- 738 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Okeye Dördüncü
Yatağa uzanmıştı. Düşünüyordu. Bundan beş sene önce Trabzon’dan Ankara’ya geldiğinde büyük hayalleri vardı. Üniversite yılları bu idealler manzumesinin savaşını vermekle geçmiş ama artık yorulmuştu. Düşmanlarıyla, dostlarıyla, sevdikleriyle yaşadıkları hem fizyolojik hem de psikolojik olarak onu fazlasıyla yıpratmıştı. Bundan daha kısa bir süre öncesine kadar dünyanın yükünü omuzlayacak gücü kendinde görürken şimdi ise şuracıktaki mutfağa gidip suyunu alacak takati bile kendinde göremiyordu. Kavgasına gittiği, ihtiyacı olduğunda elindekini vermekten çekinmediği fakat onu yüz üstü bırakan dost sandığı beşerler önünden film şeridi gibi geçiyordu. Derinlere dalarken birden cep telefonu çaldı. Telefondaki Aslan’dı.
-Kardeş yetiş bizi kovalıyorlar.
- Ne oldu ? Ne halt yediniz lan yine ? Oğlum ne biçim insanlarsınız siz ya bir günde hatır sormak için arayın be. Hep size lazım olduğumda arıyorsunuz. Lazımlık mıyım lan ben ? Ne haliniz varsa görün !
-Kardeş gelmezsen bittik. Hadi be kardeşim be. Bizi kurtarırsan ancak sen kurtarırsın bunlardan.
Eyüp ikilemde kalmıştı. Gitmeli miydi ? Gitmemeli miydi ? Gitmese kim ne diyebilirdi ? Onun cesaretini, gözü pekliğini bilen bilirdi. Ona “korktu” diyecek bir ALLAH’ın kulu yoktu olamazdı. Olsa da haddini bildirirdi. Yine yüz üstü bırakılma riskini göze alarak:
-Tamam tamam geliyorum.
Çekmecesinden sallamasını çıkardı. Uzun paltosunu içine koyarak evden hızlıca çıktı. Cebinde 30 lirası vardı. Taksiye anca yeterdi. Bir yandan yolu şoföre tarif etmeye çalışırken diğer tarafta kulağı telefondaydı. Ahmet ile Aslan’ın nefes sesleri geliyordu.
-Kardeş biz bittik. İzimizi kaybettirdik galiba. Bende de Ahmet’te de nefes kalmadı.
-Tamam az kaldı şimdi şu rüzgar sokakta buluştuğumuz kahvehane var ya oraya geçin. Ben de beş dakikaya oradayım.
Kıraathaneye gittiğinde Ahmet’le Aslan’ın yanında Eşber’de vardı. Önlerinde de dört okey tahtası. Gülüyorlardı. O kaçan panikleyen ruh hallerinden eser yoktu. Eyüp kandırıldığını anlamıştı. Eyüp’ü görünce Aslan:
-Kardeş biliyorum dövecekmiş gibi bakıyorsun. Kusura bakma fakat seni başka türlü buraya getiremezdik. Anla işte bize okeye dördüncü lazım. Ne zaman seni çağırsak ya antremana gidiyorsun ya da kütüphaneye kitap okumaya gidiyorsun. Sadece kavgamıza geliyorsun. Bir de ilmi ve politik bir şeyler geveledik mi yanımızda biraz oturuyorsun. Gırgıra geçtik mi hemen kalkıyorsun.
-Peki bundan sanane kardeşim hayat benim değil mi ? Sizin saçma sapan işlerinizle mi uğraşacağım ? Ben sizin gibi boş adam mıyım ?
-Tamam Eyüp kabul. Sen içimizde en iyi kavga eden, en bilgili adamsın. Tekvandoda danların var. Ayaklı kütüphanesin. Bilgide de kavgada da en iyisin. Hedefine fırlatılmayı bekleyen bir ok gibisin fakat mutsuzsun ve asabisin. Bir gram huzurun yok. Bizim yanımızdasın fakat bize bakışında hep şüphe ve küçümseme var. Pür idealistsin. Değiştirmeyi gaye edindiğin bir ülke ve dünya var. Senin tarafından kurtarılmayı bekleyen soydaşlar ve dindaşlar var fakat bizsiz nasıl kurtaracaksın ? Tek başına mı ?
-Evet tek başıma kardeş. Ben tek tabanca herkese yeterim. Sizin gibi gereksizlere ihtiyacım yok.
-Yok öyle bir dünya Eyüp. Çoğu konuda birinci ve lider olabilirsin fakat sen mefkureni günahıyla sevabıyla şu okeyde ikinci, üçüncü ve dördüncü olan yurdum insanıyla gerçekleştireceksin. Bak şu yandaki ,arkandaki, önündeki masalarda oturan insanlara…
Senin insanın onlar. Senin emmin ,dayın ,abin ve arkadaşın.
Aslan’ın sözleri Eyüp’te soğuk duş etkisi yaratmıştı. Genç adamın asabiyeti yerini dalgınlığa ve git gellere bıraktı. Tıpkı bundan 1.5 saat önce yatağında uzanırken olduğu gibi. Çevresine göz gezdirdi sonra masadakilere tek tek manalı bir şekilde süzdü. Aslanın sözlerinde haklılık payı olabileceğini düşündü. Kafası zonkluyordu.
-Siz daha burada mısınız ?
-Evet.
-O halde ben biraz dolanacağım. Birazdan gelirim.
Dolanmaya başladı. Hava kapalıydı. Yağmur adeta “geliyorum” diyordu. 10 Dakika dolandıktan sonra parkta oturdu. Yanına yaşlı bir amca geldi.
-Oturabilir miyim hemşerim ?
-Buyur amca.
Amca kaydırakta kayan, salıncakta sallanan torunlarına bakıyordu. Onunda zihni geçmişe gitmişti.
-Çok düşünüyorsun hemşerim. Hayat o kadar düşünmeye değecek bir şey değil. Aha geldik gidiyoruz. Bizim torunlar işte…
-Allah bağışlasın amca.
-Bizim oğlan bıraktı bize bunları. İki günlüğüne iş gezisine mi çıktı ne ? Onlarda büyüdü artık aha bunlar gibiydi onlarda. Geçmişe bakıyorum bizim oğlanın üstüne gereğinden fazla düşmüşüm. İşte bu yüzden bu bizim torunları kendi haline bırakıyorum. Olmuyorsa bırakacaksın hemşerim. Kendini biraz da hayatın akışına bırakacaksın. Şükür Rabbime bak aha şunlar gibi sokakta da olabilirdim. Şükür…
Aslan’dan sonra yaşlı bir amca… Onca aklından geçen düşünce, işittiği söz boşuna olmamalıydı. Bu kısa sohbetin ardından amca’dan müsaade istedi ve kıraathaneye dönmek üzere kalktı.
Kahvehaneye döndüğünde Kürşat’ta gelmişti fakat Eyüp’ün yerine oturmamıştı. Eyüp masaya oturdu hafif bir tebessümle:
-Eee gençler okeye dördüncü diyordunuz. Şimdi kim dağıtıyor taşları bakalım fakat sonra da 101 oynayacağız ha ona göre. Madem o kadar getirdiniz beni. 30 lirama mâl oldunuz. Çıkışta da lahmacun isterim ha… Aslan’da güler yüzle
-Sen iste yeter ki Eyüp Başkan. Bugün bizdensin
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.