- 543 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
El 3
“Rabbinin adını boş boşuna söylemeyeceksin” diyordu. Bu söylemle Rabbinin adı dediği, zaten herkesin “kişi El ilahı” olan dönemin El’leriydi. Süreç on iki boyu millet yapmanın ülküsü olan süreçti. 12 sıbt (boy) demek her biri 12 tane bay erki demekti. Köleci yapı çekirdeği olan, 12 tane ayrı ayrı El demekti. Her bir El kendi şanslı kişisine malı, mülkü vermişti. Bu El sadece o kişinin El’iydi. O kişiye servet vermişti.
Ama servet verilmeyenlere de vaadi de vardı. İşte bu “vaade dayanakla” mülksüz kişiler (İbrahim ya da Nemrut’un veya Firavunun vs. El’ine biat ederek; inanıp iman (sözleşme-ahit) ederek; El öperek itaatle İbrahim ve Nemrut’a verilen “dünyalıktan” dünyalık bekler oldular. Dünyalık diye kavramlar bile değişip kişileri gerçek olan nesnel ilişkilerden ve nesnel anlamalardan koparır olmuştu. Bu verilen mal mülk gibi malın mülkün kendisine verilmesini isteyip umanlardan da köle inanırlarını oluşturmuştu.
Firavun, Nemrut, İbrahim, Lazzar vs. niye İbrahim, Nemrut ve Samiri’dirler? Çünkü her biri başka bir El himayesi olan bay erki, monarktır. Her biri farklı bir ittifakı yapının içinde boy veren ya da ittifakı yapı içinde İnanırlarıyla sürgün yiyen; aynı düzlem içindeki farklı farklı anlayışlı mal sahipliğinin anlayışıdırlar. Kendi kotarmalı El’i olan mana algı gücünün, ona rızk-nasip verdiği kişilerdirler. Ayrı ittifak kültürlü oluşmanın mal sahiplikleri içinde olamamakla; Sana veren El, bana da verdi diyemiyordular.
Örneğin; Bir El ittifaklı yapı meslekleri bile farklıydı. Bu nedenle kendi ittifak sahipliği içinde olan demirciliği; içinde demircilik, yazma mesleği gibi meslekler olmayan El sahipliler, bunu içinde demirciliği olan köleci yapının El’i ile açıklayamıyordular. Bu nedenle de El’ler farklıydı. El’ler farklı gelişmişlik düzeyinin sahiplikleri oluşla kişileri çeşitli malın mülkün sahibi yapıyorlardı. Bir El’in verdiği sahiplik içinde de başka bir El’in verdiği sahiplikler olmaya biliyordu.
İbrahim, Nemrut, Sargon, firavun vs. gibi “Ey kendisine servet nasibi verilenler ”in bu tür El koruyuculuğu altındaki bu tür El vaatlerine biatle Efendilerinin El’ine inanıp; efendileri gibi olmak istiyorlardı. Köle inancılar İbrahim ‘e, Nemrut’a, Firavuna vs. verilen El mülküne sebat ve sabırla çalışmakla sınanıp mal mülk verilmeğe layık olup olmadıkları sınanmaktaydı. Sınav sonunda ancak inanıcılar bu vaatlere kavuşacaklardı. Bu nedenle ortalıkta dolaşan bu tür kişi ilahı olan El’lerin akıllarda silinmesi tavrı vardı. Bu söylem kişi El’i olan kişi ve inanıcılarının oligarşi El’i Yehwe karşısındaki hafızaların silinmesine yönelik tavırlardılar.
Oysa ülkü olan ve başarısız girişmeler olan oligarşinin yeni ilahı (irade sahibi) Yehwe’ydi. Yehwe adını söyleyip zikretmeniz Rab Yehwe’nin muradıdır. “Zikir dolu olana ant olsun” diye yemin bile eder. Eski EL tanımlı bay erki sürecine karşı vurguyla söylenen bir sözdür. “Sen, kendi kişisi rabbin olanın adını anmayacaksın” anlamına; bilinene /El’e göre sözü edilene tarifle söylenen bir cümle ve yasadır bu söz.
