- 583 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Öyküyü Farklı Bitirebilme -III-
“Artık benimsin! Değil annen ordular gelse alamazlar seni elimden!”
“ Kadın oldun, benim kadınım!”
Ormancı deli lakaplı Ahmet söyledi bu sözleri. Ormanda Bahtışen’le birlikte olduktan, kızı iğfal ettikten sonra ağzından çıkan ilk sözlerdi bu sözler. Uzun konuşmadı. Yaptığı işten fazla mutlu olmamıştı. Kendi fikrince eylemini masumane buluyordu yine de. Kız annesinin muhalefetini kırmanın yolunu böyle buldu.
Karşısında ezilmiş, ufalmış bir kadın duruyordu. Şaşkın ve çaresi! Yıkık ve perişan! Yazgısı, adının anlamına aksi yönde biçimlenen Bahtışen. Haziran ayında üzerine yumurta büyüklüğünde dolu yağan gelincik tarlasında taç yaprakları dökülmüş, al rengi kirlenmiş bir gelincikten farksızdı. Evinin yolunu zorlukla buldu. Sessizce kendi odasına çekildi. Durumunun bu hale geleceğini tahmin edememişti.
Babasını ilkokula başladığı yıl, yedi yaşında kaybetmişti. Doya doya baba sevgisi yaşamadı. Ürkek ve korkak büyüdü. Babası yaşasaydı daha bir öz güvenli büyür, her ıslağa kulak vermezdi.
Ormancının tatlı diline kolayca kanıverdi. O’nu kendisini koruyup, kollayacak güvenli bir liman olarak gördü. Gölgesine sığındı. Yetesiye tatmadığı baba sevgisini bu adamda bulduğunu hissetti. Adam, hem baba şefkati gösteriyor hem de güçlü kuvvetli ve de varlıklı müstakbel bir eş olma ümidi veriyordu. Ne büyük hayaller kurmuştu. Her köylü kızı gibi allı-pullu duvaklar içinde davullu-zurnalı düğünle gelin olmayı ne kadar da istemişti. Gönlü kırıktı! Yaptığına pişman oldu. Keşke tutarlı davransaydım! Tenhalarda buluşma önerilerini kabul etmeseydim diye kara kara düşüncelere gömüldü. Lakin keşkelerin para ettiği bir pazar hiçbir yerde kurulmadı…
Ormancı, sevdiceğinden ayrılınca hemen evine dönmedi. Dağlardaki karların erimesiyle iyice coşan çayın kenarına gitti. Suyun akışını üzün süre izledi. Ruhunda anlamlandıramadığı bir sıkıntı vardı. Doğa, tatlı bir sessizliğe büründü. Sadece çağlayarak akan çayın sesi oluşan bu sessizliği bozuyordu. Bir an Bahtışen’i düşündü. Kızın canını ve de ruhunu çok mu acıtmıştı! Acaba şu anda iç dünyası ne âlemdeydi!
Her ne kadar da eylemini haklı bulsa bile; doğru bir iş yaptığından tamamen emin değildi. Gerçekten eylemi normal mıydı? Kendi kız kardeşinin başından böylesi bir olay geçse kolayca kabullenebilir miydi? Hayır! “Kız kardeşim düğünsüz, derneksiz bir erkekle birlikte olsa onun kemiklerini kırar, erkeği de yaşatmam.” Diyerek için için söyleniyordu…
Peki, çuvaldızı başkasına batırırken iğneyi kendisine niçin batırmamıştı. Köyde doğup büyümüş, köy kültürü almıştı oysa. Ayrıca Müslümandı. Ne ananeler, ne din eylemini olumlamıyordu. Lakin kendine özgü mazeretleri vardı: Kıza tutulmuştu delicesine! Aşk ferman dinlemez! Gece rüyalarını, gündüz hayallerini süsleyen periler gibi güzel bir kızı elinden kaçırırım kuşkusunu gidermek adına onaylıyordu eylemini. Gece ilerleyince hava gitgide soğudu. Üşmeye başladı. Evine döndü.
Çocuktum. İlkokul beşte okuyordum. Karların erimeye başladığı soğuk bir mart sabahına uyandım. Evimizin çevresindeki çayırlarda ada ada karlar erimiş, yeşil çimenler boy göstermeye başlamıştı. Hava da kar sesi vardı. Biraz sonra da yağmur çiselemeye başladı. Az sonra yağış kara dönüştü. İnsan ruhunu sıkan soğuk bir gün başlıyordu.
Ardahan-Şavşat Karayolunun yakınında, köyden yürüme üççeyrek saat mesafede uzaklıkta idi köy evimiz. Bu iki ilçe arasında yolculuk yapanlar özellikle kış mevsiminde konuğumuz olurdu. Köyden hastahaneye gidenler, geri dönenler çoğu kez bizde soluklanır, yatıya kalır daha sonra yolculuklarına devam ederlerdi.
