- 993 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
12Suskunluklarımız benlik direncimizi aştı 12.
Belki benimdir, geçmişten gelen terlikler, dünya küçüktür seyyaha bakarsan, o gezer, o görür, o okur yazılmayanları, belki de hiç okuyan olamadı yazanları kim bilir ömrü ve gözleri yetmedi uzaklara bakmaya, zaman geldi sallandı kapı gıcırtıları ile zaman geldi bir cam kırığı toprağa battı, belki de bir gün bir terliksiz ayağa batacak, işte o zaman da sorulacak bu camı kim attı buraya diye, ardından Güneş yarım ışığını tepecek odaya kırık camları sekerek, ardından geçmiş çıkacak pat diye ansızın nerde bunların gözleri derken ve hak eden olacak yalnızlığı ile yalnızlık sonrası titremeleri, bir gün sahipsiz düşler karışacak anılarla yaşama, ve kimliği belirsizler çıkacak halay ederken geçmişten bu güne ve ardından küçük kız soracak bu güne değin nerelerde nefes aldınız diye cevap sadece okunamayan mezar taşlarında vardı oysa, geçmişe söz geçiremeyen...
Bir kapı, yamacında çengeli tutmaz bir dolap, bir yaşam, bir umut, yarınsızlık engel bir düşünce, uzaklar baş edilmez ağırlık ve gecenin sonu, tan uzaktan baka kalmış, içimde bir burukluk, bir yazgı ancak geçmişten gelen okuması gariplik, oysa yaşam yaşanmışlıklarla dolu ve sadece umut kapının önüne örtüsünü sermiş, ister uyu üzerinde ister bas geç sonsuzun ilk adımına, oysa yarın umutların çöktüğü sabahın tan beklentisinde, oysa yarın özlem yüklü dağlar bayıra serilmiş bir yarın avuçların ucunda sanki...
Sana doğru yürüyorum, bendeki her şey sana gidiyor, yaşam gidiyor, her şey gidiyor, ben de kalan tek şey düşler, düşler ötesi sen varlığını tetikleyen her anı, her düş karesi benle sana doğru gidiyor, belki de yaşam ve yaşama dahil çok şey senden yana ve benden sana doğru giden…
Zorluyorum yaşamı, zorlanıyorum yaşamda, kaç zamanın boşluğu bu olan, kaç düşünce öksüzü bu yaşamın son hali, birkaç cümle, birkaçı renk olmuş düşüncedeki sen varlığı ile…
Parlak bir gün başı ve omuzlarımda sabahın ilk ışıklarının parlaklığı gözüme vuruyor.
Denizi gören bir cam arkasından ilk ışıkların denizdeki yakamoz karmaşası ile kararsız bir gün hareketsizliği ile dağılmış önce düşüncelerden kurtulma çabam olmadan, kahvaltı işimi halledip, yabancısı olduğum bu beldenin gizeminde kalmak için aceleci bir ruh yapısı ile tembelliğin açmazı içinde bocalıyordum…
Kaç yıldır buralara gelip kendime göre saklılarımı görmek istiyordum…
Akdeniz duru bir mavilikle karmaşa düşlerin çarpışmasından doğan bir acemilik hissi.
Ne kadar da çok cam bakıyor denizin garip şekilde dağılmış maviliğine…
Kız kulesi, cennet cehennem derken, uzayan yol sonundaki Mersin ve denizin hüzün birleşkesi, otelin çoğunluklu camları denize bakıyor derken, aklıma Akdeniz sahillerine ait dilimde dolaşan birkaç cümle…
Galiba yalnızlıkların düşleri bu sahillere uzanıyor ve yalnızlığın ve yalnızlığa dair tüm düşünceler buralarda da tüketilmeye çalışılıyor…
Öyle açmaz ve çıkmaz olayların içinden sıyrılıp, bu günlere ve bu yollara ulaşmak, içimdeki kendi benliğime hükmetme duygusu yaratıyordu…
Düşüncelerin hep geçmişe dair karakter üretmesi, galiba benim yapımdaki bir zaaf veya çaresizlikti…
Bir anda senin anlattığın özleme dair Akdeniz otel odasından yazdıklarını düşündüm.
Ne kadar da büyük bir özenle seçilmiş cümlelerin uzaklarda doğacak sevgili düşleri ile bocalamam düşündürdü beni.