“Rabbinin adını boş boşuna söylemeyeceksin” denen söz, tarihi bağlamda bay erki tarzı yapılardan oligarşi yapılarına geçişin sinyal ve mesajları olmanın özelliği taşır. Oligarşinin mana gücü olan Yehwe anlayışına geçişin de geçiş “ritüeli” olmasına en büyük kanıttır. İnşacı oligarşin Yehwe anlayışlı sürecin henüz geçiş ritüeli aşaması içinde olduğunun da, bir kanıttır. Ki zaten öyle. Bu süreç Musa’dan çok sonra gerçekleşecek bir ülküdür.
Bu Yehwe anlayışlı ülkünün ortaya konması, ilk El düşüncesinin ortaya konmasıyla hiçbir farkı yoktur. El; “mülk benim” deyip, ilkin “benim olanı sizlere vereceğim” diyordu. Ve buna inanılıyordu! Bu süreçten yaklaşık 3000 yıl sonra, bu kez de Yehwe vaat ediyordu. Yehwe’nin kulları; kendilerine vaat edilen “arzı mevut” denen ülkü topraklarına inanıyorlardı. Bunu da İbrahim’e kadar götürüyorlardı. Büyük bir sabır ve azmin ülkü edildiği uzun erimdeki bekleyişin içinde milletleşeceklerdi.
İbrahim’in El’i Nemrut gibi otoriter oligarşi yapamadığı İbrahim’e “soyunu gökteki yıldızlar kadar çok yapıp, seni milletlere baba yapacağım” der. Bu transkripsiyon Yehwe’nin ağzında da şekillenişle ülkü sürece başlangıcı olur. Sina’dan Fırat’a kadar olan başka El toprakları, Oligarşi ile Yehwe toprakları olacaktır. Artık bu ülkü “arzı mevud” olan başka Eller’in mülkünü, oligarşin sentezin Yehwe İnanıcısı olanlara vermeyi vaat ediyordu.
“Arzı Mevutun” öncesi vaat, sonrası kan dökülerek alınan arzı mevuttur bu. Zaten oligarşin sentezler de bay erki dediğimiz sahipliği olan kişi ilahlarının sentezidir. Bu söylem uzun süreden beri hala El tarzı vaatçe olunan ilk süreç adımlarını kendi içinde tekrarlamakla inşa olan süreçler içinde olunmanın, dönüp durulduğunu göstermesi bakımından çok doğrudur. “İlahınız olan yanında, rabbinin adını ağzına almayacaksın” (oligarşin itilaf içindeki sentez ürünü Yehwe’nin) yanında; rabbinin adını (kişi ilahı olan başak ilahların adını) ağzına almayacaksın” diyordu.
İlk geçiş ritüeli neydi: “Rabbinin adını boş boşuna söylemeyeceksin” denmeyle El adını anmamaya zihni alıştırmasıydı. Bu yasa kişilerin kendi kişi El’i olan ilahların adını söylemeye söylemeye; yavaş yavaş kişiler kendi El’i olan; adı az anılan; ya da anılmayan ilahtan uzaklaşır olacaktı. Yani Yehwe’yi anarken artık eski alışkanlıktan ötürü kişilerin dilleri dolaşmayacaktı. Yehwe’yi söylerken yanlışlıkla veya dil sürçmesi şaşırma olukla eski ilahlarının adını söylemeyeceklerdi.
Demek ki şaşırıp ta söylenen bu dil dolaşması çok sık yaşanan durumdu. İkinci geçiş ritüeli yasa neydi: “İlahınız olan (Yehwe) yanında, rabbinin adını ağzına almayacaksın”. Onu anmayacaksan neyi anıp meşru olacaksın? Yani Yehve’yi bıkıp usanmadan ve hiç unutmadan söyleyin. Artık dil sürçmesi bile olmayan eski ilahları, artık tümden terk etmeleriydi bu süreçler. Onu put diye kötüleyip sosyo toplum dışına atmalarıydı.
Her durumla Yehve’yi söylerken artık kişi ilahınızın esamisi yoktur. Bay erki olan El ölmüştü. Yaşasın oligarşin (millet olmanın) El’i. Yani Yehve’yi her şekilde, boş boşuna da olsa; anmanızda sakınca yoktu. “Otururken, ayakta, yan yatarken çok çok anınız.” Bunu da nerede çıkardığımı sorabilirsiniz? Hatırlayın ki ant içerken bile “Zikir dolu olana ant olsun” deyip, hep zikredilir olduğunu söylemekle yan yatarken dahi zikredilmesini (adı ile anılmayı) istemektedir.
