ayol neredesin nezaket
rüyamda gördüm seni nezaket.
fare gibi bir deliğe girip kayboluyordun.
sonunda. boğazım kurumuş bağırmaktan.
kendi sesime uyandım. gözümü açtım, hayra yordum rüyamı...
bir telaş kaldırdı beni yerimden.
eteğimi ve penyemi fırlattığım yerden alıp giydim.
hızla. mutfağa gidip o çok sevdiğim bakır cezvemi suyla doldurup adeta vurarak koydum ocağa.
aldım kahvemi elime, oturdum balkondaki yerime.
nezaketi düşünmeye başladım tabi.
bunca sinir zaten onun yüzündendi.
gözüm karşı apartmanların balkonlarına takıldı.
bir adam iç çamaşırıyla çıkmış balkona yanında da bir hanım, kah elinden tutuyor, adam kadının kah sarılıyor ona...
ayol nezaket dedim içimden neredesin..
başka bir balkonda beyaz çamaşırlar ulu orta bir halde asılmış. içinde özel kıyafetler de boy gösteriyor. sanki mankensiz bir podyum kurulmuş bu sabah oraya.
ah nezaket! söyle, neredesin...
canım sıkıldı gidip bir ekmek alayımda kahvaltı yapayım dedim.
bastım asansöre, onuncu kattan geldi. içinde de beş kişi.
biri benim olduğum katta indi. ben bindim sonra.
baktım herkesin yüzü asık, kimse birbirini umursamadı.
allah-ın selamını bile veren, dolayısıyla alan da olmadı.
bizim nezakete seslendim, yine beni duymadı.
alacağın olsun nezaket dedim. zira vereceğin bişey kalmamış artık.
ağır adımlarla yürümeye başladım markete doğru.
bir kadınla bir çocuk üç dört adım önümde yürüyordu.
çocuk kadına, "anneciğim söz vermiştin ya bugün parka gideceğiz değil mi" dedi tatlı bir sesle.
kadın saçını bir salladı sinirle, "başka işim yoktu zaten, seni eğlendirmekten gayrı ya benim." dedi bir nefeste.
ah nezaket, analardan bile gitmişsin, gayrı senden hayır gelmez dedim. sonunda varabildim markete.
nezakete de iyice kızmıştım ya bu yüzden bir de sigara alayım dedim kendime.
bak bunlar hep senin yüzünden nezaket..
şu yuvarlak ekmeklerden bir tane dedim ekmek kasasının başında duran on yedi on sekiz yaşlarında görünen gence.
bu sırada yaşlı bir adam yaklaşıp mahzun ve biraz da mahçup bir yüzle "dünki ekmeklerden kaldı mı evladım?" diye yavaşça sordu.
oğlan küstahça aklı sıra bir de espiri yaptığını sanarak;
"be moruk, bayat ekmekleri yiye yiye, miden mamak çöplüğünden beter oldu yahu...
ahahhhaa!
yok bugün ekmek yok" dedi hiç düşünmeden.
adamın vaziyetini anlatmıyorum bile hiç.
adın batsın emi nezaket...
çıktım dışarı, yaktım sigaramı. bitince attım pisliğini yere, al bu da benden sana gelsin nezaket.
bir tekme de benden nezakete.
"hey akılsız sen önce kendine bak."
diye bir ses duydum içimden.
"bir hafta önce o lüks mağazadan, için giderek aldığın şu an üstünde duran o kül rengi eteği akşam çıkarırken yere fırlatıp sabah hoyratça giymedin mi.
üstündeki penyede öyle.
hani çok kıymetli arkadaşın fundanın hediyesiydi,
hatta hatırlarsan penyeyi görünce bir çığlık atmıştın sevinçten.
ya o bakır cezveye yaptığına ne demeli?
senin eşyaya hürmetin nezaketin bu mu...
karşı apartmandakiler kaybetmişler de nezaketi sen buldun mu?
onlar öyle yapıyor diye bakman mı gerekiyordu gözlerini pörtlete pörtlete?
gelelim asansördeki düşüncelerine;
Allah’ın selamını vermiyorlar diye kızıyordun da suçu nezakete atıyordun.
sen niye vermedin beklediğin selamı? ddilini eşek arısı mı ısırmıştı..."
"sus" diye bağırdım içimdeki sese." sus" dedim.
hani hem suçluyum, aa afedersiniz,
hani hem haklıyım hem güçlüyüm ya,
sen nezaketin avukatımısın diye bağırdım.
tam işte o anda anladım, eyvaaahh! dedim eyvaahh!
hem de ta derinden.
nezaket beni de terk etmiiş çoktan.
ah nezaket,
gitmeyecektin, tutunacak hiçbir dalın kalmamış mıydı ki bizleri eksik bırakıp gittin..
. sen aslında, hoşgörü, güler yüz, tatlı söz incelik, zarafet demektin. sen aslında nezaket temelde insanlık demektin..
.aslında ben de biliyorum, sen de biliyorsun ve herkes de biliyor nezaket,
sana haksızlık ettim.
nezaket, terkeden değil terk edilendin sen.
bir özrü bile çok görüp
öyle bitirdik son cümlelerimizi bile nezaket...