Köpeklerimiz köy tarafına doğru havlamaya başladı. Bir atlı hızla evimize yaklaşıyordu. Sabahın daha ilk saatlerinde gelen kim diye meraklandık. Babam atlıyı karşıladı. Binici üzgün ve karamsar, atı köpükler içinde terliydi. Evet, atlı, ormancı deli Ahmet’ti. Heyecanla babamla konuşmaya başladı:
“Ali Ağa, hastam var! Kağnı arabasıyla getiriliyor. Durumu ağır! Hızla ilçeye gidip hastahanenin jeepini getireceğim. Lütfen hastayla ilgilenin.” Sözlerini bitirip atını ilçe istikametine doğru sürdü. Annem çabucak konuk odasının sobasını tutuşturdu.
Biraz sonra çamurlu tarlalardan bata çıka gelen bir kağnı gözüktü. Bir adam ve iki kadın kağnının yanında yürüyordu. Hasta arabaya serili yatağın içinde yarı baygın yatıyordu. Bir telaşla hastayı konuk odasına taşıdılar. Kardeşimle beraber merakla olup biteni izliyorduk. Ormancının hastası, köyümüzün güzel kızı Bahtışen’den başkası değildi. Al yanakları solmuş, dudakları uçuklamış yarı ölü bir durumdaydı.
Okul vakti yaklaştı. Kardeşimle kahvaltımızı yaptık. Ellerimizde tahtadan çakılı çantalarımızla okula yollanırken ilçeden gelen jeep klakson çalıp geldiğini haber veriyordu. Annem ve diğer kadınlar hastayı evden çıkardılar. Yola doğru yürümeye başladılar. Arkalarından baka kaldım bir an. Bahtışen, birkaç adım yürüdükten sonra düşecek gibi oldu. Kadınlar koltuğuna girdiler. Hastayı düşe kalka aracın yanına taşıdılar. Jeep ilçeye, kardeşimle ben okula doğru yöneldik.
Aradan iki gün geçti. Okul paydos olmuş kardeşimle eve dönüyorduk. Köyü henüz çıkmış, evimize yaklaşmıştık. Köyümüzün erkeklerinden kalabalık bir gurupla karşılaştık. Kafile bir tabutu taşıyordu. Öğrendik. Cenaze köyümüzün en güzel ve en talihsiz kızı Bahtışen’miş. Çocuk kalbimle daha iki gün önce hasta olmasına karşın yaşayan bir güzel insanın aramızdan ayrılmasına ablam ölmüşçesine üzüldüm. Hıçkırıklarla ağladım.
Bahtışen’in kara bahtına köyde herkes üzüldü. Ölen geri gelmiyor! Ah, vah etmenin bir anlamı yok. Koskoca bir köy, ormancının şerrinden bir evladını koruyamamıştı!
Hastalık ve ölüm nedenini sonradan duyduk. Evlendiğinin daha üçüncü ayında karnında çocuk hareket etmiş. Böylece evlenmeden ormancıyla buluştuğu haberi köye yayılmış. Durumunu kabullenemeyen çocuk yaştaki genç kadın köy yöntemleriyle çocuk düşürmüş! Aşırı kan kaybıymış ölüm nedeni.
Öykümüz maalesef böylesine hazin bir sonla noktalandı. Lakin Bahtışen’in yaşam öyküsünü farklı bir biçimde sürdürsek kıyamet mi kopar? Örneğin: Şöyle olamaz mı? Niçin olmasın? Olabilirdi…
Bahtışen, beş sınıflı köy ilkokulunda okudu. Her yıl sınıfının en çalışkan, okumayı tutku düzeyinde seven kızlarından biriydi. Ödevlerini aksatmadan yapar, çevresine neşe saçardı.
Sınıf öğretmeni, Cilavuz (Kars-Susuz ilçesinin eski adı) Köy Enstitüsü mezunu; kendisini öğrencilerine adamış bir öğretmendi. En büyük tutkusu okuttuğu öğrencilerinin ilkokuldan sonra öğrenimlerine devam etmesini sağlamaktı. Köy çocuklarının ancak nitelikli bir eğitimden sonra yoksulluk zincirlerini kıracağına inanıyordu. Kendisi de bir köy çocuğuydu.
Çocuğunu ortaokula kayıt yaptırmayan velileri kararlarından döndürmekte ne çileler çekti. Tüm zorlukları aşmanın bir yolunu bulurdu. Yoksul öğrencilerin giderlerini kendi maaşından karşılar, onların öğrenimlerini sürdürmelerini sağlardı. Köydeki varsıl velileri bu işe ortak etmesini de bir biçimde becerirdi. Kızlarını okutmak istemeyen veliler öğretmene rast geldiklerinde yollarını değiştirmekle işin içinden çıkacaklarını zannederlerdi. Fakat öğretmenin tatlı dili, ikna gücü onları da yola getirirdi.
