- 552 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Onlar ev yapmayı biliyorlardı
Abraka ve oğlu Tecavat Neolitik çağda yaşayan iki insandı. Aile avcı ve toplayıcıydı. Gün kararmak üzereydi. Etraftan geyi böğürtüleri geliyordu. Baba oğul merdivenle evin çatısına çıktı. İçeriye girmeden önce böğürmelere kulak kabarttılar. Avdan eli boş dönmüşlerdi. Aile üç gündür açtı. Çünkü üç gündür av bulamamışlardı.
Küçük balbal tanrıça heykelciği ‘Tanrıça Fagım’a yalvarıyorlardı. Fagım onların her şeyiydi. Bir gün evin reisi Abraka karısı Nemengen’in yalvarmalarına dayanamamış ona “Eve elim dolu gelmeden dönmeyeceğim.” Demişti.
Avcının karısı küçük bebeklerini gösterip “Herif herif şuncağızlara acı bari.” Diye yakınmıştı. O gece avcı Abraka uyuyamamıştı. Tanrıça heykelciği Fagım Tanrıçasına çok yalvardı. “Ne olur geyikler ürkmesin bizden. Söz iki tane geyik avlarsam birini senin için ateşte köz olana kadar yakacağım.” Diyordu.
Abraka biliyordu. Yanmış et kokusuna vahşi hayvanlar bile dayanamazdı. Değilse Fagım Tanrıça dayansın. Fagım balbalını oğlu çamurdan yapmıştı. Babasına “Baba ben bir heykelcik yapacağım. Onun varlığı ile avlanırken geyikler ürkmeyecek. Biliyorsun. Akıllı işler yaptıkça bütün işlerimiz yolunda gidiyor. Sen de fark ettin mi? Sen geçenlerde geyik avlarken ateş yaktın. Ateşin dumanı bizim kokumuzu geyiklere götürmez demiştin. O gün üç geyik avlamıştık. Onları eve getirirken ne zorluklar çektik.”
Baba oğluna hak veriyordu. Tanrılar bu yapılan küçük heykelciği beğenecek ve geyiklere karşı besledikleri düşmanca avı onların akıllarına getirmeyecekti. Ne güzeldi şu tanrılar. Onlara en güzel bir eşyasını parçalayıp kurban etmek istiyordu. Zaten geyiklerde kendileri için parçalanıp yemek olmuyor muydu?
Abraka oğluna ‘Sus’ işareti yaptı. Ardından Benimle gel’ der gibi oğluna ikinci bir işaret yaptı. Abraka oğluna inanmıştı. Geçen hafta Fagım Tanrıça geyikleri ayaklarına kadar getirmişti. Ve şimdi üç günlük açlık sona erecekti.
Abraka ve Tecavat uçları yanmış volkanın oluşturduğu kaygan, parlak ve sert taşın yontularak oluşturulan mızraklarını aldılar. Damdan aşağı sessizce indiler. Bellerini eğerek saklanırcasına böğürtülere doğru ilerlediler. Yüz metre ilerlemişlerdi ki bir gurup geyiğin bir araada bulunduğunu gördüler.
Evin içine neşe dolmuştu. Uzun saçlı, tombul memeli evin kadını Nemengen av için şarkılar söylüyordu. Bütün aile evin çatısına çıkmıştı. Nemengen’in iki kızı annesine yardım ediyor, eti kemikten keskin taşlarla ayırıyordu. Çatalhöyük’te dört ev vardı. Üç ev reisi birbirileri ile kardeştiler. Abraaka ziyafete kardeşlerini de çağırdı.
Tecavat ateş yaktı. Ağaç dallarına soktuğu et parçalarını pişirmeye başladı.
Kardeş Akilan Reis diğeri, Bansan Reis, öbürü Hublada Reis pişen etlere iştahla bakıyordu. Onları çağıran Abraka gururla göğsünü geriyordu. Ama bu bir günlük davetti. Değilse av Abraka’nın ailesine yetmezdi.
Kardeş Akilan sordu “Ey dam sahibi Abraka sana kavun verelim. Ben ellerimle çok uzaklardan topladım. Avladığın etle takas yapalım mı?”
