- 998 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
530 - ŞAKAK LADENİ
Onur BİLGE
“Bülbül’üm,
Sana o kadar dedim, dilimin döndüğü kadar nasihat ettim ama kime söylüyorsun! Bir kulağından girdi, diğerinden çıktı, değil mi! “Sakın bir adama başka bir adamdan söz etme, duygu ve düşüncelerin de yaptıkların da gizli kalsın, bu senin lehine olur yoksa güven ve sevgi azalır.” diye! Dilimde tüy bitti ama sen ille de pazar günü papaza gideceksin ve itirafa başlayarak kutsanacak, arınacaksın! Yine tembihledim:
“Gün içinde olup bitenleri akşam geldiğinde ona bir bir anlatma! Dilini tut! Bülbülün çektiği, dil belasıdır! Anlatma hastalığı mı var sende!”
“Haklısın, o kadar dil döktün benim iyiliğim için ama bu işler tecrübe ister ki o da bende yok! Nasihatlerin değeri de yaşanmadan öğrenilmiyor.” dedin.
“Hayat, kötü bir öğretmendir. Nasihatlere kulak asmaz, burnunun dikine gidersen, önce imtihan eder, sonra ders anlatır! Her şey her zaman herkese anlatılmaz ki! Aile kutsal bir yapıdır. Onun selameti için ne gerekiyorsa yapılmalıdır. Hatta yuvanın yıkılmaması için yalan söylemeye bile izin verilmiştir. Arabulmak için ve savaş zamanında da öyle… Böyle zamanlarda mubahtır. Yalan söylemeni tavsiye etmiyorum ama olanı biteni onun avucuna yazmanın ne âlemi var! Dil ebsem, baş esendir. Bazı şeyler de sende kalsın! O her şeyi bilmek zorunda değil! Özelin hakkındaki öğrendiği her şey senin aleyhine olacaktır. Yalnız, vicdanını rahatsız edecek şeyler yapma ki ona anlatarak arınma gereği duymayasın! Bak bizim arkadaşlığımız ne kadar saf ve temiz. Vicdanını rahatsız edecek bir şey var mı konuşmamız konusunda? Hudutları ihlal ediyor muyuz?”
“Hayır. Sınırları geçmiyoruz ki vicdani rahatsızlık versin! Bir arkadaşlıktan ruha huzur, sorunlara çözüm gelecekse, engellenmemesi için bahsetmemek daha hayırlıdır. Onun için senden bahsetmedim. Gizli arıyorum. Mecburum da buna. Sorunlarıma çözüm arıyorum. Başka elimden tutacak kimsem yok.”
“Hep böyle oldu, böyle kaldı. Bundan sonra da böyle kalacak. Sana kim dedi geçmişteki arkadaşlıklarından söz edip, durduk yerden şimşekleri üzerine çekmeni! Geçmişi deşelemenin kime faydası var! Olan olmuş, biten bitmiş, giden gitmiş! Maziden bahsetmenin ne âlemi var! Vicdanın seni rahatsız ediyor mu? Etmiyorsa mesele yok!”
“Dili çok uzun, pabuç kadar! O kadar büyük tepki vereceğini ummuyordum. Samimi bir şekilde paylaşmak istedim. O gün bugün sıkıyönetim başladı! Zaten kıskançlık ruhunda varmış. İyice alevlendi! Dilinden kurtulamıyorum!..”
“Dili tutulasıca!.. Fakat kabahat sende… Dilinin altında bakla ıslanmaz ki senin! Sen körükledin! Bülbül gibi şakıdın! Şimdi yangını söndür bakalım, söndürebilirsen!..”
“Bahsettiğim arkadaşların adlarını diline doladı, her fırsatta beni kızdırmak için tekrarlayıp duruyor. O kadar ki artık o isimleri duymaktan nefret etmeye başladım! Dile kolay! Aylardır aynı terane! Sanki aramızda hazmedilmesi imkânsız şeyler olmuş gibi suçluyor beni. Namusuma dil uzatıyor. El yarası geçermiş de dil yarası geçmezmiş! Yüreğime oturuyor! Haydi, aramızda aman aman bir şeyler olsa da neyse ama bütün sırlarımı sen bilirsin, öyle bir şey yok! Durumu kaç kere dile getirdim, ikna edemedim! Gel de anlat!..”
