- 902 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Kaybolmaktan Korkar Gibi
Tebessüm etmek başlı başına bir sanat... Dudakların iki kenarının yukarı kıvrılmasından çok öte bir yukarıya yöneliş, gökyüzüne kucak açış hâli... O yüzden mi insanlar gülümseyen birinin karşısında âni bir dönüşüm yaşarlar sanki? Hiç tanımadıkları biri de olsa karşılarındaki insan; o gülüşte çok sahici, çok tanıdık bir şeyler vardır. En yakın çocukluk arkadaşları vardır belki... Anneleri, kardeşleri... Gerçek bir gülüşü sahtesinden ayırmayı öğreten, sevgisine emin oldukları, varlıklarını sıcacık bir kucak hâline getiren birileri yani...
Veya bir pencere... O pencerenin diğerlerinden ayrılmasını sağlayan, yılların ona kattığı herhangi bir özelliği... Bir yerindeki çatlak mesela... Gülümsemesini sağlayan herhangi bir iz... Ya da bir sokak... Geçmişin gölgelerini katan her şeye... “Buradan geçen herkesin bir öncesi var.” diyen... “Şuradaki çocuklar gibi bir zamanlar onlar da ip atlayıp top oynuyor, içlerindeki tükenmez enerjiyi saçıp duruyorlardı ortaya. Tek dertleri sadece biraz eğlenmekti... Bu hep aynı şeylerin sür git devam ettiği döngüyü bir yerinden kırıp bir parantez açmak hikâyelerinde, içini kendi kelimeleriyle doldurmak...”
Böyle bir sokağın fısıltılarını duyabilen insanlardır belki de en gerçek tebessümlerin sahipleri.
O da öyle gülümseyenlerdendi işte! İp atlayan o küçük kız çocuğunu da katan yüzümdeki gölgelere... Ya da yaşama sırtını dönmüş, bir sahilde ağlayan o yenik kadını...
Ağlıyordum o gün. Gelen geçenin fark etmesine zerre aldırmadan, kalkanlarımı indirmiş, “istediğiniz kadar yakabilirsiniz canımı” dercesine, omuzlarım sarsıla sarsıla hem de...
İşin tuhafı en güçlü olduğumuz anlar en zayıf, en yenik düştüğümüz, yenilmekten korkmayı bıraktığımız anlar oluyordu genelde. İnsanları güçlü bir duruş kadar rahatsız eden bir şey yoktu çünkü. Bunu varlıklarına bir çeşit tehdit olarak görüyorlardı. O yüzden, yüklenip duruyorlardı o güçlü duruşun sahibine. Böyle karmaşık bir dünyada kendilerinin bir türlü sahip olamadığı o emniyet duygusunu o kişinin yüzünden de, benliğinden de sonsuza dek def etmek için yapmadıkları kalmıyordu.
Bu yüzden ağlayan, sızlayan insanları çok seviyorlardı. Hiç dokunmuyorlardı onlara. Çünkü karşılarında görmek istedikleri insanı buluyorlardı onlarda. Hayatın hoyrat dokunuşlarına karşı kendini savunmaktan vazgeçmiş, teslim olmuş, gölgemsi bedenlere karşı çok saygılı oluyorlardı genelde.
O gün ben de insanların bu tuhaf yönünden epey bir nasiplendim. Hiç tanımadığım bir kadın “su ister misiniz” dedi, açılmamış bir pet şişeyi uzatarak. Utangaç bir genç yardım edebileceği bir şey olup olmadığını sordu... Ve onlar gibi birkaç kişi daha... Sonra O geldi.
Diğerleri gibi onu da teşekkür edip geçiştirmemi ne engelledi, bilmiyorum. Ama bir tarafım biliyor olmalıydı ki hiç tereddüt etmeden açtım kapılarımı ona. O şahane gülüşüyle “oturabilir miyim” diye sorduğunda “buyurun” dedim, sanki oturacağı tahta bir bank değilmiş de kalbimin en orta yeriymiş gibi haddinden fazla çıkarak sesim...
