- 545 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
516 – YÜREĞİMİN ÇEKİRDEĞİ
“Yüreğimin Çekirdeği,
Nihayet bu sabah, öpücükle uyandırılmışım gibi telefonun geldi. Sesini duyunca dünyalar benim oldu! Ne kadar özlemişim! Nasıl hasret kalmışım! Sanki aylarca süren kuraklıktan sonra çöle yağmur taneleri düşmeye başlamış! Çatlamış topraklar nasıl bir arzuyla emerlerse damlaları, sesini ruhum öylesi bir susuzlukla içti ve kendinden geçti!
Sen çile anlatıyordun. İhanete uğradığından bahsediyor, bunu hak etmediğinden yakınıyor, nasıl hazmedebileceğini soruyordun. Sana birisi benden cevap veriyordu ama emin ol, o ben değildim. Çünkü ben kendimde değildim! Bu kadar yıl, her türlü içkiyi içtim ama bu denli sarhoş olduğumu hatırlamıyorum!
Nasıl bir efsun var senin sesinde? Nasıl bir renk, nasıl bir ahenk? Ağlarken bile dengesinden bir şey kaybetmeyen, hep zirvelerde gezinen, en güzel melodilerden güzel ve tesirli bir şey! Bir ses, nasıl anlatılabilir, nereye kadar, bilemiyorum! Kısaca diyorum ki öyle güzel, öyle hoş, öyle mest edici ki işte o kadar!..
Konuşmamız esnasında sana, kırk yaşından sonra, hele hele kırk iki kırk beş arasında özellikle erkeklerde, evlilik içi veya evlilik dışı ihanet olaylarına sıkça rastlandığını söylemiştim. Yaş kırkı buldu mu onlarda bir telaştır başlar!
Gençlik yanlarından tozu dumana katarak hızla geçip gitmiştir. Arkasından aval aval bakmaktan başka ellerinden bir şey gelmez. Paniğe kapılırlar. Acele bir şeyler yapmaları gerektiğini hissederek yalpalamaya, sonra da telaş içinde çırpınmaya, kendilerini duvardan duvara vurmaya başlarlar. Kapana kısılmış fare gibidirler. Bu arada, çare sandıkları her şey başlarına bela olur, bin dert açar.
O çağa kadar ne yapmış, kaç başarıya imza atmış olurlarsa olsunlar, hayatlarının fuzuli yere akıp gittiğini ve hâlâ hiç bir şey yapamadıklarını zannederler ve hızla yaşlanmakta olduklarını fark ederler. Hayatın öğle sonrasına gelmişlerdir artık. Güneş ışınları eskisi kadar dik ve yakıcı gelmemektedir. Her ne kadar dimdik ayakta olduklarını sergilemeye çalışsalar da belli bir eğim kazanmış olan ışınların oyununa gelmişler, gölgeleri çoktan batıdan doğuya doğru dönmüş ve gittikçe uzamaktadır. Güneşin ışıkları solgunlaşmaya, soğumaya başlamıştır. Belli belirsiz, çok az da olsa bu ısı ve ışık kaybı onların bunalıma girmesi için yeter de artar bile!
İş ve aile hayatlarını gözden geçirmeye başlarlar. Daha çok kazanarak, daha çok başarılı olarak kaybettiklerini telafi edebilecekleri zannıyla ve epeydir monotonlaştığı ve bıkkınlık uyandırdığı için öncelikle iş değiştirmeye kalkarlar. Sonra, eğer varsa araba değiştirirler... Daha sonra da yanlarına yakışacak ve kendilerini her yönden tamamlayacak, doping tesiri yapacak, öncekinden daha genç, daha güzel ve daha kültürlü bir eş aramaya başlarlar. Evli değillerse ve çoktandır beraber oldukları bir sevgilileri varsa, yeni bir sevgili aramaya koyulurlar.
Onlar, bu dönemde cıva gibidirler. İhanete uğramayan kadınlar, erkeklerini dağıtmadan avuçlarında tutabilen kadınlardır. Ancak öyleleri aldatılmayanlardır ki bunun için azami dikkat, çok büyük bir sevgi ve emek gerekmektedir. Üstelik bu kadarla kurtulamayacaklardır. Çünkü kendilerini, onların ellili yaşlarındaki en zor dönemlerine hazırlamaları lazımdır. Beraberlikleri sürdüğü sürece önlerinde çok çetin ve çok ağır bir olay vardır.
O yaşlara gelindiğinde erkeklerin Antropozdan kaçıp kurtulmaları mümkün değildir. O kâbus, daha gelmeden kendisini hissettirmektedir. O çağa ulaştıklarında, olanca korkunçluğuyla karşılarındadır ki bu, onların birinci ölümleridir. Yuva sağlam ve ilişki sağlıklı kalabildiyse, yine en büyük iş kadına düşer.
