- 1050 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
512 – DİLENCİ
Onur BİLGE
"Servet’im,
Bugün öğleden sonra Kaptan geldi. Ben sana yapmakta olduğum mücevher kutusunu vernikliyordum. Onu renkli boncuklarla süslemek istiyordum. Laf lafı açtı, ona bundan bahsettim. Enteresan bir diyalog başladı aramızda.
“Ona sade bir mücevher kutusunu layık göremiyorum. Madem mücevher kutusu, ahşap da olsa oymalarının arası mücevher gibi taşlarla süslü olmalı, öyle değil mi abi? Daha çok hora geçmez mi? O benim için o kadar değerli ki elimden gelenin, gücümün yettiğinin en iyisi olsun istiyorum ona sunacaklarımın!”
“Sade de güzel bence ama süslense belki daha güzel olur. O halini tasavvur edebilmem için senin beynine girip, tasarladığını görmem lazım. Demek ki sen süslü püslü bir şey yapmak istiyorsun, onu tasarlamış olmalısın.”
“Renkli taşlarla süslemek istiyorum. Plajdaki çakıl taşlarını bile renkli ve desenli yaratmış Yaratan. En büyük usta O! Biz onun sanatına bakarak fikir alıyoruz, ilhamı veren de O! Gerçekten ne kadar değişik şekillerde, renk ve desenlerde onlar! Hele bir de ıslandılar mı dillenmeye başlıyorlar! Eski bir ateist olduğum aklıma geliyor da yüzüm kızarıyor, inanıyor musun?”
“O, gökyüzünü de donanma ışıkları gibi donatmış, bizim için tezyin etmiş. Cansız varlıklar, bitkiler ve hayvanlar ne anlar onları temaşa etmekten! Kâinatta ne varsa, insan için yaratılmış. Allah’a ne kadar hamd etsek az!’”
“Ya abi! Sahiden, ben geceleri gökyüzüne bakmaya başladım mı gözlerimi onlardan alamıyorum. Rasgele serpiştirilmiş gibiler ana yerleri o kadar mükemmel belirlenmiş ki! Hele o takımyıldızlar!.. Küçük ayı, büyük ayı… Aklıma gelmişken… Gençken merak ettim de Halk Kütüphanesine oğlana isim aramak için gittiğimde onu da araştırdım. Asıl adı Ursa Major’muş. Seksensekiz takımyıldızdan biriymiş. Doksan üç yıldızdan meydana gelmiş ama altısı parlakmış. Sekiz tanesinin gezegeni varmış. Küçük Ayı’nınsa bir… En iyi nisan ayında, akşam dokuz gibi seyredilebilirmiş. İnşallah önümüzdeki ay birlikte sahile çıkar, hem yürüyüş yapar hem de seyrederiz. Ne dersin?”
“Maşallah! Nasıl aklında tuttun bütün bunları yahu! Ben birazdan unuturum mesela.”
“Önem vermediğindendir, abi. Önem versen sen de unutmazsın. Sen de hadisleri ayetleri ezberlemişsin, yeri geldi mi aynen söyleyiveriyorsun. Merak sahalarımız farklı…”
“Yedi Kandilli Süreyya’yı, o Büyük Kepçe’yi kenara koy da Kutup Yıldızı’nın da içinde bulunduğu küçük Ayı’dan da bahset bakalım! Belki ona dair de ilginç bilgiler vardır aklında.”
“Olmaz olur mu! Ursa Minör… Bildiğin gibi yedi ana yıldızı var, yirmi üç yıldızdan oluşmakta, az önce söylediğim gibi bunun sadece bir yıldızının gezegeni var. İsimlerine kadar bilirdim eskiden, yazmıştım bir kenara ama zamanla ben de unuttum.”
“Biz Allah’ı yarattıklarından biliriz. Diğer yaratıklar Allah’ı bilirler mi, bilmezler mi, ne kadar bilir ya da ne kadar bilmezler, bilemem ama bilmezlerse müeyyidesi olmaz. İnsan, akıllı ve mesuliyetli yaratık… Herkesin, çevresine gören gözlerle bakması ve gördüklerinin kimin tarafından yaratıldığını düşünüp bulması, Allah’ı, idrak edebildiği kadar bilmesi şarttır!”
“Hayvanlar da tekrar yaratılacak ve insanlarla birlikte Allah’ın huzuruna gelecekler. Kur’an’da okumuştum. Onlar hesap vermeyecekler de neden diriltilecekler o zaman?”
