- 866 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
TOPLUM VE GELENEKLER ÜZERİNE!!!
Konak-Karşıyaka Vapur İskelesi ve Akabinde Yolculuk Esnasında Kaleme Aldığım Yazım.
11 Mart 2008 Saat 17-50 ve Sonrası.
Bir milletin gelişmesini,ilerlemesini sağlayan çok önemli kollar ve bu kolları besleyen çok önemli dallar vardır.Milletin yaşam standartını arttıran ve toplumsal yaşamı kolaylaştıran pek çok icat bu dallar sayesinde bulunmuştur.Bu dallara baktığınızda ise insanoğlunun yerküre üzerinde bulunduğu ilk andan bu yana geliştirdiği sistemlerin izlerini görürsünüz.Yani felsefeyi ve sonrada felsefenin yaşamla empirik bir şekilde bütünleşmiş hallerini görürsüznüz.
Milletler bu dallara ve bu dalları besleyen kollara sımsıkı sarılarak ancak ve ancak ilerleme sağlayabilmiştir.Aksi bir tek olay yoktur.Mesela Amerika bilim ve teknikteki ilerlemesini kilisenin öğretilerine uyarak başarmıştır.Orta Çağ Avrupa’sında ise bu öğretileri skolastik düşüncenin azda olsa dışına çıkarak eleştirmesiyle gerçekleştirebilmiştir.Örf adetlerine sımsıkı sarılarak yanlış olanlarını düzelterek gerçekleştirmiştir.Keza Fransa’da da bu böyle olmuştur.Sanayi inkılabının başladığı ve medeniyetin beşiği diye adlandırılan İngiltere bile bu kollara ve bu kolları besleyen ana ırmaklara sahip çıkarak ve onları tekamül ettirerek ilerlemiştir.Hümanizma akımının Fransız İhtilali’nden sonra yayılması ve bazı yanlış yargıların değişmesi bu doğru ilerlemenin kesin delilidir.Bilim ile din ta o zamandan bu yana hatta ve hatta ondan önce dahi iç içe yaşamış ve birbirlerinin alanlarına ara ara tecavüz etmişlerdir.Ancak bu tecavüz zaman zaman fayda sağladığı gibi zaman zamanda zarar getirmiştir.Ancak bunda ne bilim ne de din suçlanmalıdır.Suçlanması gerek bu iki miti kendi yargılarına göre yorumlayan insanoğlu olmalıdır.
Dünya bilimine çok büyük katkılar sağlamış olan Alman Albert Eınstein’ın da dediği gibi:’Dinsiz ilim topal,ilimsiz din kördür.’Yani bilim ve din dolayısıyla örf,adet ve an’ane asla bir biriyle zıt düşmemektedir. Örf,adet.an’ane bir milletin kültür damarlarını besleyen kan pıhtılarına benzer.Eğer damarı çatlatırsanız kan vücudun derinliklerine kadar sızar.Vücut bir iç kanamanın sancısıyla kıvranır.Eğer damarı keserseniz kan vücut dışına akar.Kan oranı düşer ve kangren baş gösterir.Nitekim bulunan kimyasal gazların insanlar üzerinde denenmesi işte bilimle dinin arasındaki makasın açılmasından kaynaklanmaktadır.Çünkü bilim adamı ehilleştirmediği gönlünü şer odaklarının güdümünde onlara hizmet etmek amacıyla kullandığı zaman dinin işlevselliğini yitirdiğini;gelenek ve göreneklerinse zaten dinden ayrılma oldukları için bir nevi görünmez tecrite tabi tutulduklarını söylemek mümkündür.
Bu noktada gelenek ve göreneklerine çok bağlı bir millet olan Japonları örnek alabiliriz.Aradan kaç asır geçmesine rağmen onlar hala daha o iki odun parçasıyla yemek yiyorlar.Nokta taviz vermiyorlar.Çünkü onlar çok iyi biliyorlar ki ata yadigarı geleneklerin tekinin terk edilmesi diğerlerinin de önünü açacak ve başka terk edilişlerinde öncüsü olacak.bu nedenle Japonlar geleneklerine sımsıkı sarılmışlardır.Buluşlarını da insan faydasına sunmuşlardır.Asla insan ırkının kötülüğüne bir harekete yeltenmemişlerdir.