Abraka “Şimdiye kadar bize hiç ikramda bulunmadınız. Kusura bakmayın. Seni avlarımda yine de et vermem.”
Akilan “İlahi ömürsün Abraka. Sana sorarım. Geçenlerde sen bir canavardan kurtulurken sana en yakın benim evimin damına çıkmadın mı? Buna öre hiç mi ortak değilim sana?”
Abraka “Orası başka. Bak borcumu sana et yedirerek ödüyorum. Bunu bir günlük yapıyorum. Aklında bulunsun. Sende avlandığında beni çağırasın diye yapıyorum bu daveti. Belki tanrılar beni seviyor. O yüzden benim dediğim şekilde yapmak en doğrusu. Tanrılar beni sevmeseydi bu kuraklık döneminde nasıl geyik bulabilirdim?”
Araya Tecavat girdi. “Akilan amca sana bir teklifim var. Yarın bolca beraber ot toplayalım. Geyikler dün olduğu gibi yine aynı yere geleceklerdir. Çünkü geyikler buraya alıştı. Eğer geyik avlarsak hepsi senin olacak. Ama bizi davet edeceksin.”
Teklif Akilan’ın hoşuna gitti. Onlar ateşte pişmiş etlerini yerken uzaklardan canavarların sesi geliyordu. Damdakiler seslere uzun süre kulak kabarttılar.
Abraka “Etimizin kokusu hayvanları buraya çekecek. Aceleyle etlerimizi yiyelim. Değilse evlerimize gidemeyiz. Kardeşler fikir birliğine varıp etleri çiğnemeden yuttular. Eyvah ki et kokusundan tahrik olan bir pars evin duvarına kadar geldi. Akilan, Bansan ve Hubalada telaşlandı. Kendi evlerine nasıl dönülecek onların planını yapmaya başladılar. Bir çare bulamadılar. Bir taraftan gözleri parsın hareketlerindeydi. Bir çare bulamadılar. Çözüm Abraka’dan geldi.
“Bu gün bizde yatarsınız olur biter.” Dedi.
Geceye doğru ev halkı derin bir uykudaydı. Uyumayan tek kişi, evin haylaz oğlu Menda’ydı. Sessizce yattığı yerden kalktı. Evin damına çıktı. Garip ve tuhaf hayvan sesleri çıkarmaya başladı. Maksadı canavarların dikkatini çekip yanına geldiklerinde onları incelemekti.
Menda bir süre daha ses çıkardı. Hiçbir canavar gelmedi. Tehlikeli bir oyuna baş vurdu. Damdan merdivenlere yöneldi. Aşağı indi. Menda bunun tehlikeli olduğunu biliyordu. Aama böyle olmadan macera yaşanmıyordu.
Elinde sivri uçlu bir mızrakla evinden uzaklaşmaya başladı. Sesler duyuyordu. Canavar sesleri değildi. Ama ne olur olmaz diye bir ağacın tepesine tırmandı. Elinde mızrak vardı. Pars ağaçlara tırmanabiliyordu. Menda korkusuzdu. Bir süre parsları yanına çekebilecek sesler çıkarmaya başladı. Bir pars dişisinin sesini çıkarıyordu.
Pars değil ama meydana bir sırtlan çıktı. Menda artık aşağı inemezdi. O da bunu istiyordu. Çatalhöyük’teki anne ve babasının haberi olsa mutlaka müdahale ederlerdi. Ama sırtlan gelmişti. Şimdi onu düşünmek gerekiyordu. Menda’nın yaşı on iki mevsimdi. Ama küçük olmasına rağmen iyi bir avcıydı. İz sürebilir, hayvanların kokularına anlam verebilirdi. Sırtlan ir iki baktı. Havayı kokladı. Kendine iş çıkmayacağını anlayınca oradan uzaklaştı.
Menda korkmaya başladı. Yanında boğazına takılı taş boncuklardan medet umdu. “Ey tanrıçalar, bu boncukların her taneleri adedince bana acıyın. Ve yardım edin.” Tanrıçalar onun sesini duymuştu. Az sonra Menda’nın babası Abraka çıka geldi.
