- 1193 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
529 – KARA GÜN DOSTU
Onur BİLGE
Hayat Kaynağı’m,
Sesin hayat kaynağım benim. Yokluğundaki tek tesellim… Bir gün aramasan, sesini duyamasam, dünyam kararır! İnan ki seni duymadan, senden haber almadan yaşayamam ben!
Yazacağım şeyler, senin duymaman gereken şeyler ama nasılsa adressiz mektuplar bunlar ve asla senin tarafından okunmayacaklar. Onun için rahatça yazabilir, içimi dökebilirim. Sana yazarak rahatlamaya çalışıyorum. Sana ve kimseye diyemediklerimi içime sığdıramıyor, bu mektuplara yazıyorum. Hayat üstüme üstüme geliyor! Biriken dertlerimi böyle yazmak suretiyle içimden atmasam çıldıracağım!
Telefon faturası epey kabarık geldi. Zaten maddi durumum bozuktu, bu da üstüne tuz biber oldu! Seni görmek amacıyla İzmir’e gidebilmek için günlerdir biriktirmeye çalıştığım parayı, telefonun kesilmemesi, sesini duymaktan mahrum kalmamak için olduğu gibi postaneye yatırmak zorunda kaldım. Sıfıra sıfır, elde var sıfır…
Ne kadar çalışırsam çalışayım, hep hiç oldum ben. Ne kazandıysam hiç ettim. Bakkaldaki veresiye defterini hiç sorma! Fırıncı veresiye ekmek vermiyor ama bakkal veriyor, sağ olsun! Gide gele samimiyet peyda ettik. Elime geçtikçe azar azar ödemeye çalışıyorum ya hüsnüniyetimi biliyor, idare ediyor. Onun da maddi durumu çok iyi değil.
“Yahu arkadaş! Baba mesleğidir bu iş bizim. Rahmetli dört defter yırttı, kahrede kahrede, ben de bir o kadar yırtmak zorunda kaldım. Daha ne kadar yırtacağımı da bilmiyorum. Veresiye vermesem, satış yapamıyorum, versem paramı toplayamıyorum! Öyle bir çıkmazdayım ki sorma gitsin! Şeytan diyor k: “Kapat dükkânı, yerleş bir köye, iki üç inek al, otuz kırk kadar da tavuk… Ne uğraşıp duruyorsun bu vurdumduymaz insanlarla?” İyi de köy hayatına alışık değiliz ki biz. Şarampol’de doğmuş büyümüşüz. Bildiğimiz bir meslek varsa bakkallık…” diye yakınıp duruyor.
Sana söylüyorum kızım, sen işit gelinim! Anlıyorum ben ama yapacak bir şey yok! Giritli Mahallesi burası… Burada hemen hemen hepimizin hali aynı… Ancak amir memur olanların durumu biraz farklı…
Halkın çoğu işçi… Ya orman dairesinde tohumla fidanla uğraşıyorlar ya da fabrikalarda pamukla iplikle kumaşla uğraşıyorlar. İyi ki Yağ Sanayi, Dokuma, Antbirlik, Ferrokrom, Un Fabrikaları falan var da bu insanlar evlerine ekmek götürebiliyorlar. Fakat bunlar bu güzelim şehre zehir saçıyorlar. Yakında İstanbul’a dönmesinden korkuyorum! Biz oradan, hava kirliliği sebebiyle göçmüştük buraya.
Konuyu dağıtmayayım.”Allah namerde muhtaç etmesin!” diye bir söz var ya… Merde de muhtaç etmesin! Sağ gözü sol göze muhtaç etmesin! O kadar ağır geliyor ki insana! Borç para aldığım kimselerin yüzlerine bakamıyorum!
Zaman zaman çok mecbur oldum, gelen giden gençlerden ödünç para aldım, halen iade edemedim. Onlar da utanıyorlar hatırlatmaya. Hatırlatmaya ne hacet? İnsan borcunu unutur mu! Fakat hal böyle olunca, yetmiyor ki arttırsam da ödesem!
Şimdi diyeceksin ki: “O zıkkımı içmesen belki yeter de artar bile ama alışmış, kudurmuştan beter!” Haklısın! Orası öyle ama… Yine savunmaya geçeceğim, yüzsüz yüzsüz! Beni engelle!
En çok neye üzülüyorum, biliyor musun? Seninle ilgili ne kadar güzel hayallerim vardı. Hepsi de suya düştü! Şu anda çağırsan, şuradan şuraya gidecek imkânım kalmadı!
Kendi derdim yetmezmiş gibi bir de o eski arkadaşı aldım sırtıma kambur gibi… Haydi, işsiz kalmış, yuvası yıkılmış, üniversite mezunu adam, sokaklarda yatıp kalkmasın diye misafir ettim. Her gün iş aramak için çıkar, cebine yol parası, harçlık koyarım. Kader birliği etmişiz. İş bulunca fazlasıyla iade eder. Etmese de olur. Tek başımdan gitse de bir kör boğazımı düşünsem! Her gün o çıkar gider, ben karısıymışım gibi akşama yemeğini hazırlarım. Haspam bir de kadeh kaldırır, kazanıyormuş gibi utanmadan!
Tamam tamam! Ayıp böyle şeylerden bahsetmek ama elde yok avuçta yok! Yokla duvar olur mu? İlk geldiği gün… Hani balık falan almıştı da Izgara yapmış, bir güzel demlenmiştik… İşte o gün, ona durumumun berbat olduğunu söylemek dilimin ucuna kadar geldi ama diyemedim. Kendisi anlar diye vazgeçtim. Halimden belliydi zaten. Ben demiş olsaydım inandırıcı gelmeyebilirdi ama hayat tarzım yeteri kadar anlatıyordu.
