- 563 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
DENEME/DİĞİM NE Mİ KALDI?
‘’Burada sade, doğal, sıradan halimle görünmek istiyorum, yapmacık olmadan. Çünkü çizeceğim resim, kendi portrem.’’(Montaigne)
Öncesinde an’ımın daha doğrusu beni ben dahi tanımazken ve okuduğum aşk romanlarında hep mazlum bir taraf vardı: seven kadın ve arzularına ket vurup, aşkına ihanet etmeden sadece kendi doğrularına sahip çıkıp sevdiği adamı bekleyen ve asla kavuşması mümkün olmayan ta ki romanın son sayfalarında bizler tırmıklarken kollarımızı ve her nasılsa aşka düşmüş bizmiş gibi…
Sayısız romanını okuduğum yazarlar üstelik bir ritüel bellediğim ve en fazla iki gecede sonlanan romanlar ve sessizliği mabedim; okuduklarımı mahremim bilip, beni benden uzak kılan ama en saklı duygularımı da su yüzeyine çıkaran.
Yirmili yaşlarımın coşkusu çerçevesinde.
Derken ruhumu konuk ettiğim ve korkmayı arzulayıp kendi banal korkularıma rest çektiğim o muazzam gerilim romanları.
Stephen King’ten tutun Robin Cook’a ve D.R. Koontz’a kadar ve hangi kitapsa yine bu kanıksadığım yazarların kaleminden çıkan.
Sanırım Vektör idi ilk okuduğum gerilim romanı ve arkası geldi de.
Hayatımın en sakil ve en bedbin dönemini yaşadığımı sandığım yıllar sanırım başımda gecikme ile esen kavak yelleri.
Dokunsanız ağlayacak ben’in birincil versiyonu ne de olsa mesleki yaşantımdaki iniş çıkışları baz alıp dönem dönem girdiğim bunalımların da ara nameleri idi okuduklarımla hayattan kaçtığım ve asla bir yazı kaleme almak haddime mi, gibilerinden bir telaffuz da sunmamıştı iç sesim o dönemlerde.
Akabinde aniden bir soğuma geldi: okumak ne haddime neredeyse kitaplar batıyordu bana aslında bana batan yine bendim ve kendimden değil uzaklaşmak hesaplaşmak bile ne aklıma geliyordu ne de haddime düşerdi.
Geçmiş zaman olur ki…
Neşemin en yüksek rütbeye eriştiği, hüzün sarmalından henüz nasiplenmediğim işin doğrusu evin küçük kız çocuğu salınımında bir yandan sevdiklerim tarafından pışpışlanırken…
Boyutlar değişirken insanın ilgi alanı da değişiyor ve yine mecramda at koştururken hayatı sorgulama gibi bir lüksüm de yoktu-yoksa hata mı demeliyim?
Ne de olsa bana sunulan hayat prenseslere layıktı ve ne bir sorumluluğum vardı ne de büyük ölçekte bir sorunum.
Gelişigüzel yaşadığım, sporuma istediğim kadar vakit ayırdığım ve küçüki güncel sapmalarla hayatımı idame ettirdiğim. Detaylara girme hakkım yok en azından şimdilik zira Montaigne kadar cesareti bulacak bir noktada değilim-bu arada kim oluyorum da kendimi böylesine bir yazarla kıyaslıyorum bu anlamda tüm deneme severlerden özür diliyorum.
Kütüphanemde fazla klasik de bulundurmadığım bir dönemdi sadece İngilizce yazılmış sayısız kitap yine mesleki kariyerimde bana ışık tuttuğunu inandığım ve yine o dönem içine düştüğüm çeviri aşkım.
Profesyonel anlamda çeviri yaptığımı asla iddia etmesem de farklı konu ve türlerde çeviriler yapmaktı bir ara en büyük hobim bu yüzden sayısız çeviriyi para almadan yaptığım ve mutlu mesut yaşadığım bir süreç.
Detayları sevsem de beni en zora sokandır bu anlamda hangi detayı baz alırım da günbegün izah edebilirim dünü yine içimde saklı öylesine tarihler var ki… ne siz sorun ne ben söyleyeyim.
Zaman hızını ve benden de hıncını aldıkça çoğu şeyden soyutlanmaya başlamıştım ve hasbelkader kendimi hiçlikle iştigal ederken buldum.
Benlik güdülerimde yine bilincimi teslim alan hep hayallerim olmuştu ve her nasılsa bilinçaltımın zengin kaynaklarından beslenmek nasip oldu hele ki son zamanlarda görünmeyen buzdağı ile olan savaşımda da mesnetsiz ithamlar sundum bol bol: önce kendime sonra yine kendime bu yüzdendi aslında tüm sıkıntım: alt etmekle yükümlü olduğum benlik problemler bir yandan da yükümlü olmaya özen gösterdiklerim.
İşin aslı, ilk etapta yazdıklarıma herhangi bir isim konduramadım keza lise yıllarında yazdığım sayısız kompsizyona da ve bir gün Montaigne ile tanışma fırsatım oldu.
En çok cezbeden de ruhun alabildiğine çıplak sunumuydu.
‘’Kendim’’ dediği bir karakter.
