17
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
1991
Okunma
Selma, işten dönerken alışveriş yapmıştı. Eli kolu dolu halde evin kapısına geldi, zile bastı, bir süre bekledi; ama açan olmadı. Elindekileri yere bırakıp öfkeyle çantasından anahtarını çıkardı ve kapıyı açtı.
Eve girmiş; ama öfkesi yatışmamıştı. Sinirle çantasını yere bıraktı. Gıda ve temizlik için aldığı poşetlerle mutfağa yöneldi. İçerden çocukların sesi geliyordu. Zile bastığı halde kapıyı açmamıştı çocuklar. Belli ki kulaklarında kulaklık, bilgisayarda oyun oynuyorlardı. “Her zamanki gibi” diye düşündü.
Poşetleri masaya bırakıp çocukların bulunduğu odaya geçtiğinde yanılmamıştı. “Hiç değilse yediğiniz yemeğin tabaklarını, içtiğiniz içeceğin bardaklarını kirli bırakmasaydınız. Şimdi hem mutfağı toplayıp hem nasıl yemek yetiştireceğim?” diye söylendi. Çocuklar annelerini yine duymazdan gelip kıkırdayarak oyunlarına devam ettiler.
İşini seviyordu Selma; ama eşini sevmiyordu. Hele son zamanlarda, kendine iyice düşman gözlerle bakan çocuklarını hiç anlamıyordu. Yine de analık duygusuyla yemeklerini yapıyor, her türlü ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyordu. O yapmazsa babaları hiç yapmazdı zaten. “Belki çocuklar biraz daha büyürlerse anlarlar beni” diye düşünmek, onu biraz olsun rahatlattı. Üzerini değişip mutfağın yolunu tuttu. Hiç değilse bu gece evde dırdır olmasın diye, ortaya bir şeyler çıkarmak zorunda hissediyordu kendini.
Aslında çoktan kararını vermişti eşinden ayrılmaya. Sırdaşım dediği, çok sevdiği arkadaşı buna hep engel olmuş, boşanmamaya ikna etmişti. Toplumda hoş karşılanmadığını, boşanınca kaybedeceği çok şey olduğunu her zaman anlatmıştı ona Filiz. Hak veriyordu; ama içindeki Selma’nın yüreğinde hep delice kaynayan başka duygular vardı. Bunu Filiz’e anlatamıyordu işte. “Hoş karşılamaz belki” diye düşünüyordu.
“Ben ne zaman sevileceğim? Sevgiye açım! Bu açlığı nasıl bastıracağım? Çocuklarımın doğması beni bu düşüncelerden kurtarır sanıyordum; ama olmadı işte. Onlar da babaları gibi duygusuz sevgisiz yetişti. Hala çok genç ve güzelim. Bir şeyler olmalı; çok daha iyi bir şeyler olmalı. Artık hayatımda bir şeyler yoluna girmeli. Bu açlık bitmeli. Sevgi açı olduğum sürece yaptığım her şey mubahtır. Ne yapayım yani? İstediğim sevgiyi birazcık sunsalardı ya bana!” diye düşünerek yemeği yapmaya; yemeği yaparken de kafasında türlü kurgular planlamaya koyuldu.
Eşi geç geliyordu. Yemek yetişirdi nasıl olsa. Sebzeleri doğrarken, bir yandan da uzun süredir gizli gizli konuştuğu, hoşlandığı, beraber olduğu adamı aradı. “Gerçi bu saatte telefona da cevap vermez. Pısırık adam; korkar eşinden” diye düşündü. Haklı da çıktı.
Telefon uzun uzun çalıp kapanmıştı. Aradan on dakika kadar geçti; bu kez arayan karşı taraftı. Sesi oldukça sinirliydi.
-Ben sana belli bir saatten sonra arama demiyor muyum? İyi ki telefonu sessize almışım; yoksa evde kavga çıkacaktı. Şimdi sigara almaya diye dışarı çıktım. Neden aradın bu saatte?
Bunları duyunca bütün hevesi bir anda kaçtı.
-Tamam, bir şey yok!
Buz gibi ses tonuyla telefonu kapattı. Bu adamı def edip başka birini bulmayı çok istiyordu uzun zamandır. Artık zamanının geldiğini düşünüyordu. “Ben sevgiye, ilgiye açım. Bunu anlamadığı sürece ben mutlu olamam. Oysa kaç kez söyledim ilgisiz bırakmamasını” diye düşünceler dolaşırken beyninde hafiften bıçak da eline dokunmuştu. Az da olsa canı yanmış, daha da öfke yumağına bürünmüştü.
Yemeği bırakıp yan odaya geçti. Koltuğa yanlamasına kurulup, ayaklarını koltuğun diğer tarafına uzattı. Düşünmeye başladı…
O gece, kafasında ördüğü düşüncelerle geçti. Sabah olduğunda her zamanki gibi ayna karşısında epeyce zaman harcayıp işyerine gitti.
Aslında Selma bu aralar gerçekten başka birini düşünüyordu. Fakat bunu nasıl yapacağını kestiremiyordu. Arkadaşı Filiz’in uzun süredir görüştüğü, sevdiği biri vardı. Adam da fena değildi hani… İyi bir iş, kariyer, dolgun bir cüzdan ve çok beğenmese de, ortalamalara göre fena olmayan bir fizik… Daha ne olsundu ki?
