- 632 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Dünden Bugüne Sanatın Serencamı ve Ahvâlimiz
M. NİHAT MALKOÇ
Ülkemizde her şeyden şekva etmek, işin kolayına kaçmaktır. Öncelikle sanatçı dişe dokunur bir şeyler üretecek, ondan sonra konuşacak. Bir kısım sanatçılarımız şikâyet etmekten eser üretmeye zaman bulamıyor. Bu ne acıklı bir durumdur.
Bazıları senelerden beri aynı şeyleri vitrine koyarak sanat diye sunmaktadır. Millet bıktı bu temcit pilavından. Tabir caizse mideler fesat oldu. Sanatta esas olan özgünlüktür. Özgün sanat düzgün sanattır. Kendilerini geliştirmeyen ve yenilemeyen sanatçılar zamana yenilir. Onların adları sanat piyasasından çekilir. Ne kadar direnseler de burada barınamazlar.
Türkiye’de sanatın önemli bir kısmı ecnebi düşüncelere hizmet etmektedir. Oysa her hususta olduğu gibi sanatta da millî bir duruşumuz ve millî bir politikamız olmalıdır. Bu sözümden, sanatın evrensel yönünü inkâr ettiğim anlaşılmasın. Elbette sanatta evrensellik kaçınılmazdır. Fakat sanatın millî ve yerel ayağını da görmezden gelmemeliyiz.
Ülkemizde ne yazık ki devletin millî bir sanat politikası yoktur. İktidarlar değiştikçe siyasetin sanata bakışı da değişiyor. Bu bakış daha çok oya dönük kaygıları içeren, sandık merkezli bir bakıştır. Hükümetler bütçeden bütün ihtiyaç kalemlerini düştükten sonra geriye kalanı(şayet kalıyorsa) sanata ayırıyorlar. Bu da sanata hangi gözle baktığımızı gösteriyor.
Bence sanat biraz da aç midelerde şekillenir. Dört başı mamur insandan üstün vasıflı eserler beklemek beyhudedir. Sanatçı biraz da çileden beslenen insandır. Kıymetli eserler vücuda getiren mevcut sanatçıların yaşadıkları hayat, bunun en bariz delilidir. Onun için sanatçının maddî imkânsızlıkları, sanatın önünde ciddi bir engel değildir. Vincent Van Gogh “Gachet’in Portresi”ni, Pablo Picasso “Rüya” tablosunu saray yavrularında yapmadı.
Türkiye’de sanatçının hayat garantisi yok. Hayatını eserlerinden elde ettiği gelirle idame ettiren sanatçı sayısı iki elin parmakları sayısını geçmez. Birçok kişi bu işle, asıl işinin yanında bir çeşit hobi olarak ilgileniyor. Yani ülkemizde sanat karın doyurmuyor. Bu durum görünürde olumsuzluk olarak nitelendirilse de olumlu yanları da yok değil. Sanatçının müreffeh bir hayat yaşaması, onu daha verimli kılmayabiliyor. Sanatçı çileyle yoğrulunca daha güzel eserler ortaya koyabilir. Osmanlı’da bunun somut örneklerini görmekteyiz.
Günümüzde sanat metalaştırıldığı için onun da bir piyasası var. Toplumun, kadim değerlerinden uzaklaşıp dejenere olmasının olumsuzlukları sanata da yansıyor. Zira sanat, yaşamdan beslenir. Sanat hayatın aynasıdır. Burada da arz talep dengesi söz konusudur. Demek ki toplum böyle bir talepte bulunuyor ki arz da bu şekilde gerçekleşiyor.
Ülkemizde her şeyde olduğu gibi sanatta da görünür bir yozlaşma var. Sanatçıların çoğu öz benliklerini kaybetti. Dinî ve millî değerler görmezden gelindi. Günümüzde teknoloji alabildiğine geliştiği, işler düne nazaran iyice kolaylaştığı hâlde artık Süleymaniye ve Selimiye Camilerini yapabilecek ruhta ve donanımda mimarlar yetişmiyor. “İstiklal Marşı”, “Sakarya Türküsü” ve “Sessiz Gemi” gibi söz abideleri vücuda getirecek şairler, “Huzur”, “Mai ve Siyah” ve “Yalnızız” gibi romanları yazacak romancılar yok toplumumuzda.
Küresel kirlilik ve yozlaşma, kültür-sanat sahasını da esaret altına aldı. Bizi biz yapan yerli düşünceler kültür ve sanat sahasından çekildi. Değerlerimiz kayıp gitti elimizden. Bunu dergicilik sahasında da görüyoruz. Günümüzde piyasa dergiden geçilmese de bizi biz yapan değer ve düşünceleri bayraklaştıran “Sebilürreşat, Büyük Doğu, Ağaç, Türk Kültürü, Çınaraltı, Kültür Haftası, Orhun, Diriliş, Mavera” gibi dergileri arasanız da bulamazsın.
Müziğimizin durumu içler acısı. Nerde arşı inleten o eski mehteranlar? Günümüzde sabah erken kalkan “Ben şarkıcıyım” diyor. Musikimizde İsmail Dede Efendiler, Buhurizâde Mustafa Itrîler yerine “Nane Nane” deyip her türlü naneyi yiyen, “Neremi Neremi” deyip şehvet avcılığına soyunan imalat hatası piyasa sanatçıları(!) var. Ne acıdır ki bunlar piyasadan ilgi ve itibar görüyorlar. Televizyonlarda boy gösteriyorlar. Bu işten karınlarını doyuruyorlar.
Zamanımızda siyaset de alabildiğine kirletildi. Artık şiir yazan, divanlar tertip eden ince ruhlu siyasetçiler yetişmiyor. Zamanımızda “Mûhibbî” mahlâsıyla koca bir divan dolusu şiir yazan “Kanûnî Sultan Süleyman” gibi, “Avnî” mahlâsıyla gazeller yazan “Fatih Sultan Mehmet” gibi, “Sultan III. Murad” gibi, “II. Beyazıt” gibi devlet yöneticileri yok. Gönümüzde birkaç oy için birbirine verip veriştiren, hakaretler yağdıran gündelik siyasetçiler var.
İçimizi karartan, olumsuz bir tablo çizdiğimin farkındayım. Peki, bunca olumsuzluğun kaynağı nedir? Sanat niçin bizi bize anlatmaktan bu denli uzaklaştı? Bize ne oldu? Bence sanat bir imkân meselesinin ötesinde, bir ruh meselesidir. Demek ki çocuklarımıza ilk, orta, lise ve üniversite tahsilleri boyunca o sağlam ruhu inşa edemiyoruz. Dinî ve millî değerlerimizi içselleştiremiyoruz. Bu konuda hususî bir bakış açısı geliştiremiyoruz. Böyle ecnebî bir tezgâhtan yerli ve millî mahsuller çıkmaz. Çıkmıyor da. Bütün mesele budur.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.