“İnsanlarla yüzleşmek, haklarını aramak için… Çünkü onlar, Allah’ın dilsiz kullarıdır. Burada konuşmazlar ama orada da susmazlar! Ceza Günü, insanlar, insanlarla ve onlarla hesaplaştıktan sonra hayvanlara:: “Türab olun!” denileceğine göre, onlar kalıcı varlıklar değiller. Oysa insan için ölüm, hayatın uzantısı, aslı… Dünya hayatı sadece kök… Ahiret hayatı ise gövde, dal, kol, filiz, yaprak, tomurcuk, çiçek, meyve… İnsan hayatı, Sonsuzla sonsuza uzanır...”
“Üç yere sevk edilirmişiz. Keşke cehenneme atılacağımıza toprak olup gitsek biz de hayvanlar gibi!”
“İşte o mümkün değil ve bu şans, yani hayat denen dünyada denenme ve değerlendirilme süresi, asla bir daha ele geçmez! Onun için insan, mümkün mertebe önce kendisini bilecek, sonra da Allah’ı idrak edebildiği kadar etmeye çalışacak! Allah ona ne kadar akıl, idrak verdiyse, tam kapasite çalıştırarak kullanacak. Deliler, çocuklar, bunaklar muaf… Allah yetenek veya kapasite vermediğine zulmedecek değil. Haşa!..”
“Allah’ı neden bilmemiz istenmiş? Bilmesek ne olurdu? Neden şart?”
“Öncelikle bizim huzur ve mutluluğumuz için şart! Kalabalıklar içinde annesiz, yalnız, kimsesiz bir çocuk gibi kıvranıp duracaktı ruhlarımız. Sahipsiz, mahzun ve zavallı…”
“Ya bilince neler hisseder insan?”
“Arkasını yüce bir güce dayar, huzur ve mutluluk içinde tam bir teslimiyetle anne kucağında bebek kadar korumada ve mutlu olur. Allah’ın bilinmek istemesi kendi çıkarı için değildir. Allah, bir padişah gibi mülkünde hüküm sürerken el etek öpülmesiyle, karşısında el pençe divan durulmasıyla, övülmesiyle mutlu olacak ya da egosunu tatmin edecek değil. Asla!.. Haşa!.. Bu beklentiler, ihtiyaç sahipleri içindir. Oysa Allah, her türlü ihtiyaçtan münezzehtir.”
“Doğru söylüyorsun, abi. Ben eskiden, o inkârcı olduğum zamanlarda ki hatırlamak bile istemiyorum! Çok pişman olduğum için beni son derece rahatsız ediyor! O zaman ne kadar huzursuzdum! Kibrimden burnumu indirmiyor, kendimi bir şey zannediyordum. Ne zaman ki babalığım öldü, Azrail evimize kadar girdi, aklım başıma geldi!”
“Daha önce kimsenin öldüğünü duymamış mıydın? Görmemiş miydin? Bunca insan doğuyor, az ya da çok yaşıyor, ölüyor.”
“Görmüştüm, görmüştüm de yaşamamıştım! O öleceği günün gecesinde analığım da ben de hemen hemen aynı rüyayı görmüşüz! O bana anlattı, ben ona… Hayra yoralım dedik, hayra yorulacak yanı yok! Belli belli besbelli ki bizim evden cenaze çıkacak! Hem de yanında karalar giyinmiş biriyle… Nitekim de öyle oldu. Akşama çıkamadı!”
“Allah’ı bilmek, mutlu olmak demektir, Necmettin. Bu, bizim için elzemdir. Ekmek, yemek, giysi, eşya, mal, mülk bulunabilir ama mutluluğu bulmak son derece zordur. Hele hele İlahi Mutluluğu… İnsanlar mutluluk için ki bunlar ancak zamanla sınırlı geçici mutluluk kareleridir, insanlardan yardım isterler. Bu yardım isteyiş, onları dilencileştirir. Hiçbir şey istemeseler, sevgi isterler. Sevgi dilenciliği ederler. Üstüne alma ama…”
“Nasıl üstüne almam, abi! O benim her şeyim! Tüm servetim! Bütün varlığım!.. Ne olursam olayım, razıyım ben! Dünden tavım! Yeter ki o beni benim onu sevdiğimin binde biri, milyonda biri kadar sevsin! Sevsin de kalan ömrüm onun olsun! Allah bana onu versin de cennet vermesin, razıyım! İşte bu kadar muhtacım ona!”
“Allah akıl fikir versin, Necmettin! Allah ıslah etsin seni! Tez günde, tez zamanda.. Âmin!..”
Dilenci”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 512
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.