- 582 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Sobalı Evler
Sanki o çocukluğumuzun sobalı evlerinde şimdikinden daha fazla mutluyduk gibi gelir hep benim aklıma. Sene yetmişli yıllar. Televizyon denen, batılıların ta bin dokuz yüz otuzlarda hayatına giren ve aptal kutusu dedikleri alet, bizim toplumumuza altmışlı yılların sonu, yetmişli yılların başlarında girmiş. Hakikaten hepimizi aptallaştırmış da, o zaman anlayamamışız bunu...
Şimdi ki gibi nerede öyle her oda da renkli televizyon? Bir tane siyah beyaz televizyon, o da salonda durur. Haftada iki ya da üç gün yayın yapar belli saatlerde. Kışın mutlaka televizyon sobaya yakın bir yere kaldırılır ki seyrederken millet üşümesin...
İki katlıydı o sobalı evimiz Ankara Bahçelievler de. Geniş bir terasımız vardı ve de bahçede üç beş tane meyve ağacı, dut, iki tane kayısı, armut, erik. Her sene de güzel meyveleri olurdu, ye yiyebildiğin kadar. Sana da yeter komşulara da. Çevremizde ki evlerin de birçoğu bizim ki gibi sobalıydı. Sağ taraf ta Han oğlu apartmanı, sol tarafta Yugoslav muhaciri Loçka teyze ve kızları, onun yanında Şekerim Teyze dediğimiz dünya tatlısı Kamuran Teyze. Öldü gittiler hepsi Allah rahmet eylesin. Ne güzeldi o yıllarda ki komşuluklarımız, birbirimize olan yakınlıklarımız, samimiyetimiz...
En büyük dertlerden biri her gün sobayı temizlemek, evin erkeği sabah erkenden işe gittiği için o işi de çoğu zaman kadınlar yapar. O tarihte kaloriferli evlerde oturanlara gıpta ile bakılır. Çok zengindir onlar biz sobalı ev sahiplerinin gözünde...
Kışın belki zor ısınırdık, çoğu zaman yorganlara sıkı sıkı sarılırdık ki üşüyüp de hasta olmayalım diye, ama komşuluk üst düzeydeydi her zaman için, birbirimizin evlerine selamsız sabahsız girerdik çoğu kere. Kimsenin başkasının ekmeğinde gözü olmazdı. Salonun ortasında duran sobaya yanaşır, kimimiz sohbet eder, kimimiz masal dinlerdik, kimimiz ödev yapardık. Kimse de üşüdüm demezdi. Soğuk kapıdan girmeye çalışsa bacadan kovardık ’’Hop hemşehrim bizi üşütemezsin yüreğimiz sıcak bizim’’ derdik. Çoğu zaman annem kömürlükten odun kömür getirir, babam ev de olduğu zaman da o yapardı o işi...
Bahçelievleri bahçelievler yapan o iki katlı sobalı evlerden şimdilerde eser kalmadı. Sahipleri ya sattılar, ya da yıktırıp yeni yeni kaloriferli evler yaptırdılar...
Bahar gelip de kışı davullarla zurnalarla uğurlayacağımız zaman yüreğimiz pırpır ederdi, bir başka sevinç kaplardı, hele de biz çocukları ayrı bir sevinç. Eeee nasıl kaplamasın ki? Sokakta top tepmek var, bisiklete binmek var, kızlara oğlanlara hava atmak var...
Evin Reisi soba borularını çırpıp çırpıp kömürlüğe kaldırır, ondan sonra da eylül veya ekim ayına kadar sobanın yüzünü görmek yok. İyi ama o zamana kadar soba üstün de kestane de yok. Ne yapacağız şimdi, hadi gel de çık işin içinden...
AHMET ZEYTİNCİ
YORUMLAR
Buram buram özlem kokuyor. Sobanın arkasindaki minder benim yerim...Anne şefkati ve baba koruması altında sıcacık bir yuva, sobanın etrafında halka halka.Kimsenin Ruhları usumez bu sıcak yuvada. Çocuk yuvalarında barınan çocuklarımız, huzur evlerindeki yaşlılarımız mekanları sıcak olsa da, ruhları usumesin asla. Soğukların kendini hissettirdiği bugünde sicacikti yazınız. Saygilarimla
Ahmet Zeytinci
Bitişik komşumuz Emine ablanın ördek sobası vardı... eşi, Salih ağabey 'in iki tâne beş tonluk tahtakaroserli kamyonu... birini kendi birini kardeşinin oğlu sürerdi.
Bizim Trabzon'da ve çevre illerde olduğu gibi, ana kışlık yakacağımız fındık kabuğu, ayrıca odun idi.
Emine ablanın ördek sobası, sâdece fındık kabuğu yakmaya uygun soba idi, sobanın küllük haznesi yoktu.
Nasıl târif etsem de anlasanız, su damlası şekli var ya hah işte yatay olarak o tipte. Önden 25-30 santimlik yarım daire yüzü ve arkaya doğru 60-70 Santim gittikçe daralarak soba borusu çapında yine yarım daire.
Ayakları, önden iki arkadan bir adet ve altındaki ince sac kaplı ne derler adına o ateş atlamasından korumalık.
Bir vakitler Trabzon’da, fındık kabuğunu kırma fabrikaları depoları dolduğu için denize döktüklerini duymuşumdur, görmedim, yalnız; kurtlanıp- böceklendiğini ya da küflendiğini ve böyle, çöpe atıldığını bilirim.
Hangi evde fındık kabuğu yandığını anlamak çok kolay idi; özellikle, sobanın bacasını dar aralıklı sokaklara pencerenin bir camını çıkarıp- sac boru deliğinden bırakanların sokağa saldığı kesif kabuk dumanı sebebinden, daracık bâzı sokaklardan geçerken burnumuzu elimizle kapatıp hızlıca yürür- ilerlerdik.
Kaloriferli evi ilk defâ, Ankara- Aydınlıkevler'de tanıdım ve çok dafâ oturdum.
O vakitler, Bahçelievler’i gezmiş- görmüştüm; şehir düzenini, bugün bile hatırımdadır. O tip evlerden bizde Yenimahalle evleri vardır. Yarısına yakını şekil değiştirse de ev ve bahçelerinin aslını koruyan çok sayıda aile var... ara- sıra resimlerini çekmekten zevk alırım... Hayat, komşusuz olmaz... paylaşılmayan çorbanın tuzu yok gibidir.
Yine beni lâfa tuttun, kestaneleri belki de sobanın üstünde kızarttın yedin... Seni gidi uyanık, geliyorum oraya.
Sağlıkla kal... sobasız kal... komşusuz sakın kalma... sokak kedilerine iyi bak; ellerimi tırmalamalarına hasret kaldık... biri iyileşmeden öteki tırnaklardı, ucuz salamı eşit paylaştırıp verirken.
Okumadı isen, tavsiye ederim, Mevlid Şekeri adlı yazımı oku… Emine abla asıl orada yazılı.
kadiryeter Kadir Yeter. 29 EYLÛL 2017 CUMÂ. TRABZON.
w.edebiyatdefteri.com/168027-sobali-evler/
AHMET ZEYTİNCİ'YE