Kültür dökümünü bir örnekle şöyle açıklayabilirsiniz.Mesela duvarınızda asılı duran bir tespih düşünün.Tespihin ipini bir noktadan keserseniz tanelerin tamamı ilk anda yere dökülmez.İlk olarak birisi düşer yere.Ardından diğer taneler peşi sıra iliklerine işlemiş ipten kurtulup düşerler yere.Bizde duvarımızda asılı tuttuğumuz tespihimiz gibi gelenek ve göreneklerimize sahip çıkmalı ve onları korumalıyız.Onları geliştirmeli ve idame ettirmeliyiz.Ancak bu şekilde varlığımızı sürdürebiliriz.
Aynı yargıları din için söylemek mümkün değildir.Yani dini duvarda asılı olan bir tespihe benzetmek teşpih sanatının ve dinin felsefi direklerini yerle yeksan etmek demektir.Din açısından duruma bakarsanız pek çok kültürde dinin tanım gereği ve toplumsal yaşamdaki konumu gereği bir dogmalar (değişmezler) bütünü olduğunu söylemek pek ala mümkündür.Yani dini değiştiremez ve ya geliştiremezsiniz.Katılaştıramaz ve ya ılımlılaştıramazsınız.Taviz veremezsiniz.Dinden verilen en küçük taviz dinin iliklerine işlemiş tüm damarların kesilmesi gibi olur.Bu da dinin kan kaybından yoyluğa doğru ilerlemesi demektir.Nitekim tahrif edilmiş dinlere (Hristiyanlık,Müsevilik gibi) bakarsanız özlerinin hep bu istikamette değiştiğini görürsünüz.
Şu halde yapmamız gereken dini oluşturan ve ona hayat veren can damarlarını bir annenin çocuğuna duyduğu şefkati örnek alarak sevmek ve onları korumak olmalıdır.Ancak ve ancak bu şekilde mutlak gerçeğin bilgisini müdafaa ve muhafaza edebiliriz.Aksi halde avucumuza aldığımız su misali zamanla suyun boşaldığını anlamadan susuz kalırız.
Bunun için de öne sürülen tüm tez ve anti tezleri iliklerine kadar sömürüp,eritmeğe mahkumuz.Bu gün kurt izinin,çakal izine karıştığı ortamda doğruya ulaşmağı ancak bu şekilde teşvik edebiliriz.
Bu noktada memleket insanına baktığımız zaman pek azı hatta ve hatta yok denecek kadar azı bu gün bu konularda kafa yoruyor.Mesela genç beyinler fikir üretmek bir yana ,var olan fikirlerin inkişafına (gelişmesine) dahi bir katkı sunmuyorlar.Öyle ya üniversiteli demek lisans eğitimi boyunca sadece kendide o an gerekli görülen dersleri alan ve artık zamanlarında da önemli merkezlerde manitalara tav olan küpeli,saçı jöleli,kafası boş bir varlıktır.Aslında gençleri bu noktada suçlamamak gerektiği düşüncesindeyim çünkü gençler temelde memleket ve millet meselelerine uzak tutuluyorlar.
Mesela bir gencin kafasındaki en büyük problem hafta sonu takımının kazanıp kazanmayacağıdır.Ya da teklif götürdüğü kızın kendisine evet deyip demeyeceğidir.Şuan da karşımda oturan yığınla gencin kafalarında bu ve benzeri soruların dolaştığından adım gibi eminim.(Başka bir yazımda bu konuya daha ayrıntılı değineceğim.)
Burada garip olan bu dar üniversiteli(!) dogmasını yıkmak isteyen fikirle,karşı fikirlere kılıç kuşanan gençlere ailelerinin ve çevrelerinin takındığı akıl almaz tavırdır.Mesela çok klasik bir cümleyi gençler fikir ürettikleri günlerde bilakis yakın çevrelerinden çok sık duyarlar:’Memleketi sen mi kurtaracaksın?’Bu cümle pek çok gencin tüm şevkini tuzla buz eder.Çünkü tam manasıyla olgunlaşmamış beyinler bu lafın altında yatan farazi telkine ve ağır tahriğe çok kolay kanar.Bu telkini alan genç ya büyük bir hayal kırıklığı ile tüm çalışma hevesini bir kenara atar ve vur patlasın çal oynasına döner ya da daha da hırslanarak içinden ‘Evet ben kurtaracağım.’savunmasını yaparak çalışma vitesini 3teyken 4’e yada 5’e atar.