Aklına ne zaman gelse, kafasından kovmaya çalışıyor, “Selma! O senin en yakın arkadaşının sevdiği adam” diyordu kendi kendine. Filiz, Selma’ya güvenerek adamı ne kadar sevdiğini, hatta bu sevginin çok temiz bir sevgi olduğunu, daha el ele bile tutuşmadıklarını; ama adama çok güvendiğini defalarca söylemişti.
Adamın Filiz’e verdiği değeri her fırsatta Selma’da görüyor, içten içe kıskanıyordu. “Neden benim karşıma çıkanlar bunun gibi değil?” diye düşünüyordu. Bazen kıskançlığı öylesine kendini yiyip bitiriyordu ki; olaylarda Filiz’i yanlış yönlendirmekte sakınca görmüyordu.
Aradığı fırsat bir saat sonra eline geçti. Telefon çaldığı zaman gördüğü isim kendini de şaşırttı; ama gülümsemeden edemedi. Filizin sevdiği adam kendini arıyordu. Ona bir hediye almak konusunda fikir danışmak için aradığını söylüyordu. İşte bu fırsat kaçmazdı. Yarın işten sonra bir alışveriş merkezinde buluşup, iyi bir hediyeyi birlikte almaya karar verdiler.
Ertesi gün ve diğer birkaç gün hep hediye bulmak için sürekli bir araya geldiler. Selma hiç boş durmuyor, adamın aklını iyice çeliyordu. Günler günleri kovalıyor, hediye konusu unutuluyor; ama sürekli buluşup konuşuyorlardı.
Bu arada Filiz de dertleşiyordu Selma’yla. Adamın kendinden uzaklaştığını, sebebini merak ettiğini, sormaya cesaret edemediğini söylüyordu. Selma büyük bir keyifle dinliyor, biraz zamana bırakmasının iyi olacağını söylüyordu. Yalnız kaldığında da; “Demek etkilemeyi başardım. Şimdi iyice elde etme zamanı” diye düşünüyordu.
Selma, Filizden aldığı tüyolarla adamı iyice kendine çekmeyi başarmış, hatta daha da ileriye gitmişti. Filiz’in gün be gün nasıl eridiğini görüyor, üzülmüyordu. “Sevmek benim de hakkım” düşüncesi hâkim olmuştu iliklerine kadar. Filiz’in, evi ve çocukları için yaptığı iyiliklerin hepsini unutmuş görünüyordu. Nasıl olsa başka bir kız arkadaş edinirim düşüncesi onu tazeliyordu. “Hele şu aşkı içime sindirerek yaşayayım önce” diyordu beyninde.
Önceleri gizli saklı buluşmalarla devam ederken, artık çok saklamak istemiyordu Selma. Her şey yolunda giderse eşinden boşanmayı, o adamla evlenmeyi göze almıştı. Şimdilik bunu anlatabileceği, paylaşabileceği kimse yoktu hayatında. Bundan sonra kendisini sevecek biriyle beraber olma düşüncesi onu çok mutlu ediyordu.
Şimdiye kadar düşüncede kalmıştı hepsi. Adamdan, evlilik veya uzun süreli beraberlik sözü hiç çıkmamıştı. Bekleyecekti; ama istediğini almazsa adamın başına bela olmayı da düşünüyordu.
Bu bela tam da bugün gelmişti. Böylesini beklemiyordu; hamile kalmıştı. Hemen adamı arayıp haber vermişti. Buluşmaları gerekiyordu.
Adama açıkladı. Böyle bir şey beklemediğini, gönül eğlendirdiklerini, ciddi bir beraberliği hiç düşünmediğini öğrendi. Yıkıldı. Ne yapacağını bilemez halde, ruhen tek başına kalmıştı buluştukları kafede. Gözlerinden süzülen yaşlarla kafasını kaldırıp, adama kendini iyice acındırarak “Ben buna layık değilim” derken, kendilerine merakla bakan bir çift gözle karşılaştı. Filiz, iki masa ötelerinde oturmuş, onları izliyordu. Her iki kadında birbirine bakıyordu.
Hiçbir şey söylemeden yerinden kalktı Filiz. “Dünya etme bulma dünyasıdır Selma. Elbet bir gün ettiğini bulacaksın” diye düşünerek çıktı kafeden. Selma, sanki onun iç sesini duymuş gibi “Hiç merak etme Filiz; ben belamı buldum” diye düşündü.
Hem en iyi arkadaşını kaybetmişti hem onurunu. Çocuklarını ve eşini kaybetmemek için çaba sarf etmesi gerekiyordu. Önce bir yolunu bulup karnında ki bebeği aldırdı. Eşine daha iyi davranmaya çalıştı. Evliliğini kurtarmak için elinden geleni yaptı.
Evliliği yine eski düzende devam ediyordu. Uzun bir süre aklı başında davrandı; ama içindeki sevgi açlığı dinmemişti. Yeni hedefler bulmak için araştırmalarına devam ediyordu.
Sevgi için, yolu nasıl olursa olsun mubahtı onun için…
Gülhun ERTİLAV