- 761 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
519 – CESARET SEMBOLÜ
Onur BİLGE
“Cesaret Sembolü,
Önceleri, o soysuz hakkında konuşurken esprili anlatımından, onun hoşsohbet biri olduğunu, seni mesut edebileceğini sandım ama arada ciddi yakınmalar vardı. O adamla tanıştıysa, ona varacak kadar da akılsız değildir herhalde, diye düşünüyordum. Asla öyle bir beraberlik olmaz sanıyordum. Çünkü zaman zaman onu ağır bir şekilde eleştiriyor, hatta dengesizliklerinden yakınıyordun.
Arkadaşlığınız ilerledi, eleştiri ve şikâyetlerin çok da azalmadı ama sevinçli ve mutlu görünüyordun. O zaman dedim ki: “Bu geçici bir hevestir. Aksaklıkların farkında… Bile bile kendini feda edecek değil ya!”
Bu tür olayları yaşayanların sonlarını bildiğim için çok da umursamıyordum. Ayaklarının suya ermesini bekliyordum. Evlenme kararı aldığınızı işitince kulaklarıma inanamadım! Çünkü sen onun densizliklerinden yakınıyordun.
Aranızda geçenleri sen demezsen bana, neler yapıp ettiğini ben nerden bilirim! O zaman olanı biteni şimdi söylüyorsun. Geçmiş olsun! Neye yarar bu zamandan sonra! Vaktinde diyecektin de adım adım takip edecektik vakaları birlikte ve ona göre değerlendirme yapacaktık. Sen, o yarım yamalak mutluluğunun bozulmaması için aranızda geçen tatsız olayları sır gibi saklarsan, kim ne yapabilirdi yardım adına?
Şimdi ancak sana: “Kendi düşen ağlamaz!” demek kalıyor bana ama yapamam ki! Annenden de çok içim yanıyor sen hıçkıra hıçkıra ağladıkça! Benimki belki kraldan fazla kralcılık oluyor ama nasıl duyarsız kalabilirim ki sen benim için en sevgiliyken! Değil gözünden bir damla yaş akmasıını, kaşını çatmanı dahi istemiyor gönlüm. Aslında, ardına bakmadan çıkıp gittiğini hatırladıkça: “Bana ne?” demek geliyor içimden ama sana olan düşkünlüğüm o denli fazla ki diyemiyorum.
Nasıl aklı başında kalabilirim bütün bu haksızlıklar ve zulüm karşısında! Şeytan diyor ki: “Git, yakala, eşek sudan gelinceye kadar döv! Tut kolundan kızı, al gel!” Sen bunların hiçbirini hak etmedin! En hafifini bile… Çok iyi tanıyorum seni, çizgini biliyorum, değerli olduğunu biliyorum. Seviyorum da... Hem de canımdan çok!
“Özel konular anlatılır mı!” diyorsun. Anlatılmaz ama bir iki değilmiş ki es geçilsin, özürle falan kapansın gitsin! Anlatılması gerekirdi tabi ki! Evlilik, çocuk oyuncağı değil ki! Haydi, ben yabancıyım diyelim, annene anlatsaydın! Ya da aklı başında bir başka yakınına… Aranızda geçen tatsız olaylar masaya yatırılsaydı, detaylarına kadar inilerek incelenseydi de gelecekte olması muhtemel olan anlaşmazlıklar, paranın ve aşk sandığın cinsel dürtülerin kör ettiği gözlerine birer birer gösterilseydi! Belki gözün açılırdı da o imzayı atmadan evvel münasebetinizi bir kez daha gözden geçirir, risk almaktan çekinirdin.
Yanlış anlamadıysam, ona cephe alınmasından çekindiğin için dışarıya hiçbir şey aksettirmediğini, bir şeylerin iyi gitmediği duyulursa, herkes ne der diye çekindiğinden her şeye katlandığını, düzeleceğine dair verdiği sözlere kanarak yapmış olduğu hiç de küçümsenmeyecek hataları affederek sabrettiğini, yine de içinin tam anlamıyla rahat olmadığını, verdiği sözlerin gerçekleşmemesi ihtimalini düşünerek son derece tedirgin bir halde oturduğun nikâh masasında imzayı atarken elinle birlikte yüreğinin de titrediğini, ele güne rezil olmamak için çıktığın yoldan geri dönemediğini söylüyorsun.
Eğer o rezillikse, keşke o zaman herkese rezil olsaydın da zarar görmeseydin! Ne demek rezil olmak? Gelin ata binmiş, ya nasip… Herkes senden yana olurdu. Yine de değişen bir şey yok! Zararın neresinden dönülürse kâr… Başta ben olmak üzere, olayı işiten herkes senden yana, seni seviyor ve toz kondurmuyor! Hepimiz, evliliğinin başından beri içinde bulunduğun durumun ne kadar zor olduğunu anlıyor, seni sonuna kadar haklı buluyoruz. Ancak ben olup bitenleri o müzevire anlatarak ailevi sırların dışarıya yayılmasına aldırış etmeyişini uygun bulmuyorum. O kadar arkadaşlık ettik, her konuda konuştuk, tartıştık, hâlâ anlamadın mı ki beni de baştan beri bana güvenerek anlatacağına o gazeteciye anlattın! Öyle olsaydı, aramızda kalırdı.
