- 857 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
O Daracık Yer
Özgürleştim ben. Tüm kalıplardan, sınırlardan kurtuldum. Çizgileri sildim üzerlerinden tekrar tekrar geçerek. Her yeri evim bildim. Mahremiyet falan tanımaz oldum. Her şey dokunabileceğim kadar yakınlaştı birden. Sihirli bir gözlük takmıştım sanki. Uzak yakın bırakmıyor, her şeyi aynı hizaya dizilmiş, emrime amade bekler hâlde gösteriyordu. “Ne bekliyorsun, seç birimizden birini” dercesine gülümseyip duruyorlardı bana.
Özgürdüm ya; ahlak, erdem falan tanımam da gerekmiyordu nasılsa. Hele vicdan denen duvarla hiç işim olmazdı. Yıkılması en zoruydu, istediğim şeylerle arama dikilmiş boy boy duvarların. Özgür olmaya karar verdikten sonra, insan geçmişiyle arasındaki tüm bağları koparma aşamasında en çok onu koparmakta zorlanıyor, kalın bir halatı çekiştirip durur gibi elleri kanıyordu sanki.
Özgürlük çok da kolay değildi yani. Eksiliyordun gitgide, sözüm ona bir şeylere sahip olabilmek için. En başta aynadaki gölgene bakışlarında önceden var olan bir şey, bir ifade eksiliyordu sanki. Hani sevdiğin, derinden takdir ettiğin birine bakarken yüzün gevşeyiverir birden, bahar güneşi değmiş gibi tatlı tatlı ısınmaya başlar. İşte o güneş çekiliyordu aynadaki o yüzden. Ona bakarken ısınmak bir yana buz gibi oluyordu için. “Nasıl bir yaratıksın sen?” diyordun. “Hiç mi rahatsız olmuyorsun senin yüzünden acı çekenleri düşündükçe?”
O kadın geliyordu aklına. “Ne yapıyor şimdi?” diye soracak oluyordun ama aynadaki yansımanla göz göze geldiğin an bir rüyadan uyanır gibi silkinip kendine geliyor, “özgürüm ben” diyordun. Aynada sadece gölgen değil başka şeyler de görünüyordu çünkü. Vicdanını uğurlarına feda ettiğin, önceki hayatında boşluklarını derinden hissettiren ama şimdi doya doya tadını çıkardığın, hayatı güzelleştiren, kendini ayrıcalıklı hissetmeni sağlayan şeyler... Şu arkandaki penceredeki kadife perdeler mesela... Pencereden görünen muhteşem manzara... Evinin kapısındaki lüks araba... Sahibi sen olmasan da anahtarı sendeydi ya. O kadının gölgesi üzerine vursa da ara ara, önceki yaşamından miras bir vicdan kırıntısı “bu araba da sahibi gibi o kadına ait aslında” diye fısıltılarıyla gürültüye boğsa da kulaklarını... sonuçta çok geçmeden rüzgâra karışmıyor muydu tüm bu fısıltılar? Anahtarı çevirip motor sesini duyduğun an gerçekten sahibi olmuyor muydun onun?
Hayat anlardan ibaret değil miydi zaten? Ahlak, adalet, toplumsal kaideler çok daha geniş zamanlara yaymıyor muydu hayatı? Özgürlük de en çok bu yönüyle toplumla çelişiyordu zaten. Önünü sonunu düşünmeden, “koyuver gitsin” diyen dost bir ses oluyordu, o dört bir yandan kuşatan, “ilerisini de düşün” diyen onlarca ses arasında. Otoriter bir annenin gözlerindeki “uslu uslu otur” ikâzını bastıran çocukluk arkadaşının yüzündeki muzip gülüş oluyor, çekiyordu kolundan seni “maceraya var mısın” dercesine.
Sonra bir çocuk resmi görüyordun bir gün. Gözlerindeki bulutta da kendini... “Küçücük bir çocuğun gözleri pırıl pırıl parlamalı oysa!” diyordun. “Geniş zamanları da hesaba katmalı belki.”
O kadın kadar rahat es geçemiyordun nedense o çocuğu. Sanki çiğnemekten korkacağın kadar narin bir çiçek gibi dikilip duruyordu ne zamandır zerre umursamadan üzerinden geçtiğin onlarca çiçek arasında. “Onlar da çiçek, neden dikkat etmiyorsun?” diyordu sanki. Birkaç saniye için kendi gözlerini ödünç veriyordu sana, önceden umursamadığın çitleri ve talan ettiğin bahçeleri göstermek için.
Sen o çocuğun resmini sözüm ona sevdiğin erkeğin cüzdanında bulmuştun o gün. “O’nun çocuğu” demiştin yanakların pembeleşerek. “Ve o kadının...” diyen vicdanının fısıltılarını susturmak için apar topar tıkıştırmıştın cüzdana resmi. “Özgürüm ben!” demiştin, gereğinden yüksek çıkarak sesin. “Acı çekmez özgür olanlar.”
“Peki bu iç sızısı nereden geliyor öyleyse” diye fısıldamıştı için. Vicdanın, benliğin, her neyse ne... sonuçta özgürlüğe senin baktığın yerden bakmayan, onu acı çektirmekle eş kılmayan bir parçan... “Bu kadife perdeler, evinin kapısındaki lüks araba; o çocuğun gözlerindeki pırıl pırıl gökyüzünü karartan o kara bulutta kendini görmenden daha mı önemli?!” diyen... “Özgürlük adına dünyanın en daracık ve kasvetli hapishanesine mahkûm ediyorsun kendini. Çünkü bu dünyadaki hiçbir hapishane, küçük bir çocuğun gözlerindeki buluttan sorumlu olmanın seni hapsettiği zihnindeki o daracık yer kadar kasvetli değildir.”
YORUMLAR
Kaleminizi okumayı seviyorum sevgili yazarım, değerli arkadaşım.
Serpintiler taşıyorsunuz hayattan ve yüreğe öylesine dokunuyor ki yazdıklarınız.
Edebiyata gönül veren yüreğiniz dert görmesin.
Sevgiyle işlediğimiz satırlar yine mutluluğun adresi ve gönül heybemiz sevgi ile öylesine dolu ki.
Bu duyguyu seviyorum ve yalnız olmadığımı da biliyorum.
Sevgilerimle sevgili yazarım.
Mavilikler
Mavilikler
Güzel yorumunuz için teşekkürler :)