İkinci adımdaki ikinci geçiş ritüelli yasa bağlamda Mısır gibi bir oligarşin yapı içinde çıkan ezilmiş köle ruhlar; Yehwe tarzı oligarşiyi ve millet olmayı, yaşayan duygusal süreç söylemi içinde olmakla; yaklaşık 400 yıl sonra kendi Yehwe’lerinin vadi altında Süleyman devletine kadar yükseleceklerdi. Yasa aynı ilk süreç transkripsiyondu söylemiyle ve kendi öncesinin aynı tür bir oligarşik senteziyle tarihi süreçler oluşmasına ikinci bir kanıttır. Oligarşinin sentez ilahı da, Yehwe + El oi’dir (Elohim’dir).
Yehwe, tüm İsrail ya da Yehuda krallarına aynı vaatte bulunacaktı. Yukarıda beri söylediğimiz El; “Maliki El Mülkül” olmakla nasıl kolektifin malını, mülkünü, kişilere dağıttıysa; şimdide yine aynı mucize sıfatıyla mülk veren mana gücüydü. Şimdide milletlere; kolektifin değil de başka milletlerin El toprağı olan yerleri dağıtıyordu. İbrahim’den beri "arzu ettiğin her şeyi sana vereceğim" diyen hep aynı vaadi tekrarlar, Yehwe.
Sembol figür olan İbrahim’in tanrısı tek tanrı gibi gösterilirse de bu hiçbir şekilde doğru değildir. Anlatılanlara göre bu “benim rabbim olamaz diye diye” düşüncelerle gezdiği coğrafya üzerinde her bir El sahiplikleri ile uzlaşmaya varmakla İbrahim yaptığı İttifakın sayısına bağlı olarak birçok oligarşik sahiplik veren El olan güce tapmıştır. Romalıların her milletin tanrısına tapması gibi bu da gezdiği yabancı olduğu coğrafya üzerindeki her bir El sahipleriyle uzlaşa uzlaşa vergi verip sürü otlatıyordu.
Gittiği yerlerde o El ilahlara göre mezbah (sunak yeri) yapıp yağ döküp kutsamakla beraber O her bir El bağlıları gibi türlü biçimler sentezli ritüelle; yakmalık sunu, kızartma sunu, haşlama sunu vs. türü sunular vermiştir. İbrahim’in yaşadığı dönem dahi tek tanrılı anlamaya uygun olmamakla da bu doğru değildir. Her bay erkinin o bayı ihya eden bir tane El’i vardır. Ama dış dünyada birçok El ve birçok bay erki vardır. El anlayışı dışında tanrı düşüncesi pek yoktur. Yaşadığı dönem anlatılan süreç olaylarına göre İbrahim’in yaşadığı süreç MÖ. 2000 ile 1750 yılları aralığına denk gelir. Bu dönemler de henüz tek tanrı anlayışı yoktur. Üstelik İbrahim’in rabbinin adı da Yehwe de değildir. İbrahim’de kuvvetli olasılıkla kişi adı olmayıp, El temsilcisi bir figür adıdır. Karşılaştığı ittifak tanrılarına hep “bana ne vereceksin” diyen İbrahim; vaat beklemekle tam bir El mana anlayışı temsilciliği sembolüdür.
MÖ.2000 yılında Hamurabi, ittifaklar tanrısı Marduk’u “Baş tanrı” ilan eder. Ki bu tek tanrı değildir. Bundan 400 sene sonra MÖ. 1600’lerde Buhtunnasr bunu aktarımı içinde taşır, dışına vuramaz. Bu çekince dönüşmenin riskini göze alamamaktan çok; tek tanrı düşüncesini destekleyip sürdürecek olan imparatorluk gibi emperyalist bir güç olan yapıların henüz “cihan imparatorluğuna doğru yol alan” serüvenler içinde olamamasından olsa gerek.
Ama yine de Buhtunnasr süreç içi bu istisna durumları imayla ve dolaylı söylemlerle ittifakın tek tanrısı olarak çok kez anıp söylerle imalı olur. Bu düşünceyi Milletine yayamaz. İttifakın sembolüdür. İlk tek tanrı figürü MÖ 1400’lerde Firavun Akheneton’un, Aton’udur. Firavunun asıl adı; tanrı Amon’un hoşnutluğu anlamındaki 4. Amoneteptir. El Tep şehrinde Aton dinini kurunca, ismi bu nedenle Akheneton olmakla isimler hep Atonlu olmuştur. El ile Amon ile başlayan isimler, şimdi de Aton ile başlıyordu. Atondan iki yüz yıl sonra 1200’lerde Musa’yı ve Musa’nın Yehwe’sini görüyoruz.
