- 794 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
DALGINLIĞIN DA BÖYLESİ?!
Bugün günlerden Perşembe, semtimizde bize çok yakın bir semt pazarı kuruluyor ve akşam üzeri pazara çıktım. Aslında öğleden önce de pazara gidebilirdim, fakat gün boyu evde derin bir üzüntüler içinde idim. Neden derseniz, 17 Eylül günü Antalya Kumluca Çavuşköy (Adrasan) yolunda meydana gelen, çok feci sonuçları olan bir kaza nedeni ile çok sayıda arkadaşımız yaşamını yitirdiği gibi, pek çok da yaralı var ve henüz hastanelerde derin acılar içinde kıvranmaktalar. Onların bu hallerini aklıma getirdikçe, üzülmemek elde değil.
Kazanın hemen ertesi günü, canciğer, 1965 yılından beri arkadaşım olan birlikte altı yıl parasız yatılı okuduğumuz, arkadaşım Ali Çetin’i Manavgat Çamlıtepe ( Namaras) köyünde ebediyete uğurladık. Herkesin gözünde yaş ve bakışlarında derin bir üzüntü vardı. En çok üzülen de mutlaka eşi ve çocukları idi ve ölümün karşısındaki çaresizlik bakışlarından okunuyordu.
Elim kazaya ilişkin ilk duyduklarımız ve okuduklarımız, otobüsün sürücünün direksiyon hakimiyetini yitirmesi sonucu kontrolden çıktığı ve yaklaşık 50- 70 m. kadar yol kıyısındaki uçurumdan aşağı devrilmesi sonucu, otobüsün ön sağ kısımlarında oturanların, büyük bir izdiham altında kalmaları ve yere sert biçimde çarpmanın da etkisiyle tüm yolcuların şiddetli travmatik darbelere maruz kaldığını göstermektedir. Kazadan sonra olay yerine ulaşan vatandaşlar ilk kurtarma müdahalelerini gerçekleştirmişler, daha sonra kaza yerine kurtarma ekipleri sağlık ve asayiş ekipleri intikal etmiştir. Gerek şoför gerekse arkadaşım güçlükle sıkıştıkları yerden çıkarılabilmişler, ne yazık ki çıkarıldıktan sonra yaşıyor olsalar da sonradan yaşamlarını yitirmeleri önlenememiştir. Olaya ilk anda müdahale eden iyiyiksever ruhlu ve bir güzel insanımız sayın İbrahim Demir’in ( Adrasan esnafından) aktardığına göre, Sürücünün ölmeden evvel dediği ; ‘’Frene bastım ama, fren tutmadı!’’ biçimindedir. Bu durum, neden kaynaklıdır, bunun saptanması önemlidir . Yine duyduğuma göre aynı yerde daha önce de çok kazalar olmuş. Yol hatalı bir yol mudur?! Ne derece emniyetlidir? Yol deyip geçmeyelim, keza pek çok kazanın gerçek nedeni yol yapım hatasından kaynaklanmaktadır. Kasisler, yol kıyısında bariyerlerin olmayışı, sinyalizasyon hataları, yol ortasında çukurlar, hatalı viraj projeleri, yolun eğimi ve uyarıcı levha yetersizliği, köprü başlarında yolun ani daralması ve sürücüleri uyaran levhaların olmayışı, yoldaki mıjır dediğimiz çakıl taşlarının olması, v.s... pek çok neden kaza sebebidir.
Bu kazayı ilk duyduğumuz anda ben de bir arkadaş grubu ile Kemer Kuzdere Yaylası taraflarında bir dağ yürüyüşü yapıyor idim. Keza günlerden Pazar’dı ve sağlığım açısından bol oksijen almam, spor yapmam gerekiyor, aksi halde geçirdiğim kemoterapi ve radyoterapinin olumsuz etkilerini bedenimden atabilmem kolay değil. Kaza anında dağlarda olmamız nedeniyle, ne yazık ki istesek de elimizden olaya müdahale ederek, kurtarmaya destek sağlamamız mümkün değildi. Bu nedenle olayı duyduğumuz andan itibaren, kafamızda pek çok soru işareti oluştu ve keyfimiz kaçtı.