Yakub, her akşamüstü eve döndüğünde o günkü gittiği yerleri, yaptığı iş görüşmelerini detaylı bir biçimde bana anlatıyordu. Ben okumuş bir adam değildim ama bunalımdaydı ve aklını tam kapasite kullanamıyordu. O yüzden onu dikkatle dinliyor, acilen bir yere kapılanması için çeşitli taktikler veriyordum.
Yakub, hemen hemen her konuda bilgi sahibi, kültürlü biri… Öyle umursamaz, fırsatçı, bedavacı falan değil ama çok güç bir durumda… Büyük bir turizm şirketinin müdürüyken, yetişkin oğlu, kızı, mükemmel bir evliliği, bir de sevgili sekreteriyle şahane bir beraberliği varken, aynı gün içinde hem karısı hem de sarışın afet tarafından terk ediliyor. Evlatları da yüz çeviriyor. İşinden de oluyor. Öyle eşekten falan değil, minarenin tepesinden düşüyor! İşte onun için iler tutar yeri yok! Saf gibi olmuş zavallım! Yine de içim acıyor. Her sabah ümitle evden çıkıyor, her akşam omuzları çökük, bitkin ve bitik bir vaziyette geri dönüyor. Bir de diyor ki akşamları bana:
“Ah Necmettin! Bir iş bulayım, her şeyden önce seni bir göz doktoruna götüreceğim, numaralı bir gözlük alacağım. İlk maaşımla senin bütün borçlarını kapatacağım! İnan bana! Çok utanıyorum sofrana oturmaya ama ne yapayım? Çaresizim!” diyor. Her seferinde de:
“Söyleme öyle şeyler, arkadaşım! Dost, kötü günde belli olur. İnsanlık öldü mü! Bir kişinin doyduğuyla iki kişi de doyar. Sabret bakalım! Sabrın sonu selamet!” gibi sözler etmek zorunda kalıyorum.
Geçenlerde bir iş buldu. Büyük bir mobilya imalathanesinde… “İş olsun da neresi olursa olsun!” diyorduk. “Anlar mısın bu işten?” diye sormuşlar. Ölçme biçme, hesap kitap işi… “Anlarım!” demiş. Bir de yardımcı kız istemişler, bizim Aynur’u gönderdik, sekreter diye. Avans falan vermişler. Kuş gibi sevinerek geldi. Elleri kolları dolu… Kıyma falan da almış. Aylardan beri, çok şükür, ilk defa et girdi eve! Köfte yaptım o akşam. Mübarek o kadar güzel bir koku çıkardı ki kızartırken, korkarım bütün mahalleye yayıldı! Alabilen var, alamayan var. Yiyebilen var yiyemeyen var. Zaten yarım kiloydu. Çok olsaydı, haydi birer tabak da yakın komşulara götürürdüm de… Pişince de yarıya indi. Topu topu bir tabak… Kime yetecek?
Kul hakkı diye bir şey var. Komşu hakkı... Helalleşmek lazım hepsiyle zaman zaman... Yoksa halimiz harap! Allah: "Bana borçlu gelebilirsiniz ama sakın huzuruma kul hakkıyla gelmeyin!" demiyor mu!
Bizimki havalı havalı çalışmaya başlamış. Özel oda falan vermişler. Yani cam bölmeli bir yer… Aynur da sekreter… Kız daha ilk günden mahalle kızları gibi bir etek bluz giymiş sırtına, ayağında topuklu terlikler… Kırıta kırıta yürümeler… Oradakiler acayip acayip bakmışlar. Yunus çekmiş kızı kenara:
“Beni rezil ettin Aynur! İnsan iş yerine terlikle mi gelir!” demiş. Nasıl giyinmesi gerektiğine dair de epey bir şeyler söylemiş. Kız yakayı paçayı düzeltmiş, bir memure hanım gibi giyinmeye başlamış ama bizimki hesaplamada öyle bir hata yapmış ki mobilyacılar epey bir zarara girmişler. Kullanılacak tahtanın milimi milimine hesaplanması en ekonomik tarzda kesilmesi gerekirken o yanlışlıkla beş altı santim fazla kesilmesi için bilgi vermiş. Anlaşılmış bu işte acemi olduğu… Yani hiçbir şey bilmediği… Bir de dikkât eksikliği var… Üniversite mezunu olmak, hesap kitap bilmek yetmiyor işte böyle! Verivermişler tezkeresine eline! Döndü geldi. Kös kös oturdu, anlattı… Ağlamaklıydı. Onunla beraber kızı da işten çıkarmışlar. Buna demişler ki:
“Sen hesaplama falan yapma bu ay sonuna kadar muhasebe işlerine bak! Almış olduğun avanstan başka hak ettiğin kadar daha verir, helalleşiriz!”
“Ne demek istedi bunlar bana? Helalleşmek ne demek? Bir şey anlayamadım, Necmettin!” diye bana soruyor.
“Bunda anlaşılmayacak ne var! “Biraz daha çalışırsın. Borç alacak kalmaz, hesabı keseriz. Sen yoluna biz yolumuza…” demek istemişler. Ne var bunda? Neden anlayamadın?” dedim.
Garibim, inanamamış işten atıldığına. “Ay sonuna kadar çalışırsın. Helalleşiriz!” Sözünden ümitlenmiş galiba. Sonunda anladı. Omuzları düştü, oturduğu yerde yığıldı kaldı. Hal diliyle:
“Vay be!.. Biz bu hale düşecek adam mıydık!” diyordu.
Kara Gün Dostu”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 0529
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.