- 2186 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
Ben mahkum,evim mahpushane,kocam da gardiyan !
Oldum olası şu dört yer adını hep karıştırmışımdır:
Şirinevler,Şirinyer,Bostancı,Bostanlı…
Nihayet yıllar geçti de adları şaşırmadan söylemeye başladım.
Geçen hafta Bostanlı’daydım.
Çay içmek için gitmiş,parkların bitişiğinde kafelere biraz “takıldıktan” sonra sahile doğru tura çıkmıştım.Lakin hava kavurucu derecede sıcak,rutubet de boldu.Parktaki ağaçların dibi sulandığı için gölgeleri nispeten serinlik veriyordu.Ağaçların altında ilk gördüğüm tenha yerdeki banka oturdum.
İlk yaptığım sigaramı çıkarıp,yakmak oldu!Hem de yarım yüzyıldır.Kimseye tavsiye etmiyorum ha!Sigarayı bırakmanın en iyi yolu,başlamamaktır demeliyim.Çünkü bir dönem sonra alışkanlığa dönüyor,alışanlıklar da insanların hayatlarını maalesef bloke ediyor.Psikolojideki şu sözü doğrularcasına:
-İnsanlar,alışkanlıklarının kurbanıdır.
Ancak etrafta sıcağa rağmen dikkatimi çeken bir hareketlilik vardı.İlk karşılaştığım insana sebebini sordum.
-Ağabey,burada yeni tramvay hattı açıldı.İnsanlar da binip,geliyorlar meraktan.Sizin gördüğünüz bundandır.
-Peki ne zaman açıldı,nereden nereye çalışıyor,biliyor musunuz diye sordum.
-Temmuzda açıldı ağabey,şimdilik Alaybey ile Mavişehir arasında.
Teşekkür ettim verdiği bilgilere ve ağacın gölgesinde tek başıma kalıp,sigaramdan bir “fırt” daha çektim.
Ağacın gölgesini kavramını çok önemserim.
Yıllar önce,görevim gereği Mardin-Derik ‘te çalışırken,kavurucu bir çöl sıcağı vardı.Ovaya bakınca sıcak da dalga dalga yükseliyordu.Nefes almakta zorluk çekiyordum,okuldan çıkınca,küçücük köyde,bir ağacı dolayısıyla gölgesi olan ev gördüm.Öğretmene,
-Hocam,hadi oraya gidelim,bunaldım dedim.
-İyi olur hocam,sahibi de çok misafirperver,biraz muzip bir amcadır deyiverdi öğretmen.
Birden aklıma geldi.
-Körün aradığı bir göz,Allah verdi iki göz!
Eve vardık, selamlaştıktan sonra,o çöl sıcağında Karacadağ’dan esen rüzgarın serinliğine tanık oldum.
Ağacın gölgesi çok koyu idi,yaprakları da geniş bir dut.
Bey amca diye söze başladım.
-Bu dut ağacı ipek böceği dutuna benziyor,nasıl elde ettin ki ?
-Hiç sorma evlat.Bizim burada epey zaman önce Bursalı bir öğretmenimiz vardı.Hem okula hem de evlerimize dikmek üzere birer dut fidanı getirdi.Diktik herkesle beraber ama diğerleri bakmak yerine,kesti çomak yaptı,ben de suladım,dibini temizledim,şimdi de altında serin serin oturuyorum,onlar da ,oturmak için eşeğinin gölgesini aramaktadır.İşte evlat,tembellik böyledir.Sonunda adamı eşeğinin gölgesine muhtaç eder!
Yaşlı amcanın bilgeliği karşısında susmuştum.
Bu arada genişçe tasta ayranımız da gelmişti.Serin serin içtik ve teşekkür edip,Allah uzun ömür versin diyerek de vedalaştım.
Bilge amca da “Allah razı olsun” anlamında kendi diliyle,”Xuda jı te razi be" deyivermişti.Dillerimiz ayrı da olsa gayet iyi anlaşmıştık.Çünkü hayat biraz da Mevlana’nın dediği gibiydi:
-Aynı dili konuşanlar değil,aynı duyguları paylaşanlar daha iyi anlaşırlar.
İşte Bostanlı parkında bunları düşlerken,35-40 yaşlarında iki kadın,
-Merhaba Sabri Hocam,siz misiniz diye selam verip,bankın boş kısmına hemen oturdular.
-Hayırdır,siz kimsiniz,beni nerden tanıyorsunuz diye sordum.
-Öğrenciniziz hocam!
-Nereden,hangi okuldan ki?
-Okuldan değil,Bozyaka Ticaret Meslek Lisesi okul öncesi eğitim kursundan.
-Tamam ,şimdi oldu,1999-2000.Yani 18-19 yıl önce.
-Haydi tanıtın kendinizi diye söze devam ettim.
-Ben Sondem,ben de Songül.
-Seni çok iyi hatırladım Sondem.Hep derse geç kalan,hem de hep mini etek giyen kızdın di mi?
-Şimdi nasılsın bakayım?
-O zaman 18-19 yaşarındaydık hocam.Epey zaman da geçti,neredeyse kırkıma vardım.Kurstan hemen sonra da evlendim hocam.2000’de.Art arda üç çocuğum oldu,şimdi üç çocuk annesi yetişkin bayan oldum.
-Ne güzel!Yahu Sondem,sen Reisçi misin ki üç çocuk yaptın diye takıldım.
