- 687 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
508 – KORKAK KERTENKELE
Onur BİLGE
“Ümidim,
Keşke gelsen artık! Gelsen de dağıtsan bu ıstırabı! Merhem olsan yarama! Çok bir şey istemiyorum ki senden. Kiminle ne yaşamış olursan ol, buralarda ol! Bu rol, yalnız başına oynanamıyor. Senaryo acıklı, konu gıcık… Göz gözü görmüyor, her taraf sis… Beyazperde kararıp kalmış, yangının isinden. Haydi, gel de bir başına çık işin içinden!
Dükkân da köşesi de kalmadı ki köşeyi dönüversen, aniden çıksan yine sırılsıklam bir vaziyette karşıma! Saçlarının ucundan sular süzülüyor olsa! Kaşların, kirpiklerin ıpıslak olsa! Kan çekilmiş olsa yine dolgun yanaklarından, burnunun ucu inadına kızarmış, dudakların nemli, pespembe, yarı açık, dişlerin iki dizi inci gibi parlıyor olsa! Gül yaprakları üzerine düşmüş şebnemler gibi dursa damlacıklar yanaklarında… Giysilerin ıpıslak, ayakkabıların su çekmiş olsa…
Hasretle bassam seni bağrıma, onca zaman dokunamamanın inadına! Yüreğimin ateşiyle ısıtsam vücudunu, saçlarını okşayarak kurutsam! Unutsam yıllar yılı çektiğim acıları. Varlığınla mest olsam!
Sabahın ilk ışıklarının sahile vuruşu gibiydi yüreğime gelişin. Ilık ılık yayılır ya kumsala… Bakışlarınla ısınsa içim, seher serinliğinde, güneş ışınları Bey Dağlarının doğu yamaçlarını ok yağmuruna tutmuş gibi... Ne büyük bir haz olurdu, dayanılmaz!
Öyle bir yerdesin ki ısı ve ışık kaynağım, bulutların arkasına saklana saklana varıp batıya, geçiveriyorsun dağların ardına, hiç görünmüyorsun aylardır. Saklambaç mı oynuyorsun benimle, kovalamacaya mı davet ediyorsun? Ne yapmaya çalışıyorsun, anlayamıyorum ama bir yakalarsam, asla bırakmamaya kararlıyım, bilesin!
Biliyor musun acaba meydana getirdiğin hasarın boyutunu? Ayaklarım yere basmıyor koşuşturmaktan, iki ucunu bir araya getireceğim diye bütçemin! Dünya batmış da sanki altında kalmışım!
Antalya nere, İzmir nere! Öyle bir gidiş gittin ki ardına bakmadan! Öyle darmadağın edip bıraktın ki aklımı fikrimi, yuvamı, yerimi yurdunu! İçim dışım, her yerim yara bere… Ayaklarımı kesseydin, kollarımı kırsaydın da keşke burada kalsaydın! Felçten beter hale gelmezdim belki! En azından kafam rahat olurdu! Beyin yorgunluğu nedir, nasıldır, bilir misin sen? Ya gönül yorgunluğu? Aylar sonra yeni yeni toplamaya başladım kendimi! Öylesine dağıtmışım işte!
Bir insanın canı ne kadar sıkılabilirse o kadar sıkkındı canım! Yuvam yıkılmış, çocuklarım elimden alınmıştı. Öyle çetin bir dert vardı ki başımda, tarifi imkânsız! Yaşamayan bilemez! Kimseye diyemedim, belli edemedim halimi, uğundum!..
En bunalımlı zamanımda kaptan yetişti imdadıma! Birine seslenmek ve ses almak istiyordum artık, yoksa delirecektim! O arkadaş, o dost, ağabey, sırdaş… Arkadaş, yankı gibi sese ses vermek zorundadır! Konu derinliğine açılmasa da, detaylarına kadar anlatılmasa da ana hatlarından sorunu anlayacak, çözüm bulsun bulmasın, her sese ses verecek, yardım bekleyeni teskin edecek! O öyle güzel, o kadar değerli bir ses olacak ki seslenene yetecek! O da öyle yaptı. Feryadım, ruhumun dağlarında yankılanırken, kısık ve kısıtlı sesime ses verdi.
O ses, Allah rızası içindi. Çünkü sesi yaratan da, yarattığını seslendiren de, sesini yankılandıran da O’dur. İnanıyorum ki Kaptan’ın niyeti iyidir. “İbadet ve fiiller niyetlere göre değerlendirilir.” der, arada sırada. “Niyetim halis, karşılığı İlahi âlemdedir.”
