Kahve-i Türkî
Her ne kadar Yemen dilberi bilinse de kahve Türk’e ram olmuştur. Çünkü onun bir fincanına kırk yıl hatır biçen Türk’tür. Dünyanın hiçbir coğrafyasında bu denli itibar görmemiştir kahve. Türk kahvesi ifadesinin kültür ve edebiyat literatüründe yerini muhkemdir. Fincanın zarafeti kahvenin nefasetiyle bütünleşeli beri, kahve acısının da itibarı artmıştır. “Bir acı kahvenin kırk yıl hatırı vardır.” sözü günlük hayatın içinde kaç kez tekrarlanır kim bilir…
Batının kahveyi birçok işlemden geçirip içim şeklini ve zevkini artırması Türk kahvesine halel getirememiş aksine onun tahtını daha da sağlamlaştırmıştır. Çünkü, Türk kahvesi hazırlanışıyla içimiyle zevk-i selim sahibi insanların içeceğidir. Fincanında ayrı, köpüğünde ayrı albeni vardır Kahve-i Türkî’nin. Kahve fincanın zarafeti, asaleti kahve içenin hareketlerine de yansır. Ateşin hazırlanışı, kahvenin yapılışı, cezveden fincana konuluşu; fincanın tutuş şeklinden kahvenin dudağa götürülüşüne kadar bir yığın seremoni yaşanır. Bir fincan acı kahveye kırk yıl hatır biçilmesi ise bu seremoninin tuzu biberidir.
Kahvenin bol köpüklü olması kahveyi yapanın maharetine atfedilir. Ben pek katılmasam dahi, kahvenin telvesine bile bir vazife biçilmiştir. Kahve sadece tiryakilerin değil, fal bakanlarla baktıranların da gözdesidir. Büyük şehirlerin çarşılarında kahve falına bakılır diye her an bir broşür tutuşturulabilir elinize… Bu hususta dinen cevaz verilmese de. Türk insanı “fala inanma falsız da kalma” sözüne sığınır. Her ne olursa olsun, kahvenin bizim kültürümüzdeki yeri hep muhkem ve muteberdir. Belki bu yüzden hatırlı konuklara yemeklerden sonra kahve ikramı da adetten sayılmıştır.
Yine, başka iklimlerden gelip bizden biri olan, çay ile kahveyi karşılaştırırsak; kahve mektepli çay alaylıdır denilebilir. Kahve çok özel vakitlerde özenle içilir. Çay günün her saatinde karşınıza çıkabilir. Bence çayın da özel vakitlerde hazırlanması daha anlamlıdır. Belki de çayın tevazuu ulaşılabilir olması böyle harcıâlemmiş gibi bir anlayışın yerleşmesine neden olmuş olabilir. En ortak yanları ise her iki içeceğin de zarafet ve inceliğe dair izler taşımasıdır denilebilir.
Alaylı da olsa mektepli de olsa hem çay hem kahve. Türk ön adını asalet ve zarafetle taşıyan iki önemli içecektir. Biz onları seviyoruz, onlar da bizi seviyor. Bu sevgi kıyamete kadar bâkidir. Kahveye ve çaya dair kadim günlerde söylenmiş birkaç beyit, dize, bilmece ve sözü günümüze taşıyarak bu hususa nokta değil ama noktalı virgülü koyalım;()
“Kahvenizi nasıl alırdınız?”
“Gün yetmedi taştıkça taşan neşvemize
İmrendi o gün kahvede kim varsa bize
‘Dostlarla’ dedim, sohbetimiz bal gibidir
Ey kahveci gel katma şkere kahvemize!”
Beşir Avyazoğlu
“Her seherde Besmeleyle açılır dükkânımız
Hazret-i Şeyh Şâzilî’dir pirimiz üstâdımız”
Lâedrî
“Ben ne idim ne idim
Yemenli bir beğ idim
Felek beni şaşırttı
Fağfuriye düşürttü”Bilmece.
Nefes almış cenâb-ı Şâzilî’den
Siyeh hırka giymiş ol veliden
Aynî
Gönül ne kahve ister ne kahvehane
Gönül ahbâb ister kahve bahane
Lâedrî
“En iyi kahveler Osmanlı evlerinde pişer; alafranga ve alaturka kahveyi mukayese edenler aralarındaki farkı bilirler.”
Ahmet Midhat Efendi
“Kahvenin âb-ı hayat olduğuna şüphen mi var?”
Lâedrî
“Sürdüm kustu, çektim küstü”Bilmece.
Son olarak:
“Mademki gelmişiz köhne cihâne
Derdimizi çeksin şu vîranhâne
Gönül ne kahve ister ne kahvehane
Gönül ahbâb ister kahve bahane”
Lâedrî
Deyip kahve faslına şimdilik ara verelim…
Ankara,17 Eylül 2017 İbrahim KİLİK
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.