Anlamadık Gitti
Modern hayatın bizi yalnızlıklara mahkum ettiği bu yüz yılda teknolojinin ve iletişim araçlarının gelişmesine rağmen iletişim eksikliği yaşıyoruz.( cümlenin kısası her zaman iyidir) Biz birimizi anlamıyoruz kardeşim.İletişim özürlüyüz.Yüreğimizde taşıdığımız gizli niyeti,bir duyguyu, bir düşünü yani süveydayı karşımızdakine anlatmıyoruz,anlatamıyoruz.
İyi bir diyalogun iyi bir iletişimin bütün kapıları açacağına inanmışımdır hep.İyi iletişim kuran insanları da kıskanmışımdır.Yok aslında insanlar konuşuyor.Burada sıkıntı yok.Ama birbirlerini anlayamıyorlar.Belki herkes yakınmıştır “Şu dünyada beni kimse anlamadı gitti.”diye.
Hıristiyanî bir rivayete göre Nuh’un tufandan sonraki çocukları tanrılık iddiasında bulununca Babil’de bunu temsil edecek bir kule yaptırmaya başlarlar. Kule, insanoğlunun bir tür kibir savaşının göstergesidir.
İnşaatta, sayıları milyonlarla ifade edilen köle çalışmaktadır. Son kata gelindiğinde, Allah herkesin dilini başkalaştırır. Yani herkes yalnızca kendisinin bildiği bir dille konuşmaya başlar. Böylece hiç kimse bir diğerini anlamaz olur. Tabii ortalık birden karışır.Böyle bir durumla karşı karşıya kaldığınızı düşünün.Ne büyük bir ceza değil mi?
Babanın oğlu,öğretmenin öğrenciyi,doktorun hastayı v.s anlamadığı bir toplum olup çıkı verdik.Yetiştirilme tarzımız, eğitim sistemimiz bir çok yanlışlıklarla dolu olunca böyle garip durumların çıkması elbette doğaldır.
Bir birini anlayamayan insanların hayatı doğru anlaması beklenebilir mi? Elbette beklenemez.Şu hikayeyi okuduktan sonra hayatı gerçekten anlayamadığımızı,her işte olduğu gibi hayatı anlamada da acele ettiğimizi fark ettim.
Köyün birinde bir yaşlı adam varmış. Çok fakirmiş ama Kral bile onu kıskanırmış... Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki, Kral bu at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış..
"Bu at, bir at değil benim için; bir dost, insan dostunu satar mı" dermiş hep. Bir sabah kalkmışlar ki, at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış: "Seni ihtiyar bunak, bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın" demişler...
İhtiyar: "Karar vermek için acele etmeyin" demiş. "Sadece at kayıp" deyin, "Çünkü gerçek bu. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı? Bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez."
Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler. Aradan 15 gün geçmeden at, bir gece ansızın dönmüş... Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine. Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş. Bunu gören köylüler toplanıp ihtiyardan özür dilemişler.
"Babalık" demişler, "Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için, şimdi bir at sürün var.."
"Karar vermek için gene acele ediyorsunuz" demiş ihtiyar. "Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç.
Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?"
Köylüler bu defa açıkça ihtiyarla dalga geçmemişler, ama içlerinden "Bu herif sahiden geri zekalı" diye geçirmişler... Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara. "Bir kez daha haklı çıktın" demişler.
"Bu atlar yüzünden tek oğlun, bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın" demişler. İhtiyar "Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz" diye cevap vermiş.
"O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba ne kadar doğru. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez."
Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın
kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin sonunda ya öleceğini ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş.
Köylüler, gene ihtiyara gelmişler... "Gene haklı olduğun ortaya çıktı" demişler. "Oğlunun bacağı kırık, ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler, belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer..."
"Siz erken karar vermeye devam edin" demiş, ihtiyar. "Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde... Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu sadece Allah biliyor."
Lao Tzu, öyküsünü şu nasihatla tamamlamış:
"Acele karar vermeyin. Hayatın küçük bir dilimine bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının.
Birbirimizi ve hayatı daha iyi anlamak dileği ile…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.