Ama çoğu zamanda ilk söylediğim yani yılma ve pes etme baskın çıkar.Çoğu zaman gencin şuuru dar kalıplara sıkışmış ve frenlenmiş dürtülerinin ezikliği ile yenik düşer ebeveyn kilidine.Böyle bir cemiyette fikir ve ilim hayatının tekamülü ya da evrimi mevzu bahis bile edilemez.Böyle cemiyetlerde sosyal yaşamı besleyen bu kolların kötürüm olduğunu anlamak için de bir sosyolog,toplum bilimci olmak da gerekmez.Altınızda bindiğiniz arabanın yerli üretim olmayışı,kullandığınız televizyonun ithal oluşu,buzdolabının size ait olmayışı işte bu toplumsal ket vurmaların teknolojik yansımalarıdır günlük yaşama.Bazen de aileler çocuklarını din çerçevesinde yetiştireyim derken uzak tutarlar cemiyetten.
Günümüz Türkiye’sine baktığımızda ise bu kavramlar sanki birbirinin zıttıymış gibi lanse edilmekte ve kavramlar üzerinden insanların aklı karıştırılmakta hem de ilim ve teknolojik ilerlemenin önü alınmaktadır.Birisi çıkıp Galile Dünya’nın döndüğünü bulmadan önce kilise öğretilerini sorguladı,dediği zamanda bu insanın üstüne bir susturucu branda utanmadan çekilmektedir.
Yani bilmemiz gereken şey bu noktada milletin ilerlemesini sağlayan şeylerin bizzat örf,adet.din,dil ve ya bilim olduğunu anlamak ve asla bu kavramların birbirleriyle çakışmadığı inancını taşımaktır.Gerçi zaman zaman beşerilerin dini yanlış yorumlamasıyla çakışan durumlar mevzubahis olmuştur.Mesela bazı din mensuplarının gavur icadı deyip radyoyu,televizyonu evlerine koymamaları ama buna rağmen yine gavur icadı olan son model arabalara binmeleri gibi uç hadiselerde yaşandı ama bunlar her daim münferit vakıalar olarak kaldı.
Esasında din ve ilmin çakıştığı yargısı yaygın bir çevrede asla itibar bulmadı.Üstelik bazı güç odaklarının onca telkinlerine rağmen.Daha yakın zamanımızda bile üniversiteye başörtüsü ile girilirse bilim özgürlüğünün kalmayacağını söyleyen profesörlerle karşılaştık ama toplum bu konuda özellikle 80 sonrası nedenli uysallaştığını ve bu lafı güzaflara ne denli uzak olduğunu bu insanlara kulak asmayarak gösterdi.
Yazımızı bitirmeden evvel birkaç konu üzerinde daha durarak son notayı koyalım.Bu gün pek çoğumuz yönetimi elinde bulunduran kişilerin eğitim düzeylerinin çok yüksek olmadığını bilmektedir.Yani meclisimizde milletvekillerinin çoğu orta okuldan sonra mektep yüzü görmemiştir.Bu bir milletin idaresini elinde bulunduran kesimlerin aslında bir nevi cahiliyetlerinin ispatıdır.Bu kesimlerin ne denli cahil olduklarını anlamak içinde zaten dün ve bu gün söylediklerine bakmak kafidir.Dün ak dedikleri şeye bu gün kara,kara dedikleri şeye ise ak demektedirler.
İkincisi ise memlekete yön veren aydın(!) kesimlerin de aynı cehalet aymazlığı içresinde olmalarıdır.Medyada ve diğer önemli noktalarda yer tutmuş pek çok sahte aydın bu gün vatandaşın ilim ve gönül hayatına yön vermektedir.Bu insanlar zengin babaları sayesinde parayı bastırıp üniversite diploması almış kişilerdir.Toplum bunları da tanımalı ve çok iyi okumalıdır.Önceki paragrafta da dediğim gibi it iznin,kurt izine karıştığı bir ovada ancak ve ancak doğru iz bu şekilde sürülebilir.Tekrar görüşünceye dek.Allah’a emanet…
YAZI DEĞİŞİK SİTELERDE TARAFIMCA,FARKLI ADLAR ALTINDA YAYIMLANDI...
YORUMLAR
yayınlarlar hemşerim...
çalmaktan yana mahirdir bazı arkadaşlar...
ve utanmazlar hiççç...
çalıntı yazın nette bayağı ses getirir ana aslını yazdığın portalde hakettiği övgüyü alamaz...nedenlerini sende bilirsin...olsun...
hayata ne taraftan bakarsak bakalım daima yaşamak görünür...o yüzümüse vuran ışığa
inanmağa ve can olan yüreklere selam olsun....
sevgiler...
bir yerlere kayıp olma ha...kaç gündür yoksunda)))