- 583 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kurtuluşun Felsefesi 04
4]Kurtuluşçu oluşumlar İstanbul’daki gibi gizli, olacaktı. Ki beş ondan da olsa, çok etkili; İngiliz mandasını savunan, işgale karşı pasif olmayı savunan, saltanattan yana eylem ve tutumları salık verir olan, saltanatın tutumlarını över olan, şevk kırıcı etkileyici hutbe ve cami konuşmalarının varlığı, tarihi vakadır! 1. Bölümdeki heyeti nasihayı hatırlayınız lütfen.
Aynı bu günkü Irak’ta bile, yönetimin arzusu doğrultusunda, camiler Irak’ın işgaline karşı bir direniş yapabiliyorlar mı? Çünkü aracın kendilik bir amaç var bulunuşu olmazdı. Özne ve girişmeler araçları kullanırdı. Ya da iyimser düşünceyle söyleyelim cami çağrı yapacak da yaptırılmıyorlardı! Ama sanki cami birbirlerine karşı pusuda imişler gibi, mezhepleşme yüzünden; mezhepçilik tek sorunlarıymış gibi işgali unutup; inanç ayrılıkları uğruna birbirinin gözlerini oymaktadırlar. Böyle durumlarda din, farklı bir bela sorunsal olabilmektedir. Hatta, din adeta pimi çekilmiş bir bomba görünümlü olabilmektedir. İşte Gazi yönetiminin başarısı da, burada cereyan eden bir dirayet olacaktır.
İnançların kimi dem olumlu özelliği yanında, kimi kes de, böylesi mezhepçi ve nifakı olur dolduruşlar içinde, işgal ve sömürü altındaki ülkeyi, mezhebi ayrılık kavgasına tutuştururdu. Bu günkü Irak, Pakistan, Afganistan’da olduğu gibi açık ve somuttu. Cami egemen sınıf kullanımlı araç olduğundan o ülkeyi, asıl sorunlarından ya uzak tutardı, ya da Şeh Sait İsyanındaki gibi ülke güvenlik tehdidini daha da derinleştirirdi. Kendileri, bırakın destek alınmayı; tedbiri alınması gereken ikinci bir sosyal gaile ve sorun olabilmektedirler. Tabiidir ki buradaki olan biten inançların serencamından ziyade, çıkarcı olan grupların teşvikleridir. Siz inancı nasıl kullanırsanız, inanç, o doğrultuda işlerlik kazanacaktır. Bunlar, inançların bir bizatihi kusuru değildir. Ya da şöyle söyleyelim inançların yararcı katkınlıkları da, her zaman, tam da bir başarı değildir.
İnança dek oluşmalar; egemenci ve otoriter güçlerin yönlendirmesi ile her dem kullanılacaktır. Bizim Kurtuluş Savaşımız içinde gerçekleşen cami ekseninden yararlanışlar da, bu kabilden bir başarıdır. Oysa gündeki Irak’ta yönetim, dini tam tersine kullanmıştır. İnsanlar kendi iç telaşlarına düşürüldü. İç çatışma nedeniyle işgalci güçlere değin halkın ve toplumun gözleri açtırılmadı. Açtırılsa bile etrafında olup bitenlere karşı birlik oluşturmasınlar diyerekten, alevi sunni temel ayrışmasına gidecektiler.
İç çatışmayla, insanların adını Ali’ydi, Ömer’di diye kimlikleri sorgulaştırarak birbirini öldürtene dek, yönetim, camiyi direnişlere çağırsa idi, bu kez de cami, direnişleri örgütlemeyi vaaz edecektir. İnançlardaki istisnalar, her iki uçta da; yani insanları direnişe çağırışta da, insanları pasif ize edilişte de, daima örgütleyici olabilirdi. Bu bir sosyolojik yasanın, her hangi bir tür araçlaşma ile yapılabilir olnın dinsel araçla ortaya konduğu durumdu. Böylesi yalın bir sosyolojik yasa da, kendi başına toplumsal olanı bütün yanlarıyla ortaya çıkarabilir değildir. Sadece tutulacak yola çıkışta, özgüvenli psikolojik motivasyon olmaktan öte, hiç bir varlıkları olamaz.