Söylediklerinle beni sen öyle düşündürdün, öyle bir hale getirdin ki onu kıtır kıtır kessem, hırsımı alamayacağım! Sen de haklısın. Onu övecek değildin ya! Zaten rakibimdir o benim, hayran kalacak değildim ya! O seni alıp gittiğine göre bari mutlu etseydi de ben de beraberliğinize alkış tutsaydım, senin mutluluğunla mutlu olsaydım, en az annen kadar.
Ne demek: “Ben döverim, başkalarına toz kondurmam!” demek! Ona bu hakkı kim veriyor? Bir kadın, nasıl olursa olsun, ne yaparsa yapsın, dövülmeyi hak etmiyor! Beğenmiyorsa boşar! Ne demek hakaret etmek, aşağılamak? Bırak gerisini, beraber içtiğiniz bir bardak çay hatırına dahi olamaz öyle bir şey! Ben inanmadım o seyyar gazete ilk dediğinde. Şaka falan sandım ilkin. Sonra kıskançlığından mı diye düşündüm. İnanılacak gibi değil!..
Çok fazla tepki verdiğimden, sana ağır bir şekilde yüklendiğimden yakınıyorsun. Baban kadarım, onun gibiyim! Müsaade et de yükleneyim! Başka türlü akıllanacağın yok ki senin! Onca sıkıntı varken başka sorunlar açmaya çalışıyorsun başına!
Arkadaşça konuşuyoruz şurada, samimi olalım! Bu defa bari söz dinle de tereyağından kıl çekilir gibi çıkıp gelmenin yollarını ara! Özelin dışa taşmaması gerekir. Yeteri kadar reklâm ettin kendini zaten artık tut o yanan dilini: “Ben bildiğimi yaparım!” demekten vazgeç de ne yapılması gerekiyorsa yapalım.
Bana kalırsa bu evliliği daha fazla yürütmeye çalışmanın gereği yok! Evlilik diye bir şey kalmamış zaten. Ölüyü ne yaparlar? Gömerler! Önce seni buraya getirmek, sonra da dava açmak lazım… Yine de hayat senin! Son söz senin! Karar senin! İstersen kapatır, bir daha açmayız bu konuyu.
Konuşmalar aramızda kalacak. Ne zaman öyle olmadı ki! Rahat ol! Sen onun, ne olduğunu az çok bile bile gittin. Kader mi diyorsun şimdi buna? O sana anlattı kendisini, açık davrandı. O kadar açık verdi, uyanmadın. Uçurumu görüyor ve ısrarla üstüne gidiyordun.
Biliyordun başına gelecekleri. Onun için ayakların geri geri gidiyordu. Dedin ya kız arkadaşlarınla samimiyetinden şüphelendiğini. Gevşek davranışlarına çok kızdın ama yine de aşama aşama beraberliğe gittiniz. Yanlış mı anladım acaba?
Diyorsun ki: “Kader işte! Nikâhlar gökyüzünde kıyılır. Yerde, formalite icabıdır her şey. Karşı komşumun annesi diyor. Bir kadın evlenince, onun önceki bütün günahları af olurmuş. Doğru mu? Var mı böyle bir hadis? Eğer varsa, acaba Allah affediyor da etraftakilere ne oluyor ki dedikodu ediyorlar? Onlar kim oluyor?”
Orasını ben bilmem. Belki Kaptan bilir. Dindar bir adam değilim ben. Dinsiz de değilim. Hiç olmadım aslında. Çünkü ateist olduğumu söylerken bile Allah’a dua ediyordum. O’na o kadar muhtacız ki gidecek başka kapımız yok! Çok merak ediyorsan araştırır, sana söylerim. Doğruluğundan emin olmam için hadis değil, ayet olması lazım!
“Bir kere daha mı affetsem? Yeni bir sayfa açıp, devam mı etsek acaba? İyi bir gözdağı versek, düzelmezse mi boşama hakkımı kullansam? Ne dersin?” diye sordun, konuşmamızın sonunda. Sen bilirsin! Her şeye rağmen seviyorsan, ihanet ettiği halde için kabul ediyorsa, düzelebileceğine dair bir parça olsun ümit varsa içinde, bir kere daha değil, birkaç kere daha dene! Evlenmeden önce de:
“Olsun! Olur o kadar! Ben düzeltirim. Anlatırım, öğretirim, değişir.” falan dedin, değil mi? Değişti mi?
Sabrın da bir sınırı vardır! Nefsin de senden davacı olacak! Unutma!
Ya ters bir tarafına vurup ölümüne sebep olursa?
Kraldan Fazla Kralcı”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 519
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.