“Kızım kafayı mı yedin sen? Hiç akıllım değilsin. Çabuk in aşağıya.” Dedi Menda aşağı iinince sıkıca babasına sarıldı. Oradan baba kız koşarak uzaklaştılar.
Gün yeni doğmak üzereydi. Evin kadını Nemengen güneşin doğmasını beklememiş, erken vakitte uyanmış kalkmıştı. Yapacağı bir sürü iş vardı. Önce damdaki akşam yenilen et ziyafetinden arta kalan, kül olmuş közleri temizleyecekti. Evin damını hızla temizledi. Aşağı indi. Tuzakları kontrol etti. Ağaç dallarından yapılmış tuzaklarda beş adet keklik gördü. Onları itina ile alıp ketenden yapılmış bir iple bağlayıp eve getirdi.
Kocası Abraka hala uyuyordu. Ona sürpriz yapacaktı. Kahvaltıyı hazırlamaya koyuldu. Damda ateş yaktı. Kuşların tüyünü yolup ağaç dalları şişine geçirdi. Ardından onları ateşe sürüp pişirmeye başladı.
Evin reisi Abraka dinç bir şekilde uyandı. Çünkü gece çok mutluydu. Rüyasında oğlunun yaptığı Fagım Tanrıçayla konuşmuştu. Fagım ona ‘Mızrağın bundan sonra uzun olsun. Uzun mızrak kolay avlar. Geyiğin canını acıtmaz.” Diyordu. Abraka hala rüyasını düşünüyordu. Aama açlık galip geldi. Evin damında süzülen koku onu tahrik etti. Hemen evin damına çıktı. Karısı Nemengen’in boynuna sarıldı. Canavar çağırır gibi ‘Kuçu kuçu kuçu’ diye dişisine kompliman yaptı. Nemengen bunun anlamını biliyordu. Bu sesi çıkaran biri ‘Ben çok açım, her şey, yiyebilirim’ demek isterdi. Nemengen kocasının poposuna şaplak vurdu. Bu ‘Vah vah acıktın mı?’ anlamındaydı. Devamında ‘Öyleyse tıkın’ anlamı ortaya çıkıyordu.
Elbet Abraka kibar biriydi. Karısının komplimanlarına ‘Kurt gibi açım. Seni bile yiyebilirim.’ Karşılığını vermişti. Tecavat ise aileden en son uyanandı. Gece eti fazla kaçırmıştı. Biraz iştahsızdı. Babası Abraka ona yemek yemesini emretti. Çünkü az sonra ava çıkacaklardı. Aç bir kişi avda başarısız olurdu. Tecavat istemeye istemeye kahvaltısı olan közde pişmiş eti yemeye başladı.
Ev halkı baba ve oğlu şarkılarla uğurladı. “Dön bebeğim dön. Dön kocaman dön. Etimiz az. Butumuz az. Dönmezseniz gülücüğümüz az. Yolunuz kısa, avınız bol olsun. Gittiğiniz yer kuru olsun, çamurlu olmasın.” Söylenen sözler kulaklara çok hoş geliyordu. Zaten Fagım Tanrıça heykelciğinden sonra en büyük sihri yapan bu şarkılardı. Ve onlar her şarkıda umut görüyordu.
Uyuyan ruhlar keşfedilince hatıraları da ortaya çıkar. Bilen bir kişi için neolitik çağda yaşayan insanların hatıraları, düzene konmuş bir rabıtaya bağlıdır. Onlarla tanışmak için önce Çatalhöyük’e gitmek ardından, onlara rabıta yapmak gerekir. Yani onlar gibi düşünmek, onlar gibi yaşamak gerekir. En azından vejeteryan olmayıp et yemek gerekir. Ama en önemlii nokta Çatalhöyük tepesine çıktığımızda, tepenin altındaki yatanların, bir zamanların insanı olduğunu, akıllarını kullanabildiklerini bilmemiz gerekir. Onlar neolitik çağın akıllılarıydılar. Çünkü onlar ev yapmayı biliyorlardı.
Tuna M. Yaşar
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.