“Der tabi! Dilin kemiği yok. Eline koz verdin. Körün aradığı bir göz, ikiyi buldu, ne söz! Kurtul bakalım dilinden kurtulabilirsen! Dilin cirmi küçük, cürmü büyüktür. Dilim, seni dilim dilim dileyim, başıma geleni senden bileyim. Ne gelirse, dilimden gelir, dilim durursa başım esen bulur. Düşünmeden konuşursan, konuştuktan sonra düşünür durursun işte böyle! Şimdi sana bir şeyler söylemek isterdim ama dilim varmıyor!”
“Tahmin edebiliyorum ne diyeceğini. Dilin kılıçtan keskindir senin! “Aptallığına doyma!..” diyeceksin, değil mi?”
“Ne akıllı kızsın! Leb demeden leblebiyi anladın! Demek ki aptal falan değilmişsin, vazgeçtim! Dilimi eşek arsı soksun! Bir şey diyeceğim de… Bilmem ki nasıl desem! Her şeyi telefonda anlatmak mümkün olmuyor. Sana mektup yazmak istiyorum ama nasıl göndereceğimi bilmiyorum. Kocanın eline geçmesinden ve sana zarar gelmesinden çekiniyorum.”
“Zarfın üstüne adını yazma. Benim mektuplaştığım kızlardan birinin adını, mesela “Hülya Arı” yaz. Adresini de yazma. O anlamaz. Hülya’dan geldiğini zanneder. Hem postacı, mesai günlerinde ve o evde yokken geliyor. Bir şey olmaz, merak etme! Adresimi vereceğim sana, sen de bana verirsin ama mektubun içine de zarfın üstüne de yazma. Sen söyle ben kaydedeyim.”
“Tamam. Anlaşıldı. Bir şey daha var. Kaç kere dilimin ucuna geldi de diyemedim. O dillere destan güzelliğini şöyle evimin duvarında her zaman görmek istiyorum. Bende vesikalık, siyah beyaz bir resmin var. Renklendirilmiş haftalık bir resmin varsa bana gönderir misin?”
“Siyah beyaz var. İstersen sen renklendirtirsin.”
Dile gelen ele gelir. Fotoğrafın gelecek ya… Sen gelecekmişsin gibi sevindim! Bana son zamanların en güzel müjdesi oldu bu sözün! Dilim dolaşmaya başladı. Hem büyüttürürüm, hem de renklendirtir, çerçevelettiririm.
Seni ilk gördüğümdeki gibi olurum, dilim tutulur güzelliğinden, zarfı açıp da resmini gördüğüm zaman! O günden beri adını virt ettim kendime. Hiç dilimden düşürmedim, inan ki ama bunu sana hiçbir zaman söyleyemem! Zaten söylesem ne değişecek! Sana ulaşamam ki! Ne kadar isterdim benim olmanı ama dilden gelen elden gelse, her fukara padişah olurdu.
Senden mektup yazmak bahanesiyle adres istedim. Hem iletişimimiz daha ucuza gelsin diye hem de her ihtimale karşı nerde yaşamakta olduğunu bileyim diye. Sana telefon faturasından söz edemezdim ya. Biriktirdiğim bütün parayı postaneye yatırdığım için beş parasız kaldığımı söyleyemezdim. Dile kolay, günlerce gece gündüz çalışmıştık çocuklarla, o üç beş kuruşu üst üste koyabilmek için! Yaptığım şeyleri satmak için sokak sokak dolaşmaktan dilleri bir karış dışarıya çıkmıştı!
Ben de çok konuşuyorum. Dilimin freni yok! Sözü gerektiğinden fazla uzatıyorum. “Şakak Ladeni” derdi analığım bana. Dilim çözülmeye görsün! “Beş kuruş ver, açtırt ağzını, on lira versen, susturamazsın!” derdi. Dilimin ceremesini çekiyorum şimdi.
Dünyada bu kadar çekiyorum, ahrette ne kadar çekeceğim, bilmiyorum! Bilmek de istemiyorum! Ağzımızdan çıkanlar, Allah’ın huzurunda tekrarlanacak, dinlettirilecek! Yüzüm yerin dibine girecek!.. Kendim de cehenneme!.. Maazallah!..
“Susmak, en kolay ibadettir.” diye bir hadis okumuştum, takvim yaprağında. Galiba benim için en zor şey!..
Şakak Ladeni”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 530
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.