Bahtışen’in İlkokulu bitirdiği yıllarda köylü kızlar için en ideal meslek ebelik mesleğiydi. Üç yıllık bir eğitim-öğretim süresi yeterliydi ebe olmak için. Ebe okulu Bahtışen için biçilmiş kaftandı. Fakat ailenin ekonomik durumu kızlarını okutmaya elvermiyordu. Üstelik ailenin direği baba yıllar önce ölmüştü. Geride anne Sultan Hanımla bir kız bir erkek umarsız kalmıştı.
Bahtışen’in normal koşullarda öğrenimine devam etmesine olanak yoktu. Yetim ve çaresiz bir kız. Okulun giriş sınavlarına nasıl gidilecek? Üç yıl sürecek okul giderleri nasıl karşılanacak?
Zeki bir kız köyde kaybolmamalı. Bahtışen için Alimerdan öğretmeninin kafasında makbul çare çoktan şekillendi. Öğrencisini ebe okuluna yönlendirmek. Ebe okullarına kayıt koşullarından birisi öğrencinin en az on beş yaşında olmasını gerektiriyordu. Bu nedenle ilkokulu bitirdikten sonra yaşı uygun oluncaya kadar köyün diğer yoksul kızları gibi Bahtışen’de birkaç yıl bekledi.
Bu süre içinde öğretmenimiz kızlarla sürekli iletişim içinde oldu. Onlara kitaplar sağladı. Zaman zaman evine davet etti. Okumaktan soğumamaları için yönlendirici konuşmalar yaptı. Yaşları yetince de genç kızlık yolunda hızla ilerleyen öğrencileri sınava kendisi götürdü.
Dar gelirli ailelerin kızlarının okul giderlerini köyün varsıl ailelerine paylaştırdı. Bahtışen’in ve Aynur adlı başka bir öğrencisinin giderlerini kendisi üslenecekti.
Sultan Hanım kızının okumasını, kendisinin yaşadığı çileli hayatı yaşamasını istemiyordu. Kızının öğretmenine uçsuz bir saygı duydu. Seve seve kızı uğurladı. Sınav sonuçları köye geldiğinde en çok sevinen Alimerdan öğretmen oldu. Kızların hepsi giriş sınavını kazanmıştı.
Haftalar, aylar, yıllar ne çabuk geçti. Üç adet üç yüz altmış beş gün çabucak bitiverdi. Kızlarımız idealist duygularla sağlık ordumuza katıldılar. Onlar, görev aldıkları köylerimizde öncelikle hamile kadınlarımızın dertlerine derman oldular.
Atandıkları köylerden öğretmenlerine mektuplar yazdılar. O’nu hiç unutmadılar. Yeni yaşamlarından kesitler sundukları duygu dolu mektuplaşmalar yıllarca sürdü.
Bahtışen, Karadeniz Bölgesinde bir bucağa atandı. Doğduğu köyde işler bitince annesi Sultan Hanımı ve kardeşini de yanına aldı. Ve kardeşini ortaokula kaydettirdi. O artık ekonomik bağımsızlığı olan özgüveni tam bir bireydi. Aile terbiyesi ve okullarda aldığı eğitim sonucu edindiği donanım sayesinde karşısına çıkan zorlukların kolayca üstesinden gelebiliyordu.
Göreve başladığının beşinci yılında çalıştığı köyün ilkokulunda çalışan bir öğretmenle anlaşarak evlendi. Şimdi güzel yurdumuzun şirin bir kentinde devlet hastahanesinde görev yapıyor. Görevinden öte en büyük tutkusu özellikle yoksul insanlarımıza yardım elini uzatmaktan tanımsız mutluluk duymaktadır. Severek evlendiği eşiyle her yıl bir yoksul öğrencinin okul giderlerini karşılamak gibi bir eylemi de aralıksız sürdürmekteler…
YORUMLAR
"Bahtışen" Ad koymak kolayda adı gibi biryaşam sunabilmek zor.Hikaye güzel yazılmış.Okumasıda öyle.Saygılar sayın Yılmaz.
İBRAHİM YILMAZ
düşüncelerimi nasıl toparlayıp net bir özet yazsam diye düşünüyorum lafı fazla uzatmadan...
öykünün birinci ve asıl sonu beklenen bir son elbette. ama ormancının yanlış davranışı ve doğru olan şeyler arasında bocalaması açıkçası o yanlışı yaptıktan sonra bile olsa güzel bir alamet...
bu arada kızın adı ile kaderi arasında güzel bir tezat oluşturmuşsunuz fikrimce.
öykünün ikinci kısmı yani sonu tarzındaki bölüm gibi olması elbet daha güzel olurdu. fakat bunlar isimler farklı da olsa yaşanmış ve hala da belki yaşanan kötü hikayeleri ülkemin.
bir de eskiden o öğretmenler daha çokmuş. şimdikiler istisnaları geçiyorum, öğretmen maaşını kendilerine yetiremiyor.
tebrik ve saygı