Allah aşkına denetlenmeyen, koordine edilmeyen güç, güç müdür? Aksine yıkıcıdır. Felaket getirir oluşludur. Güç cami dâhilinde, eğer kendi başına olsa idi. Böylesi yüzer gezer kontrolsüz bir güç olacaktı. Yinelgen işlevler kuramı gereği hiç bir unsur, kendi başına işlev olarak var olamazdı. Hele geri ve bir merkezle bildirişimsiz hiç olmazdı. İşte Mustafa Kemal bu idi. Bir doğru rota ve feedback koordinedir. Aslında öz hareket önemlidir. Bu da sonra işlenecek. Aceba rota hareketiniz, Kurtuluş Savaşındaki diğer unsurlar olmadan da, olabilir miydi?
Elbette olamazdı. Karşılıklı ilişkindik ve basit bir diyalektik, kuralıdır bunlar. Milli kuvvetler oluşur iken içine, farklı dinden insanlar da alır, dinsiz insanlar da, alır. Bundan doğal ne var ki. Böylesi oluşumlara her türden sosyal insan dâhiliklerinin olunacağı eleştirmence akıl edilip, görülmemiştir. Bu tür söylem kısır olmaktan öte gidemezdir. Bu söylemlerin eleştiri ve var sanısı böylesi toptancı, absürt (anlamsız-saçma) bir mantıktır. Ama konu hiç de bunlar değildi. Bunlarla uğraşmak hem hareketi küçümsemek olurdu, hem de olaylar sistemini anlayamayan bir tutum olurdu. Ben tek tek olayları, vakaları değil, sistemi işlemeye çalışıyorum. Şiir de böylesi sistem bilincinin süzülmüş haliydi. Tekrar ediyorum, rota dışı her tür tutumlar, bu şiirdeki çalışmama, dâhil edilmemiştir.
Kurtuluşçu oluşum unsurları; ortaya konan kabın şeklini alıp, bu doğrultular ışığında, etkince bir işleyişl,e üretime sokulmuşlardır. Bu unsurlar, Gazi’nin önderlik kararı doğrultusunda, çok başarılı plân, proje ve propaganda üretmişlerdir. Ve her bir unsur, elden gelen katkılıklarını, aynı potada biriktirmişlerdir. Başarıyı kolektif gerçek eştirmişlerdir. Sistemin unsurları, bağımsızlığın felsefesi dışında, kişilik öznellikleri taşımazdı. Bir sistem hareketi parça hareketin özelliği olan cami ya da efe eksenli oluşmalar gibisinden, nifakçı benlikleri de, ortaya koyamaz, bunlarla kararlılık sağlayamazdı.
Halksal ideolojileri getirip; ’toplumsal dinamiklerin’ içinde sayma kanaatlerini, feraset ve bilgili olma başarılarını, rahatça ortaya koyuyorlardı(!)
Burada birazcık bir analiz yapmakta, hayli yarar vardır. Kurtuluşçu ve mobilize oluşumlar, ülkenin kendi toplumsal ve sosyolojik şartlarından temellidirler. Bu hareketler, yöresel oluşçu sınırlarıyla hedefleri belli, iyi bir modele uygun üretim yapan, kendi içinde koordineli unsurlardır.
Ancak yurdun kurtulması kaygısı dışında, işin pek farkında değildiler. Üstelik yurt sorumluluğunu üslenir denli kapasitif taşıyıcılıkta ve örgütlenme içinde hiç değillerdi. Böylesi grupçu reis kişiler de ikinci, üçüncü adam olmanın rol psikolojisi içinde idi. Bu hep böyledir.
Lider gölgesindeki parçalar büyümez. Parçalar parçalanıp birlikler yapamadıkça büyümezdi. Bu emektarlar da böylesi kısır döngü içindeydiler. Hem lidere karşı oluşla büyüyeceklerdi ! Küçüklüğün ırasıdır bu. Hem de bu hırslarıyla ve lider olmadaki yetersizlikleriyle sürecin her adım ve aşamasında, oluşan kurucu irade, nüvesini göremiyorlardı. Aslında oluşumdaki kimi fevrilikler de, saltanatçı ve mandacıydılar. Konjonktürsel olamayan mantığın işletilmesine değin, kendi kusurlarını taşıyorlardı.
Yurt kurtarılmıştı. Sevgili gaziye göre asıl mesele şimdi başlıyordu. Oysa Sevgili Gazi’nin silah arkadaşı ve kadrosu olan heyete göre; "her şey bitmişti". Riyaset (yönetim) saltanatı hilafete teslim edilmeliydi!