Hissettiğim sadece sensizlik ve yalnızlık değildi. Bir kabir, bir boşluk… Karanlık, sonsuzluk… Karmakarışık bir labirentte yolumu yitirmiş gibiydim. Ne yapacağımı bilmiyordum. O ağabeylik yapmasaydı, belki de çoktan akıl hastanesini boylamıştım!
Yakında geleceğim yanına. Beni gördüğün zaman belki de burun buruna gelinceye kadar tanıyamayacaksın! Ne o heybetli görüntümden eser kaldı ne canlılığımdan ne de betimden, benzimden…
“O gelecek! Nasıl olsa onunla yapamayacak, dönecek!” diye avunmaya çalıştım ve hep bekledim. Yalnızlıkların en ıssızında kaldım, çevremdeki kalabalığa rağmen, uzadıkça uzayan, dayanılmaz zamanlarda. O kadar çok telkin etmiştim ki kendime ve öylesine inanmıştım ki bir gün döneceğine ve bir daha hiç ama hiç gitmeyeceğine… “Fikrisabit!” diyordu kaptan bana. Yani kibarca deli… “Kaçık!” dediği de oluyordu ama en çok “Mecnun!” diyordu. “Gelmez, oğlum, bekleme boşuna! Gelse de kış güneşi gibi kısa süre görünür, kaybolur yine! Sen kadınları anlayamamışsın!”
“Beni arasa!” diyordum. “Bir arasa, yardım istese! Adres verse, hemen gitsem!” Müsait olup olamayacağın, dışarıya çıkıp çıkamayacağın konusu hiç hesapta yoktu! Şimdi bir çıkış yolu bulmanı ve randevu vermeni bekliyorum ki bu bekleyişin sıkıntısı da önceki çıkmazdan az değil!
Yıllar yılı o diye beklediğim, yalnızlığıma son verecek en seçkin kişisin sen! Vefalı bir sevgili olacağına inandığım yegâne insan… Varlığım yarım kaldı ya… Bir tarafım boydan boya çöktü ya gidişinle! Derdimi aylarca kimselere söyleyemedim. İçkiye vurdum kendimi! Derdime derman olur, diye…
Gözyaşlarımla yıkadım, yüreğimin kanayan yerlerini, sonra tütün bastım açık yaralarımın üstüne… Senin de bir yanın yarım kaldı, biliyorum. En çok güvendiğine, omzuma dayandığın yanın… Biliyordum o yanının da yanacağını, dayanak arayıp da bulamadığında, başını omzuma, göğsüme dayamak isteyip de varlığımı yanında bulamadığında… Üşüyecekti, çaresiz kalan tarafın. Acıyacaktı bana yaslamaya alışık olduğun yanın. Sevincin hep eksik kalacaktı, mutluluğun yarım… Tebessümün donup kalacaktı dudaklarında. Benden uzak olmak isteyen yanın hangi yanındı acaba? Bir soysuzla sonsuza kadar kalmak isteyen yanın?
Seni yaşadım saydım hayatımda, seninle ya da sensiz… Seninle yaşıyorum halen, değişen bir şey yok! Her şey aynı, ilk zamanlardaki gibi… Gidinceye kadarki filmi başa alıp alıp, tekrar tekrar hiç usanmadan seyrediyorum. Seyrettikçe yaşıyorum seni, o saf, o çocuksu halinle… O halinle baştan sona benimsin, başka kimsenin değil! O kesit tamamen bana ait, kimseye değil! Hayatımın anlamısın, tadı tuzu, ekmeğim suyum… İşte ben seni gördüğümden beri böyleyim, buyum!
Bütün bunları, ikinci arayışında sana söylemek isterdim ama nerde o cesaret bende! Korkak bir kertenkeleyim ben. Taş duvarın arasından korka korka çıkarmaya kalkarım kafamı, en küçük bir kıpırtı, bir hışırtı duysam, hemen geri çekerim! Bir çuval inciri berbat etmekten çekinirim! Ya terslersen? Ya bir daha benimle hiç görüşmek istemezsen? Seni dünya gözüyle bir daha göremeyeceksem, yaşamamın gereği yok! Öleyim, daha iyi!.. Onun için bunların hepsi burada kalacak! Hiçbir şey ama hiçbir şey bilmeyeceksin! Asla!..
O zaman neden mi yazıyorum? Yazarken yaşıyorum seni, tekrar okurken yaşıyorum…
Ben ancak seni ve sana yazarken yaşıyorum!
Korkak Kertenkele”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 508