-Yok be hocam,ben “Doktorcuyum” demez mi?
-Eski TKP ‘li sandım.Sen nasıl doktorcu oldun ki diye takılınca,benimki siyasi değil,sağlıkla ilgi doktorculuk dedi.
Merak edip,sordum,
-Nasıl ?
-Hocam,ilk çocuğumdan sonra rahatsızlandım.Doktorum sağlıklı olmam için bir çocuk daha yapmamın şart olduğunu söyledi.Ben de bir fazla yaptım ki daha sağlıklı olayım istedim.
Gülüştük.
Baktım felsefi bir derinlik de vardı bu konuşmanın ardında.Bu olgunluğa nasıl vardın?
-Hocam ben o zaman da siyasete,felsefeye meraklıydım.Genelde okumayı,araştırmayı ve hayatı tanımayı severim.Çocuklarımı büyütürken “Sevmek Dokunmaktır” adlı kitabı da okudum,demokrasi ve insan haklarıyla ilgili çeşitli yayınları da.Şimdi de bir sivil toplum kuruluşunda gönüllü olarak çalışmakta,hatta kimsesiz çocuklara “annelik” de etmekteyim.
Şaşırmıştım Sondem’deki olgunluğa.
Benimle beraber Songül de kulak kesilmiş,dinliyordu.
En son olarak,sen hangi yolu izledin de buralara ulaştın diye sordum Sondem’e.
Cevabı çok netti.
-Kişilerle hiç uğraşmadım hocam.Hep fikirlerin peşinden gittim.Sevdiğim şu sözdeki gibi:’Küçük beyinler kişilerle,orta beyinler olaylarla,büyük beyinler fikirlerle uğraşırlar.’
Sıra Songül’e gelmişti.
Sohbete biraz buruk katıldığını,içinde bir “hüzün “olduğunu sezmiştim.
Ona,
-Sen nasılsın,anlatmak ister misin geçen yıllarını dedim.
-Tabi hocam.Ben Egeliyim, yarenlik etmeyi de severim.
-Kursa devam ederken “sevgilim” olan,sonra da kocam olacak adamla daha 20’me varmadan hemen evlendim.İlk anlarda her şey güzeldi.
Hemen de bir çocuğumuz oldu.
Çocuğumla beraber biz de büyüyorduk ama işin “büyüsünün” bozulmaya başladığını sezmiştim.Sorunlarımız da büyümeye başlamıştı.
O ilk “aşkım” gitmiş,onun yerine ceberrut bir adam gelmeye başlamıştı.
Önce arkadaşlarımla buluşmama engel koymaya başladı.Evin içine hapsolmaya başladığımı seziyordum.Sondem’le de buluşup,ta Şirinyer’den Bostanlı’ya önce metroyla,sonra da travmayla gezmeye geldik.Sizi görünce de hemen oturduk.Yoksa biz burada değiliz,uzakça sayılan yerden geldik hocam.Aslen Denizli Yörüklerindeniz biz hocam.Ailemiz yıllar önce gelmiş,Buca’ya yerleşmiş.Şehirde doğsak da geleneksel yanımız devam ediyor.Mesela ninemin şu sözü sık sık aklıma gelmeye başladı hocam.Evliliği üç döneme ayırır,’şeker ayı,şükür ayı,tükür ayı” derdi.
Şimdi bu söz aklıma geliyor :
-Şeker aylarını erken mi bitirdik hocam ?
Zor bir soruydu.
Bir an geçmiş yıllara davet etti bu soru beni.
Yıllar önce İstanbul /Şirinevler’de gördüğüm eski bir kız arkadaşımın sözünü aklıma getirdi.
Hüzünlendim.
Yorgun ve yıpranmıştı.
Hayatını bana üç kelimeyle özetlemişti.Yoksa Songül’ü öyle bir akıbet mi bekliyor kaygısına kapıldım birden.
-Mahkum,mahpushane,gardiyan!
Bir şey anlamadım,açar mısın dediğimde devam etmişti.
-Ben mahkum,evim mahpushane,kocam da gardiyan!
Heyhat hayat!
Sonra kalkıp,o öğrencilerime birer çay ısmarladım.
Vedalaşıp ayrıldık.
YORUMLAR
Roman gibi devamı gelse guzel olur tebrik ederim selamlar saygılar sunuyorum
sabri ayçiçek
Aradığını bulmak yok, bulduğunla yetinmek var derdi bir aile büyüğüm.
öğrencilerinizin aktardıkları bu toplumdaki kadın yaşamlarından tanıdık kesitler ne yazık ki.
Yazı dilinizin akıcılığı, konuya uygun özlü söz alıntılarınızla yazının çok okunası bir donanımda.
Kutlarım Sabri Bey.
Saygılarımla.
sabri ayçiçek
Sözün ve yazının "gücüne" inandım hep ve yazar Carlos Fuentes'in "Yazmak,sessizliğe karşı mücadele etmektir."sözü de kılavuzum oldu.
Yazarak ya da yazmaya çabalayarak,sesimin hayata,insanlara ve insanlığa ulaşmasını düşledim tabi ki.
Size ulaşmış olması güzeldi.Sağlık ve güzellikler dileğimle.
"Aynı dili konuşanlar değil,aynı duyguları paylaşanlar daha iyi anlaşırlar."Hayatın gerçeklerini anlatan yazınızı okumak güzeldi sayın Ayçiçek.Saygılar.