Bu yeni ikilemli durum, Sevgili Gazi’yi yaman bir çelişki içinde konumluyordu. Sevgili Gazi acayip bir durumla karşı karşıyaydı. Kötü adamdı! Siz; " asıl mesele şimdi başlıyor. Kolay olan (savaş) bitti. Sıra zor olanda " dediğinizde; ekonomi ve sanayiye dek tedbirlerden siyaset ve yönetime dek olacak değişme düzenleme ve sosyal yönlü tedbirlerin içine koyuluyordunuz.
Kadronuzun ise böyle bir sorunu olmadan, hemen saltanatı hilafiyenin ihyasın öne ve ele alan girişmelerin teması ve çalışması içinde olmuştular. Zor olanla devam etmesi gereken süreçle; konjonktör dışı kalmış sürece koyulma, iki büyük ve aşılması zor bir çelişkiydi.
İşte tam da burada Sevgili Gazi’nin ilerici atılımları anlamzcı yığınlarca ve kadoroca kötü adam imajı oluşla (diktatör, demokrat olamama vs.görüntüsü) devreye girecekti. Yani halkın nazarında Sevgili Gazi; geçimsiz, kadrosunu harcayan bir diktatördü(!) Sevgili Gazi, ister istemez; kendisini paralasa da, böylesi bir duruma düşüyordu. Bu hal dahilerin kaderiydi.
Hasta sayıklıyor ve bilinci yerinde olmayışla farkında bile olmadığı ilacı alamıyordu. Ama siz de hastayla birlikte yaşama ve hastayla yaşantılaşmanızın bir zorunluluğu oluş nedeniyle bu ilacı vermek zorundaydınız.
"O ve biz bir kadroyduk. Kurtuluş Savaşını beraber başardık. Şu farkla ki; O biz olmasak ta bunu başkalarıyla yapardı. Ama O olmasaydı, bizler bunu başaramazdık" diyen Kazım Karabekir; adeta ikrarını ispatlarcasına Anayasa çalışmaları süreçlerinde, bu güne dek gelen kimi aksamaların hayli engelliklerini ortaya koyacaktı.
Sonrakiler de bu durumun açılan yolu üstüne usulü dâhiliyesince yatacaktılar. Feodal ilişkileri demokrasi adına siyaset ve parti kadrolarına yerleştirecektiler. Kifayetsizlikler bilmiyorduki güncel demokrasiler, bir feodal ilişkiler düzenlemesi değildi.
Bağımsızlığın felsefesine değin yalın bir iradesel olayı, devasa bir sorun imiş gibi anlayıp, olayı genel felsefeye uygun olmayan farklı bir düzey ve düzlem de ele alıyorlardı. Bu nedenle de, bu emektar değerlerin kendileri , soruun bir parçası oluşla sorunsal bir durum olabiliyorlardı. Çerkez Ethem gibi.
Yeni modelin (Türkiye Cumhuriyeti) uygulamasına karşı çıkıyordu kimi bu değerlerimiz. Kendi özel çaplarının ve yeteneklerinin dışındaki, genellemeci olan karizma ve lider olma özelliklerine, vakıf olamıyorlardı. Eline verilen modele uygun, çok başarılı ve pratik becerilerini ortaya, tam bir başarı ile korlarken; sürecin gelişen boyutunu kavramakta hala yetersiz ve atıl ve hatta hareket içinde tıkaç kalıyordular. Genelin içinde İyi bir görevsel, iyi bir parçaya değin ödevci olunabilirdi, ama iyi bir sistem ilişkileyici olmak, apayrı bir kavrayış ve izandı.
Savaş başarılmıştı. Halk ve bu değerli emektarlar; hala hilafetin ve saltanatın başa gelmesini canla başla bekleşiyorlardı! Taassubun, yüz yıllardır tüm zararları görülmüştü. Toplum denen olgu; halktan ayrı ve sosyal olan; sosyolojik var oluştan, apayrı bir işleyişti.
Bunun böyle olduğu, daha 1600’lerin sonunda insanların gözünün içine sokulmuştu. Günümüzde bile, sözde eleştirmen, kimi bağnaz karanlıkçı aydınlar; toplumsal olmayanı, toplumsal dinamikler diyerekten, koy sepete mantığı ile halksal ideolojileri getirip; ’toplumsal dinamiklerin’ içinde sayma kanaatlerini, feraset ve bilgili olma başarılarını, rahatça ortaya koyuyorlardı(!)
Sürecek
Bayram KAYA
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.