Hele ki; bir ömür kendim olarak kalabilmek için sayısız şeyden ve sayısız insanda vazgeçen ben ki; asla içinde ikinci bir ben’i de barındırmak istemeyen her ne kadar değişken mizacımla sayısız kimlik yansıtsam da kendime ve yakın çevreme lakin en eşsiz gözlemi yine bir ömür kendinde yapan ve yalpaladıkça kaçış noktası olarak gizlenmeyi işaretleyen ben.
‘’Utangaç ve iddialı’’diye tanımlamıştı ünlü deneme yazarı.
Utangaç kimliğimle özdeştim lakin iddialı olmak konusunda sayısız gel-git yaşayan biri olarak ya da ilgi alanlarım sürekli değişirken hangi konuda iddialı olduğumu söyleyebilirdim ki?
Belki branşlaştığım uzmanlık alanlarımda lakin sıkılıp başka bir dala konan.
Ama tek iddialı olduğum bir konu vardı ki bunu hayatımın her saniyesine taşımaktan da gurur duyduğum hele ki insan tam anlamıyla bir sevgi arsızı iken.
Dokunaklı bir tema, değil mi lakin konu dokundurmak ya da dikkat çekmek değil bilakis silik olmayı tercih ettiğim lakin illa ki göze battığım sayısız topluluk üstelik kendimi bildim bileli.
Konuya girerken sadece yazdıklarımın deneme türü olup olmadığını bile bilmezken, deyip ve konuyu üstada getirip noktayı koyacaktım lakin konu insanın kendisi oldu mu ve yine çözümlemekle iştigal bir karakteriniz varsa üstelik sizi zora sokan bu da yetmezmiş gibi çevrenize de yansıttığınız.
Aslında sayısız zıtlıklar da söz konusu idi yine Montaigne konuyu kendisine getirip yine bir türlü kendisinden çıkamazken.
Hele ki zıtlıklar size ayrı bir coşku ve mutluluk verirken mesela görüntü itibariyle; mutsuz ve melankolik bir yapınız varken ansızın gülmeye başlayıp kocaman kahkahalar atıyorsanız ya da mutluluğun doruğunda ağlamaya başlayıp da kendinize dokunaklı hikâyeler ve kahramanları yaratıyorsanız hele hele ki yalnız geçen çocukluğunuzda hayali kahramanlar sayesinde hayatı daha o zamandan yaşanır kılmışsanız…
Hatta o ünlü söylem yine Montaigne için kullanılan:
‘’İlk modern insan.’’
Üstüne üstük klasik zevkleriniz varsa ve modernlikten ne anladığınız zamana ve çağa göre de değişim gösteriyorsa…
Yine de değişmeyen tek şey değişimin arz-ı endam ettiği değişmeme ihtiyacını körükleyen ve değişime karşı duramadığımız belki burada bir virgül açmalıyım neden derseniz:
Klasik zevklerin ve alışkanlıkların birincil kaidesi belki de kitaplar özellikle teknoloji sayesinde internette rast geldiğimiz o muazzam bellek yine istediğimiz kitabı indirip okuma lüksüne sahip olduğumuz lakin bir istisna var en azından kendi adıma.
Çok istediğim bir kitabı elime aldım kitapçıda geçenlerde lakin sanal ortamda o kitaba rastlamıştım ve almadan çıktım. Akşamında okumak istedim kitabı ve sayfa sayfa taramaya başlamıştım ki… masada duran fosforlu kalemler bana göz kırptı ve ekrandaki satırlar da bana göz kırpıyordu: ya çıktı alacaktım ya da okumayı bırakacaktım. Karar veremedim lakin tatsız bir duygunun hâkim olması ile kapadım bilgisayarı ve ertesi gün hiç üşenmeden gittim aynı kitabı o eşsiz kokusunu ciğerlerime çeke çeke aldım ve işte zaferi fosforlu kalemlerim kazanmıştı ve de klasik zevklerim uğruna para harcamaktan çekinmediğim.
Üstüne üstük hayatı deneme-yanılma yöntemiyle yaşayan bir insan olarak gerçi kim için ne derece doğru bir tanım, tartışılır lakin denemekten gayrisi varsın yanılarak doğruya yaklaştığımız gerçeği olsun, sevdiğim kadar hayatı yine duyumsamak da hatalarımı ve özür dilemekten de asla çekinmediğim hele ki karşımdaki sevdiğim bir insan da oldu mu…
Densiz seyrinde hayatın, modern şehir insanı görüntüme rağmen, tüm klasik zevklerimle yaşamak da benim vazgeçilmezim üstelik tüm zararı yine kendisine dokunan bu yüzden özgürce yaşamak ve dillendirmek belki bir kıstas belki de kimine göre bir handikap lakin işin içine sevgi ve iyi niyet girdi mi…
Denemediğim ne mi kaldı?
Bunu da zaman gösterecek.
Sevgilerimle.
YORUMLAR
Gülüm Çamlısoy
Çok teşekkürler.
Esenlikler diliyorum.
Saygılar, selamlar kalben.
Gülüm Çamlısoy
Çok çok teşekkür ediyorum duyarlı varlığınıza.
En iyi dileklerimle.
Selam olsun dost yüreğinize...