- 1037 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Yüz Yıl Sonrasını Düşünmek ve Okuma Alışkanlığı
Ülkelerin en önemli zenginlik kaynağı iyi yetişmiş, nitelikli insan gücüdür. Yadsınamaz bir realitedir bu olgu. Yıkılan bir imparatorluğun kalıntıları üzerine yeni bir devlet kurulduğunda halkımızın okuma-yazma oranının çok yetersiz olduğu bilinir. Çift basamaklı sayılara erişmeyen bir oran…
Genç cumhuriyet Türk Kültürünü çağdaş uygarlık düzeyine çıkarmayı hedeflemişti. Bunu için yapılması gerekenler bilimsel yöntemlerle gün gün adım adım uygulandı. Eğitim Birliği Kanunu ile işe başlanarak yurdun her köşesinde aynı amaç ve ilkelerle eğitim-öğretim programları uygulandı. Tek kılavuz bilimdi, “Hayatta en gerçekçi yol ilimdir fendir…” ilkesi güvenli yol olarak kabul edilip takip edildi. Hayli de yol alındı bu uğurda. Lakin yeterli değil kat edilen yol günümüz için!
Cumhuriyetin ilanının 100. yılına yaklaştığımız bu yıllarda durumumuz nasıl? Çağı yakalayabildik mi? Maalesef bu sorulara olumlu yanıt veremiyoruz. Öğrencilerimiz katıldıkları çeşitli uluslararası yarışmalarda çok gerilerde kalıyorlar. Acı ama gerçek bu. Cumhurbaşkanımız durumu: “Eğitim ve sanat alanında başarılı olamadık” diye betimliyor. Peki, niçin başarılı olamadık? Nedenlerini irdelemeye çalışalım.
Sorunun yanıtını bulmak için istihareye yatmaya hacet yok! Yanıt çok basit. Bir kere gelişen çağa ve ülke gerçekleriyle örtüşen bir müfredat programı oluşturmadık yıllarca. İktidar olan her parti kendi programı doğrultusunda müfredat programı yapma çabası içine girdi. Milli Eğitim Bakanlarını farklı alanlardan seçildi. Ve sık sık değiştirildi bu bakanlar. Değişen bakanlar sınav sistemlerini de sık sık değiştirdi.
Öğrencilerimizi dershaneciliğe ve test sınavlarına mahkûm ettik. Yeni kuşaklar, çocukluk ve ilk gençlik yıllarını doya doya yaşayamadı. Kitap okumaya, sosyal etkinliklere katılmaları olanaklı olmadı. Okul ve dershane arasında geçti en güzel günleri.
Oysa okuyan, okuduğunu anlayan ve yorumlayan, olayları neden-sonuç ilişkileri yönünden irdeleyen özgür düşünceli kuşaklar yetiştirmek çağı yakalamış ülkelerin hedefi. Ülkede izlenen eğitim-öğretim politikalarıyla özgür düşünceli kuşaklar yetiştirmek olası değil.
Çinli ozan Kuan-Tzu çağlar ötesinde neler söylüyor. Bir bakalım:
“Bir yıl sonrasını düşünüyorsan tohum ek
Ağaç dik on yıl sonrası ise tasarladığın
Ama yüz yıl sonrası ise düşündüğün halkı eğit.”
Ülke olarak ayakta kalabilmek için özellikle eğitim-öğretim alanında yüz yıl sonrasını düşünerek müfredat programlarımızı ona göre yapmak zorundayız. Tutulacak yol çok basit. Yeter ki irade oluşsun. Şöyle ki:
Öncelikle eğitim-öğretim alanında başarılı olan ülkelerin müfredat programları örnek alınıp bu programlar ülke gerçekleriyle harmanlanıp etkili müfredat programları oluşturulur. Programın elbette tüm ulusu kucaklayan ulusal değerlere ve çıkarlara azami uygun olması hususu gözden kaçırılmaz. Ve işin en püf noktası müfredatı işin uzmanı tarafsız bilim insanlarına yaptırılması çok önemli.
İşin bir diğer boyutu elbette müfredatları uygulayacak öğretmenleri donanımlı yetiştirmek. Ülke ihtiyacı kadar öğretmen yetiştirecek Eğitim fakülteleri açmak ve bu okulları en iyi şekilde donatmak gerekir. Öğretmenlerin bilime inanan, özgüveni tam olarak çalışmalarının önü açılmalı. Esen rüzgâra göre yön değiştirmek zorunda bırakılmamalı yeni kuşakları yetiştirecek öğretmenler.
Şimdi yeni kuşakları yetiştiren paydaşların çalışmaları yöntemlerini irdeleyelim sırasıyla. Öncelikle toplumun en küçük birimi ailedir. Ailede anne ilk öğretmendir. Ağaç yaş iken eğilir demiş atalarımız. Çocuklarımıza okuma alışkanlığı kazandırmada ilk görev annelere düşer. Hatta çocuk anne karnında iken ona kitap okunabileceği bile savlanmaktadır. Bu bakımdan anne bir taraftan bebeğine ninni söylerken daha sonra uyuturken kitap okumalı.
Çocuk evde anne-babayı okulda öğretmenleri rol model olarak alır. Aile içinde kitap okuma, okuma saatleri düzenleme anne-babanın ömür boyu vaz geçilmezi olmadır. Entelektüel bireyler televizyonu “aptal kutusu” diye adlandırıyorlar. Ülkemizde maalesef düzeysiz diziler… halkımızın müptelası olduğu programlar olmaktadır. Televizyon izlemek yerine kitap okuma alışkanlığı toplumun her kesime aşılanmalıdır.
Toplum olarak aşırı tüketim toplumu olduk. Piyasalarımızı ithal mallar işgal etmiş durumda. Ürettiğimizden kat kat fazla harcıyoruz. Çocuklarımızın ellerinde telefonlar. Sokakta bile telefonlara dalıp gitmişler halleri hüzün verici. Avusturya’dan gelen bir öğrencim söylemişti. “Babam on yedi yaşıma geldiğimde bana telefon alacak.” Bizim çocuklarımızın çoğu telefon bağımlısı.
Çocuklarımızın rol modelleri okulda öğretmenlerdir. Öğretmenlerimiz arasında düzenli okuma alışkanlığı olanlar var. Fakat genelde öğretmenlerimiz az okuyorlar. İdealist öğretmenin elinin altında sürekli mesleki ve genel kültür kitapları olmalı. Sınıfta masasında kitaplar bulundurmalı. Türkçe derslerine öyküler, şiirler, masallar okuyarak başlamalı. Sınıfça halk kütüphanelerine, kitap fuarlarına geziler düzenlemeli. Öğrencilerini okumayı, kitapsever olarak yetiştirmeli.
Sözün özü yediden yetmişe okuyan ve üreten bir toplum olma yoluna acilen girmeliyiz. Ancak okuyan aydınlanan bireyler yurttaş olma bilincine ererler. Yurttaş olma bilincine kavuşan bireyler iradesini başkalarına teslim etmez. Emeğe saygı duyar, tüketici değil üretici ve paylaşımcı olur. Aydın yurttaşların oluşturduğu toplumlar bir arada barış içinde yaşama olgunluğunu gösterirler.
Bu yazıyı ilçemizde karşılaştığım ortaokul ve lise öğrencileriyle yaptığım sohbetler başımı ağrıttığı için yazdım. Çocuklarımızın büyük çoğunluğu İlçe Halk Kütüphanesini bilmiyor! Kütüphaneye üye olan ise hiç yok!
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.