Beni az ilerideki kafede çayını yudumlarken fark ettiğini söyledi. Denizi seyrederken birden o sonsuzluğun içinde bir yerde ağlayan bir kadın görmüştü. Kadın sanki kaybolmaktan korkar gibi, ‘öylesine orada oturan biri’ olmaktan onu çıkaracak bir şeyler yapmaya çalışıyor, eğer öyleyse çok da başarılı oluyordu bunda. Çünkü normalde birbirini görmekten aciz insanlar o kalabalıkta bir tek onu görüyor, usulca yanına yaklaşıyorlardı.
“Sanki gizli bir çağrı buluyorlardı ağlamanızda.” dedi. “Belki farkında olmasanız da aslında gerçekten de çağırıyordunuz onları. Çünkü yetişkin yaşta biri böyle ulu orta ağlamaz genelde. Ağlamak bir nevi ‘pes ettim’ demektir çünkü; tüm kalkanlarından bir anda sıyrılıp savunmasız kalmak, insanların insafına bırakmaktır kendini... Yani bir nevi güvenmektir onlara. Çoğu insansa bunu yapacak kadar yürekli değildir.”
“Siz de aynı nedenle mi yaklaştınız yanıma? Yani çağrıma karşılık vermek için...”
Bir sitem ifadesiyle söylemiştim bunları. Sadece ağlamıştım ben çünkü. Önünde arkasında en küçük bir hesap kitap olmayacak kadar öylesine, kendiliğinden gerçekleşen bir durumdu bu. Ayağın bir şeye takılıp da yere düştüğünde canının acısından ah demek gibi...
Yani ille de fiziksel olarak canın acıyınca mı başkalarının yanında ağlama hakkına sahip olabilirdin? Dizinin kanamasından ya da bileğinin burkulmasından çok daha fazla acıtan başka türden acılar da olamaz mıydı?
İçimden geçen bu düşünceleri duymuş gibi “asla hayır” dedi, yanlış anlaşılma korkusuyla yüzü allak bullak. “Ben sadece ağlayan bir kadın gördüm size bakarken. Her damlası gerçek; ruhu yıkayan, arıtan türden bir ağlamaydı sizinki.”
“Gerçek bir tebessüm gibi yani...” diye mırıldandım. Çünkü o yanıma gelip bana öyle güldüğünde az önce söylediklerine benzer şeyler düşünmüştüm ben de. “Böyle gülen birinin ruhunda en küçük bir kir pas yoktur” demiştim.
“Efendim?!” dedi, ne dediğimi zerre anlamadan. Ama sezgileri güzel bir şeyler söylediğimi ona fısıldamış olmalı ki yüzünde yine o emsalsiz tebessüm belirdi.
“Önemli değil, sonra anlatırım.” dedim. Şimdi ne söyleseydim ki? Kirli ruhlardan kaçan iki arınmış ruh olarak dönüp dolaşıp birbirimizi nasıl bulduğumuzu mu? Bir gün söylerdim belki... Ama ondan önce akıl sağlımın yerinde olduğunu anlayacağı uzunlukta bir süre geçmesi gerekliydi.
“Ağlamak acıktırıyor insanı.” dedim, apar topar çantamı alıp banktan uzaklaşırken. “Şuradan bir simit alacağım kendime. Siz de ister misiniz?”
“En sevdiğim şeydir.” diye seslendi arkamdan. “Ben de iki çay alıp geleyim. Yanında deniz ve martı çığlığımız da var. Daha ne olsun?”
YORUMLAR
Daha ne olsun.
Ben uzun zamandır ağlamamıştım taki yalnızlığıma alışana kadar.
En son mesela hatırlıyorum sene 2016 babamın arabısıyla kaza yaptığını duydum.bir bayram sabahıydı uçaklar almadan gidiyordu beni.
Nasıl yetişebilirdim.sabahı buldun velhasıl gitmem.
Yine aglamamıştım yani gözyaşım icimdeydi.
An ki babamı hastane odasında görene kadar
Ve allahtan umut kesilmez diyene kadar doktorlar.
Ağladım...
Ağladım..
Çok şükür şimdi ayakta bir sevgi seli o.
Hayatıma saygı duyan ve beni düşüncelerimle kabul eden babam 'a. Teşekkür ederim.
Ve bir gün bu duyguyu bir kez daha yaşadım.
Babam'a değil hayır
Kalbime...
Dağ yürekli insana.
Yazınızı çok içten bulunca özrünüze sığınarak akıverdim.
Saygılar,