Bu olayın, her bakanın, baktığı pencereden görüş ve bakış açısı elbette farklıdır. Olay bir kaza mıdır, değil midir boyutundan başlayarak, bu bir tur mudur, yasal mıdır değil midir tartışmaları basında tartışılmaya başlamışken, idari makamlar da kendileri açısından gerekli koğuşturma ve soruşturmaları yapmaktadırlar. On sekiz yıl boyunca A grubu bir seyahat acentası kurup, işletmiş, sorumlu müdür ve ülkesel kokartlı Almanca profesyonel turist rehberi sıfatı ile de pek çok tur yapmış birisi olarak bu konuyu tüm ayrıntıları geniş boyutta ele alabilecek bir bilgi ve deneyime sahibim. Ancak burada konuyu dağıtmak istemiyorum.
Gezmek en doğal gereksinimlerinden birisidir insanın. Turizm dediğimiz sektör, bu gereksinim temelinde biçimlenir. Hafta sonu doğa yürüyüşleri ve değişik spor aktiviteleri, kültür, eğlence faaliyetlerine katılmak, son yıllarda giderek artan kent nüfusu ve stresli kent yaşamından kurtulmak için, bir sonraki haftaya kendini tazelemiş, biraz dinlenmiş, enerji toplamış olarak girmek herkesin hakkıdır.
Ancak gezi ve eğlence kütürümüzü geliştirirken de öğreneceğimiz, bilmediğimiz çok şeyin olduğunu da kabullenmek zorundayız. Bu konuda elbette sosyal medya ve görsel medyadan çok şey öğrenilebilir. Fakat yaşam pratikleri en kalıcı ve doğru bilgileri bize acımasızca öğretir.
Ülkemizde seyahat acentaları sektör olarak belirli bir düzeyde gelişmiş ve standartları yakalamış, markalaşmış, büyük tur operatörlerimiz vardır. Fakat pek çok seyahat acentası halkın beklentileri doğrultusunda fazlaca çeşitli bir ürün sunamamaktadırlar. Nihayetinde acentacılık ticari bir sektördür ve para kazanmak amaçlıdır.
Oysa halk dediğimiz büyük kitle, daha yalın biçimde eğlenmek, doğada gezmek, yüzmek, çocuklarıyla mutlu bir hafta sonu geçirmek istemektedir, bunu da elbette patrasal olanaklarının elverdiği sınırlı bütçesinden para ayırabilirse yapabilmektedir, olayın bu yönü çarpıcı ve dikkat çekicidir. Bu bağlamda acaba kentsel yönetimlerin yapabileceği şeyler, halka sunabileceği hizmetler olamaz mı, elbette vardır, fakat yapılanlar çok yetersizdir. En basit biçimiyle bizim mahallede çocuklar sokakta futbol oynuyorlar, top yol kıyısındaki arabaların altına kaçıyor, camlarına çarpıyor, çocuklar sokakta gürültü yaparken, ben evde kitap okuyor isem, şiir yazıyor isem konsantrasyonum bozuluyor. Kent planlamasında yeşil alan, spor amaçlı oyun alanları, yüzme havuzu, v.s. en baştan düşünülmesi gereken zorunlu gereksinimlere dahil edilmek durumunda değil midir?!
Olayı makro boyutta ele alacak olursak, turizm sektörü, seyahat, konaklama ve taşımacılık( Kara , deniz hava) üçlü sacayağı üzerinde tüm dünyada yükselen dev bir sektördür, ülkemiz bu anlamda diğer ülkeler ile asla kıyaslanmaz büyük kültürel zenginliğine ve eşsiz doğal güzelliklere sahiptir. Fakat tembellik iliğimize işlediği için, kısa vadede köşe dönmek ve hemencik zengin olmak, soygun ve vurgun, ön plânda tutulduğu için, turizmin sağlayabileceği olanaklardan diğer ülkeler kadar yararlanamamaktayız.
