliğinden halbuki. Kimse öğretmek istemedi, kadın da son nefesine kadar bile öğrenemedi. Ölümün tatlı soğukluğunu gözlerini kapattığında hissediyor, fakat tepki veremeyecek kadar korkuyordu. Dengesizliğinin bir aynası gibi, tepe taklak oldu tabure. Tüm o kelimeler çığlığa dönüşemeden kaldı içeride.
Renkler. Beyaz, turuncu, sarı. 3-4 kutu sadece, masumca masanın üzerinde gülümsüyordu kadına. Ve neşeyle parıldıyorlar, sakin bir son vaat ediyorlardı. Kadının ince, zarif parmakları şişeye uzandı. Ve zarafet, yakıştırılıp asla sahip olamadığı bir şeydi kadının. Teni ne kadar süt gibi kokarsa koksun, pas kir içindeki ruhu hep biraz kirliydi. Hep biraz griydi. Buzun maviliği zamanla toprakla karışmış, kirletmiş, masumiyetini ve inandığı her şeyi yerle bir etmişti. Eline dokunan cam, vücuduna istemediği halde dokunan çoğu bedenden daha yumuşak, daha sıcak, daha merhametliydi. Tam da düşmüşken, ve önemini kaybetmek istediği her şeyi önemsizleştirmişken, ve yok etmişken duygularını, yoldaşlar bulmuşken düştüğü çukurda öpecek, eller bulmuşken tutacak, ve asla tanıyamadığı yukarıdaki yabancılara özlem duyuyor, onlar gibi olmak istiyor; hatta belki de onlar gibi olmayı öğrenmek istiyordu. Ve çukurunda, pislik içinde kalpler sadece kullanmak, kullanmak ve tekrar kullanmak istiyordu. Zehirli yalanlar, manasız uykular ve tüm o saçma sapan temaslar arasında, tam da o esnada; kadın değersizleştirmeye çalıştığı her şeyi birer birer değersizleştirmişti. İstemediği halde dokunan hiçbir elin artık önemi yoktu. Öpen hiçbir dudağın sıcaklığı yoktu. Geçmişin ağırlığını taşımamak için ruhunu öldüren kadın, şimdinin acısını yaşamamak için bedenini öldürecekti. Sarılar, beyazlar ve turuncular. Beyni kendi içine yavaş yavaş çökerken; yukarıda duran meleklerin ruhlarını merak etti.
Ve bir uçurumun kenarı. En sevdiği yer kadının, doğanın tam da göbeği. Rüzgar eserken ve gri şalını savururken sola doğru, saçları uçuşurken, ağaç yaprakları yerlere düşüyor, uzaklarda bir yerlerde bulutlar hafifliyor, şimşekler çakıyor, ama asla kadına zarar vermiyordu.
Doğa asla zarar vermezdi.
Belki istemeden yaralardı doğa, belki intikam alırdı. Fakat hep aldığından fazlasını verirdi, hatta çoğu zaman hiçbir karşılık bile beklemeden. Ve ayakları. Doğayla bir olmanın verdiği çıplaklıkla serin toprağa basıyordu. Havayı kokluyordu. Ve doğanın kokusu. Ve denizin. Hatta uzaklarda batmış olan güneşin o anaç kokusu. Asla olmayan ailesinin kokusunu sezdi. Biraz da hiç bilmediği sevginin kokusunu. Burnuna yabancıların kokusu doldu. Silmek istedi, çoktan öğrendiği kokuları silemedi. Ellerini uzatmak, tutmak istedi. İkna edilmek, geri döndürülmek ve saatlerce ağlamak istedi. Fakat o lanetli gecede, evren kadar yalnızdı kadın. Bir adım attı.
Çiçek gibi kadındı, yazık oldu, biraz erken soldu.
YORUMLAR
İnsan ölümle pençelesirken bile şükretmeli ve Allah' tan şifa dilemeli. İnsan kendisinin öleceğine karar veremez, bu Yaratıcı' ya aittir. Allah' in kurduğu hayata tecavüz edemez, katilden hicbir farkı olmaz.Saygilarimla
busetzl
busetzl
Hep o aynı duvara doğru sürüp gitmek isteriz bazan. Duvardır, parçalar. Duvarın bu tarafı da öyledir, parçalar. Fakat duvar, çarpınca parçalar, duvarın bu tarafındakiler bize çarpınca. Ve sonra garip bir istemsizlikle ve içimizden gelerek yine de yaşarız. Tuzla buz olsak bile çokça, tuzla buz etmemek için. Hep sorarım bu tür anlarda. Bir kazaya uğratan olmak mı yeğdir, uğrayan olmak mı? Tüm inançlarından ve umutlarından kopmuşken bile insan, istemsizce kaçınır kazanın uğratanı olmaktan. Pek çok keskin dönüş ve ağır sancı, duvara doğru hızla sürmenin gerekçesiymiş gibi görünebilir. Ama içimizde hep söylenmemiş bir söz öbeği vardır, olacaktır. İstemsizce söyleniverir...