Galiba sevgililer birbirlerinden uzaklaştıkça aradaki sevgi bağı kat kat büyüyordu…
Uzaklar buraları, hem de uzakların en yakını sana... Kaç zaman alır gözlerini düşlemem. Kaç zamanıma mal olur sesini düşlemem, uzaklar buraları, hem de düşlemenin en yakını…
Akdeniz’in mavi suları, denize çok yakın ama çok yüksek bir cam arkası otel odasında düş kurmalar bunlar…
Bir Martı kanat çırpması ile yaşamda var olmaya çalışıyoruz, Akdeniz rüzgârında sıradanlık buralarda bunlar, beyaz kanat vuruşları…
Beyaz kanat vuruşları, sıradan düşler bunlar, dalga köpüklerinde yürümek. Bir yerlere belki de sana en yakına, en uzağın ertesinden en yakına yürümek, yaşama, yalnızlığa, karartıların ardından düş kurmak, bir camın ardındaki buğuları silmek, gökyüzü alaca, dünkü yağmur korkusu sanki bulutlardan ve vedanın içe içe sinmesi, kasvetin beden sarsıntıları ile karamsar düşler vuruyor köpüklere sanki…
Ve ben uzakların en yakınındaki sana koşmak, köpüklerde adımlarımı dik tutmak ve varmak sana ki çok eskilerde kalmış hayâl çarpması bu düşler…
Ve özlem, yılların öncesine uzanan başlangıcı ile bu güne sarkarak içimde tükenmeyesiye öfkeler ve üzüntüler bırakarak yıllara sarkan yaşamımı alt üst etti…
Bir başlangıcı olmalı bu sana yakın kısmın uzayıp yıllara yayılan bu düşlerin bitimi ve özgürlüğü için…
Yıllarca gidişinin ardında kalan zamanı nefeslendim, ürkek ve de bitimsiz öfkelerle, sadece belki de bir benlik savaşı bu yıllar yılı gecelere sarkan…
Ardından bir ömre titremeleri ve diş gıcırtıları bırakan, hak edilmeyen bir yaşam kesiti bunların tümü sonu yorgunlukla biten…
Anlatımı en zor yaşam kesiti bu tüm düşünceleri ve yalnızlık zamanlarını şarkılarla yaşamımın an zamanlarını birleştirişim…
Zaman yorgunluğunda artık bu beden bu bitimsiz sevginin tutsaklığının belki de en yorgun zamanlarının içinde hasret ve öfke kovalamacasında…
Sadece sevgi öfke zıtlığındaki düşün ve çarpışlarında nefes almaların artık yorulmuş zamanların içinde var olma savaşımı…
Uzaklar buraları, ama sana en yakın düşlerin sıralandığı zamanlar bunlar, sadece cümlelerin içinde varlık savaşımın devamlılığındayım sanki…
Rüzgâr uzaklardan sana doğru yönlenmiş en yakınından da uzaksın ona ve bana en yakınımdasın uzaklarımdan…
Sende bana bir zamanları uzakların en yakınındaydı…
Galiba ihanet sevgide dokuz adımlık terkten sonra başlardı çoğu zaman…
Yaşamsa, yaşamdı, yaşanmak için, oysa çok şey vardı yalana sığınan...
Kaç kere sevdim seni, kaçıncı kez severek geçtim tüm düşünceleri, umutlar sendeyken kaç kere yığıldım acılanmalarla yere, yaşam, unutulup senli düşler kurarken, kaçıncı kaçıncı kez kaçıncı kez kendimden sana geçtim, unutulmuş tüm vaatleri boş verip, tek bir umutla seni severek yaşamaktı tüm düşlerim.
Oldu mu ki, olamadı, kendi kendini yok etmeye uğraşan riyaydı, asıl benliğimizi hırpalayan ve umut yarınlara serilmişken, neden dikildi acılar şah damarımızda?
Nereden nerelere düştü bu yaşam?
Senli umutların üstüne acılar serpiştirildikçe ezildi tüm umutlar…
Ve istekler. Ve düşler, değişti, rüyalar kâbusa, arzulara dizginler vuruldu ki sevme duygusu ezilip durdu…
Yaşam boyunca boylu boyunca düştü kaldırımlara, tüm umut serpintileri ve yaşam artık eksik ve eksilerek var olmaya çalışıyor…
Biraz uzakta, sandığın kadar uzakta değilim sana, az biraz beni düşle işte o zaman en yakınında olacak düşlerim, ya sen, sandığımdan fazla uzaksın, hani elimi uzatsam tutacak gibi olur ya insan yüreğini, işte sandığımdan da yakınsın işte, ta dibimde, göz bebeklerime oturmuş uyukluyorsun işte, dedim ya sen hep erken uyursun ya, işte yine vakit erken zamanı ve sen uzaklaşıyorsun düşlerimden...
Gecenin en gölgelisi, gece mavi koyusu düşlerle süslü, uzakların en yalnızlığı, tüm düşüncelerin kararsız zamanlarda volta atışı, sadece özlemin ışığı yanmış sanki açık mavi, yolları düşler insan…
Bu saatlerin arasındaki dakikalarda, unutulmuş ne kadar yaşanmışlık varsa bu saatlerde dikilir düşüncendeki açık kanat kısmına…
Sadece özlem olsa kesersin ucunu bu düşün arkası boşa alınır. Oysa özlemdir başını diklemiş karşında duran…
Sadece yalvaran bakışlarla bakarsın cama. Düşmüş gölgenin parlayan göz diplerine…
Oysa yangın yüreğindedir. Hiç beklenmez aslında bu yalnızlık. Gecenin sesi çıkar ortaya.
Gün dönümü sonrası saatin gece yarısı sonrası zamandır aslında en çok gecenin yandığı geçmeyen saatlerde.
Kusursuz bir düş yorgunluğudur aslında bitemeyen zamanların sahibi ve sen, tek başınalıkla var gücünle göğüslersin bu zaman sonrası arkadaki özleme rağmen kendini fark edip, dolu dolu kendinle konuşmayı bir anda hissedersin…
Ve hem düşün, hem de uykusuzluğun artık kendini dibe vururken, kendinle hesaplaşmalarındır yıllara yayılan zamanların ardında kalan sahipsiz düşlerinle dalaştığın…
Sevmek, gece yarılarından sonra kendi kendine en çok bağırdığın zamanların içinde yaşamak demekti sanki sahipsizlikle kendinle kendine baş etmeye çalışmak…
Sandığından da yakınımdasın... Ve düşler ötesiydi sen varlığınla nefesler almak…
Mustafa yılmaz
Fotoğraf- Oya zobu mutver’e aittir
YORUMLAR
Bu başlıkla yayınladığım, uzun bir anlatım olan bu yazılar, kitap yazılarımdır...
Sonucuna hâlâ karar verilememiş bir anlatımdır, şu an yüz sayfanın üzerine ulaşmış bir yazı serisidir ve bölümler halinde yayınlanmaktadır...
Tüm okurların ilgisine teşekkür ederim...
Mustafa yılmaz