Yazmakta olduğum şu saatlerde takvim ekranda gün değiştirdi, günün yorgunluğu üstümde. Konuya dalgınlık diyerek girmiştim, şimdi onu da anlatayım:
Perşembe Pazarına gittim, pek fazla bir şeye gerek yoktu, evden çıkarken yeşil zeytin, domates, salatalık, köy yumurtası al diye tembih etti eşim. Diğer türler demek ki evde vardı yeterince ve zaten iki kişi fazla tüketmiyoruz. Domates alırken, domates sergisi L biçiminde idi bir tarafında kırmızı bir tarafında pembe domatesler vardı. Aynı anda bir kaç müşteri birden alışveriş yapıyorduk, satıcı, sattığı malı duyurmak için bağırmaya o kadar kaptırmıştı ki kendini, ben ‘’Al şu parayı!’’ diye üç kez seslenmeme rağmen beni duymadı. Ben de aldığım kırmızı domatesleri, arabaya yerleştirdim. Bu arada pembe domateslerden de almak istedim. Elimdeki sebze taşıma arabasını olduğum yerde bırakarak, pembe domateslerin olduğu köşeye dolandım. Bir kg. da pembe domates aldım, satıcıya yandaki diğer genci işaret ederek ’’Beraber misiniz?!’’ diye sorup, ‘’Evet!’’ dedikten sonra her iki domatesin de parasını ödedim; iki kişi var domates tezgahında ve az evvel, beni, seslenmeme rağmen duymayan kişiye de ‘’Bak parayı ödedim!’’ diye anımsattım. Fakat ben hemen dibimde en yakın arabaya, pembe domatesleri atıp, arabanın sapına yapışmışım! Tam arabayı alıp gidecekken yandaki türbanlı bir bayan, ‘’ O benim arabam!’’ deyince yaptığım dalgınlığı farkedip, ‘’Özür dilerim, çok dalgınım, kusura bakmayın!’’ dedim, geçip kendi arabamı alırken, gayet yumuşak bir tebessüm ile ‘’Yok önemli değil!’’ dedi hanımefendi.
Hayatta ilk kez başıma dalgınlığın böylesi geldi, ben kendi kendime, Ali Çetin arkadaşımın ölümüne ne kadar çok üzüldüğümü ve kendisine ağıt yakarken gözyaşlarımın beni ne çok sarstığının mülâhazasını yaparken, eve doğru yollanmıştım ki birden bir kişi yine seslendi; ‘’Bakar mısınız!, Bakar mısınız!, Bakar mısınız?!’ ‘Ben neredeyse yine duymayacak kadar sağırlaşmışım ki üçüncü seslenişinde dönüp baktım, az evvelki türbanlı bayan yine peşimden gelmiş ve ona ait pazar çantasının içindeki ‘’Bu domatesler sizin mi, ben almadım! ‘’ Birden aklımı toparladım, ‘’Ha, evet ben bir kilo pembe domates almıştım!’’ dedim ve tebessüm ederek, çantasındaki domatesi uzanıp aldım, utanmadım desem yalan olur, tekrar hanıfendinin yüzüne döndüm, ‘’Size zahmet verdim, kusuruma bakmayın!’’ dedim, genç bayan yine tatlı tatlı gülümsedi ve bu kez gördüğü yüzü unutmamak için, dikkatle, yüzüme daha bir anlamlı baktığını hissettim. Belki de az evvel ‘’Adama bak yahu, kaşla göz arasında benim çantayı alıp gidecekti!’’ demekten cayıp, ‘Aaaa adamcağız harbiden dalgınlık yapmış, aldığı domatesi bile benim çantaya bırakmış, ama yine dalgınlıkla unutup gitmiş!’’ düşüncesi, onun benim hakkımda daha farklı düşünmesinin önüne set çekmiş oldu, belki de onun mutluluğuydu yüzündeki gülümseme?! :) O artık beni nasıl ezberine yazdıysa, ben de onun yüzüne baktım ama, daha çok mahçubiyetle baktım. Akla gelmeyen neler olabiliyor dalgınlıkla; onun için insanlar hakkında ön yargılı olmadan evvel, onların neden o halde olduklarını doğru anlamakta yarar var?!
Ah Ali Çetin, benim güzel arkadaşım, dalgınlığın da böylesi; vallahi sebebi sensin...
Ruhun beni dinliyordur eminim ve duydun dediklerimi. Ve bak benim kulağım çınladı şimdi... Vakit geç oldu, rahat uyu canım arkadaşım, iyi geceler...
Sabah ola hayrola!
Şaban AKTAŞ
22.09.2017 - 02.31
Fotoğraf: Şaban AKTAŞ 18.09.2017
Ali Çetin arkadaşımın ebediyete uğurlanışı
ÇAMLITEPE KÖYÜ (NAMARAS), MANAVGAT - ANTALYA
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.