Bu dönemler Mısır İmparatorluğu, Hitit imparatorluğu, Babil, Asur, Süleyman, Roma, Helen, Pers imparatorlukları dönemidir. Zaten tek tanrı düşüncesi İmparatorlukların yeryüzüne yayılma arzusu olmakla gelişen bir mana anlayışıdır. Başka başka El’in çocukları olan milletler milleti dini kültür nedenle gâvur saydığı diğer El oligarşini yönetimlerin uyrukluğunu kabul etmiyorlardı. Zül geliyordu.
Cihana hükmedecekseniz bu gâvur olma tabusunun aşılması gerekiyordu. Bu nedenle önce tekrar ön ittifakın insanını hatırladılar. Artık kullar tekrar insan olmaya başlayacaktı. İnsan, insan olma kavramı içinde eşitlenecekti. Yani artık yeryüzündekiler insandı. Tanrı da insanı yaratandı. Yani tanrı da Yehwe gibi sadece İsrail’in değil tüm yeryüzünün tanrısıydı.
Aynı tanrının yarattığı insan olmak, aynı tanrı anlayışı içinde uyruk aitesi olmaya artık zor gelmiyordu. Emperyalist Cihan imparatorları da farklı dindeki milletleri dirlik huzur içinde bir arada tutmanın kavga ve telaşı içindeydi Yeryüzü tanrısının insanı olma anlayışı; gâvur olma tabusunu yıkan imparatorluk ideolojisi için biçilmiş kaftandı. Yeryüzü Rabbinin kulları olmakla insan, Rab adına yeryüzünü yöneten ve rabbin yeryüzündeki gölgesi olan padişahlarla yönetilmek insanların içine siner olmuştu. Artık yeni anlayış insanları bir rabbin (imparatorun) yönetimi altında olunmayı meşru ediyordu. Oligarşinin tanrısı da yeryüzü (alem) tanrısı olmaya başlamakla; artık tek tanrı düşüncesi gelişti.
Yehwe’nin yanında anılmayacak olan put diye geçiştirilip tarihi bilinci körelten mana, kişinin El ilah adlarıydı. Teorik olarak İbrahim’in ilahı; Nemrut’un ilahı; Amon Ra; Aton; İsis; Oziris vs. dir. Yehwe 12 boy (oligarşisini) birleştiriyordu. Yehwe oligarşinin El ilahıydı. Oysa El kişisel mülklü çekirdek yapının inşacısıydı. Yehwe şeriatı kendisine İbrahim’i baba ve öncül kılarak meşru oluyordu. İbrahim üzerinde “arzı mevut” ve “milletlerin babası” olma gibi söylemiler ile Yehwe oligarşini ülküsünü inşa ediyordu
Oysa İbrahim El Şadday dağlarını sahiplenmekle bu sahipliği veren pek çok El’i kutsuyordu. Kendisi bir El erki kurucusu olan Nemrut, karşıtı olmanın misyondur. Nemrut oligarşin sürece kadar gelişe bilmiştir. Ama İbrahim oligarşi süreçlere gelişememiştir. Bu nedenle İbrahim sahipliği efradının içine ukde kalır. İbrahim Yehwe anlayışlı sentez içinde olup biteceklere, hikâye biçiminde anlatımlar olur.
İbrahim hikâyeleri Yehwe oligarşisine geçişin ritüellerine dönüşür. İbrahim söylemli “geçiş ritüelleri” Yehwe oligarşisinde, odak merkezinin çekimi oluyordu. İbrahim anlayışı soy misyonu oluşla oligarşinin içinde pota ediliyordu. İbrahim’in milletlerin babası olma, ritüeliyle Yehwe; her biri 12 El erki olan; her birinin ayrı ayrı 12 El’i olan boyları birleştiriyordu. Bunun için Yehwe, bu oligarşinin içinde “İlahınız olan (Yehwe) yanında, senin rabbinin adını ağzına almayacaksın” diyordu. Ve bunlar put değil kolektif olmayı tanımayan inşacılardı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.