- 476 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kızıl Buzul
bir diş ağrısına gizlenip seni seyretmeye başlamıştım. Günlerden neydi, hangi mevsimdeydik, renkler nasıl şeylerdi hepsini unutuyordum yavaş yavaş. Seni kıvrandıran o diş ağrısı geçmesin diye yakarıyordum içimden
Öfkeliydi bakışların. Gerçi ben artık bakışlarını göremiyordum ya, olsun. Her sabah yatağın aynı tarafından kalkıyor, yürümeye başlıyor, lavaboda uzun süre zaman geçiriyor, ev halkını uyandırıp onlara kahvaltı hazırlıyor, kendin için de kahve suyu kaynatıyordun.
Bir çırpıda üzerini giyinip, asansörle otoparka iniyor, arabanın kapısında biraz oyalanıp sonra arabaya giriyordun. Seviyordun otoparktan hızla çıkmasını. Her gün aynı dişçiyi arıyor, onun sana anlattıklarını dinliyor, bunun için hazır olmadığını söyleyip vazgeçiyordun randevu almaktan. Sevinip köşeme çekiliyor, ağzında dolaştırdığın kelimelerden birine takılıp dışarı atılmamak için kendimi o diş ağrısına sabitliyordum.
Uzun boylu geniş omuzlu ve kesinlikle benden daha çalımlı bulduğum bir sevgilin vardı. İş çıkışı onun deniz gören evine gidiyorduk. Kapıda uzun uzun sarılıyordunuz. Çantanı bırakıyordun vestiyere. Soyunup bornozla dolaşmaya başlıyordun evin içinde. Susuyordun bu vakitlerde. Yalnızca kısık kısık nefes alıyordun adam seni kollarına alınca.
Tuhaf bir kokusu vardı bu evin. Yıllanmış şarap ve tütün karışımı, ayrıca naftalin benzeri bir başka koku daha. Telefonunun içindeki hintli kadın bağırıncaya kadar o evde kalıyorduk. Telefonunun böyle çalmasını seviyordun.
Minik bir defterin vardı çantanda. Bir süre arabayla dolaştıktan sonra bir yerde durup, defterini karalıyordun. Nasıl da merak ediyordum neler yazdığını. Bir sigara yakıyordun. Bazan mentollü sigara içip sonra araba kapısındaki cepte duran su şişesinden bir kaç yudum alıyor, ağzını çalkalayıp tükürüyordun. Korkudan ödüm kopuyordu böyle anlarda. Bir tek yanlış hareketimle kendimi su birikintisine kapılmış halde bulabilirdim. Ağzında suyu biraz fazla dolaştırdığında boğulacak gibi oluyordum.
Yola koyuluyorduk sonra. Eve geldiğimizde arka koltukta duran çantanı omuzuna alıp köşedeki markete doğru yürüyordun. Akşamı geceyi göğsünde taşırdın sanki. Uyumak için değildiler onlar. Düşlerini getiriyorlardı sana.
Bazan dişlerini gıcırdatırdın. İki dişinin arasında kalıp ezilmekten son anda kurtarırdım kendimi. Bütün sırlarını öğrenmiştim ve bütün sırlarımı bırakmıştım ağız boşluğuna. Zaten artık dişçi randevusu alabilecek kadar hazır hissediyordun kendini. Gitmeliydim. Bir başka can yangısında, acıyınca içindeki bir yer, belki kelimelerimi istemsizce kalemine yüklerdin. Kim bilir? Belki de damlardım böylece kaleminin ağrıyan yerinden, bir tuhaf iç acıya doğru. Bir kızıl buzul gibi eriyip yok olmazdan önce...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.