Yaşlı bir erkeğin çok genç ve dünyalar güzeli eşine nasıl ve ne nedenle ihanete kalkıştığına aklım ermiyor. Ulaşabileceği en güzel varlığa sahip olan adam, önüne ondan üstün nasıl bir hedef koymuş olabilir ki? Böyle bir olay, o kişinin yeni biri değil de yakasını kurtaramadığı biri olması ihtimalini akla getiriyor. Belki de çok hassas bir ruha sahiptir, evliliğinin kökeninde sevgi, ilgi ve düşkünlük değil de maddi çıkarlar falan olduğunu hissetmiş, hayal kırıklığı içinde yeni arayışlara kalkışmış, diğer bir yıkım meydana getireceğinden habersiz, incinen gururunu tamir gayesiyle kendisini ilk önüne gelenin kollarına atmıştır.
Tahammüllü olacaksın, alttan alacaksın, sükûnetini muhafaza edeceksin… Bir gözünü kör, bir kulağını sağır edeceksin. Gördüğünü görmeyecek, duyduğunu duymayacak, yoluna devam edeceksin. Aşkın bittiğini bilecek, ne kadar güç olsa da kabul edeceksin. Elinde kalan sevgi ve alışkanlıkla yetinmeyi öğreneceksin. Çünkü her şey gibi aşk da bitimlidir ve bittiğinde, bir yerlerden bir miktar alınarak yerine konması mümkün değildir.
Bu arada, açık denizlere yelken açmış aşk gemisini, yolun başında pupa yelken yürütmekte olan aşk rüzgârının da bitimliler arasında olduğu bilinciyle rahat olmaya çalışacaksın. ,Sabretmeye, beklemeye ve bu arada istifini bozmamaya alışacaksın. Eninde sonunda o deli rüzgârın ya şiddeti azalacak, ya da tamamen kesilecektir. Yön değiştirmesi ve tekneyi alabora edivermesi de ihtimal dâhilindedir.
Yakındır, bin kere bin pişman ve perperişan olarak sana dönmesi! En güvenli limanın eşi olduğunu er geç anlayacak, epeyce hasar görmüş olmasına rağmen yine de işe yarar halde ya da çürüğe çıkmış vaziyette kıyıya ulaşacaktır. Daha fazla zarar görmemesi için güçlü ve sıcak ışıklar saçan bir deniz feneri olmalısın ve ne olursa olsun, hiçbir şey olmamış gibi davranarak şefkatli kollarına atılmasına müsaade etmelisin. O an senin yenilgiye uğradığın değil, zaferle taçlandığın an olacak. Aksi halde aldatılarak aşağılanmışlığının utancından ve hazımsızlığından kurtulamazsın. Olayı tamamen önemsizleştirdiğinde ve kendini hep doruklarda hissetmeye devam ettiğinde sen falezlerin üsründe bembeyaz safiyetin ve ışıl ışık güzelliğinle güçlü ve muhteşem bir kadın olarak gururla kasılırken, bin bir ümitle çıktığı seferden süklüm püklüm dönen gemi ise paramparça direkleri ve paçavraya dönmüş yelkenleriyle ayaklarının altında kendisine sığınacak bir yer aramaya çalışacaktır. Ancak, böyle muazzam bir zafere ulaşabilmek için sinir sisteminin son derece dayanıklı olması gerekir.
Yuvalar en çok bu dönemde yıkılır. Erkek, evliliğinin eskidiği hatta son derece yıprandığı, ilişkinin bittiği kanaatindedir. Yenilik arayışı bundandır. Çünkü:
"Yegâne nokta-i rüyet iken görmez kendini dide bile."
Yani, tek görüş noktası olduğu halde göz bile kendisini göremez!
Ne kadar genç ve güzel olursan ol, allame-i cihan olsan nafile! Evliliğin ne kadar yeni olursa olsun, hiçbir şey değişmez. Sonuç hep aynıdır. Erkek, sorun kendisinde de olsa kadını suçlayacaktır. Çünkü başka çaresi yoktur! Aksi halde eksikliğini ya da eksilmekte olduğunu kabul etmesi gerekir ki hiçbir erkek suçu kabullenmez. Kendilerine bile itiraf edemedikleri acziyetlerini nasıl ilan edebiler! Erkek için acziyet, ölümden bin kere bin beterdir!..
Erkek, doğar doğmaz anasının babasının koçudur. Ailenin iftiharıdır. Kendisinde olan veya olmayan niteliklere ve yeteneklere bakılmaksızın o yaratılıştan mükemmeldir! Asırlardır süregelen saltanatı ve dokunulmazlığı nedeniyle doğuştan haklıdır. İlk hizmetçisi annesidir ki o, daha da ötesi, gönüllü kölesidir. İkincisi de eşidir, yani eşi olmalıdır! İtirazsız, temyizsiz...
Eğri oturup doğru konuşmak gerekirse, kabaca durum bundan ibaret…
Bu kadarı, yazacaklarımın çekirdeği... Ben de zaman mağduruyum, kuru erik namzedi… Sen de benim çekirdeğimsin. İçimden çıkarılırsan paramparça olurum! Kalbimdesin!
Yarım saat kadar konuşunca sadece su serpildi çatlayan topraklarıma. Bense bitimsiz hasretim sana! Zaman geçtikçe daha da susuyorum!
Artık ben susuyorum. Nasıl susadığımı kalbim desin!
İlelebet kalbimdesin!
Zaman Mağduru”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 516
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.