- 555 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
502 – TİYATRO OYUNU
Onur BİLGE
“Umursamaz Sevgili,
Bir tiyatro oyunu oynamaya başlamıştık seninle. Aldatan da vardı, aldatılan da, gerçekten aldanan da sahnede… Süslü püslü sözler, şiirler, muhteşem replikler vardı dillerde ve doğaçlama değildi hiçbiri de… Başkalarına ait söylemlerdi. Samimi değildi, bir tek repliği bile… Oyun içinde oyundu oynanan. Konu olan anayken, sonradan kız oluyordu. Formasını çıkarıp gelinliğini giyiyordu.
Birisi geldi âşık rolü oynadı. Diğeri inanmak istedi, gönüllü aldandı.
Biri vardı kenarda köşede kalan. Saçı sakalı kısa sürede ağaran… Birkaç ayda beş on yıl yaşlanan… Uyarıları kale alınmayan… Aşktı sahnelenen. Sahtelenen aşktı. Birisi geldi âşık rolü oynadı. Diğeri gerçek sandı, aldandı. Gerçek âşık, geride kalandı. Fersah fersah geride… Anlaşılamadı. Kanan, yollarca değil, yıllarca uzaktaydı, yaklaşamadı. Keşke yollarca olaydı! O zaman her şey çok daha kolaydı. Çok ilerideydi, yetişemedi. Çok yükseklerdeydi, ulaşamadı!
Sahte sözler, sahte yüzler, yalan dolan… Sahnede ne varsa yerle bir oluyordu! Herkes birden zarar görüyordu! Her yer talan!..
Birinci perde bu şekilde kapanmıştı. İkinci perdeyi merakla bekliyorum. Neler gördü bu gözler, neler duydu bu kulaklar!.. Kim bilir daha neler neler göreceğim, duyacağım!
“Dünya, bir tiyatro sahnesi ve biz artistler ve aktörleriz.” demiştim de Mustafa Kaptan: ““Dünya, bir tiyatro sahnesi ama biz artistler ve aktörler değil, zavallı kuklalarız. İpler, Yaratan’ın elinde... Bir araya getiriyor, tanıştırıyor, konuşturuyor, sevgiden nefrete kadar çeşit çeşit duygular yaşatıyor, birleştiriyor, ayırıyor… Bütün bunları insanlar kendilerinin yaptıklarını sanıyorlar. Biz, kadere inanan insanlarız. Yeryüzünde başıboş değiliz. Bizi bir yönlendiren, bir deneyen ve değerlendiren var!” demişti.
Ya yüreğim, ya duygularım, ya ruhum? Onlar da mı O’nun elinde? Laftan anlamaz yüreğim coşarcasına severken, söz dinlemez gönlüm koşarcasına giderken terk ettin beni. Bakışların buz kesmişti! Sevgisizdi, soğuktu, buydurucu… Buna rağmen, yokluğunda da sevmeye devam etti bu yürek seni.
“Aşkla kol kola gelir, kaybetme duygusu… Yazılanlar sırayla, dakika sekmeden olur!” diyor, Kaptan.
Kol kola gelmişti kaybetme korkusu, aşkla. Kaderden kaçılmazmış. Korktuğuna uğrarmış, çoğu zaman insan. Kaybedişim öldürmez beni. Bir süreliğine şöyle bir silkeledi, derbeder etti ama epey güçlendirdi de... İlk zamanlardaki gibi değilim.
Suskunlukla kapladım umutsuzluğumu, çaresizliğimi kimselere demedim, aşkımı demediğim gibi. Gözlerim, gözlerini unutamazdı nasıl olsa. Bedensel varlığın gitse de hayalin kalırdı benimle. Dilin kalırdı. Sesin dolanır dururdu kulaklarımda. Kayda geçtiği gibi hafızamda öylece korunurdu anılarımız. Beynimin arşivinde muhafaza edilirdi.
Ben ne ihanetle yıkılırım, ne de çaresizlikten sıkılırım. Her derdin bir çaresi, her kederin bir tesellisi vardır elbette. Hiçbir sorun çözümsüz değildir. Ha! Bir zaman kendime gelemem, hemen baş edemem arzularımla belki ama gün olur, talazlanır gönlümdeki ateş. Harı azalır. O zaman dayanılabilir o yangına! Yanmada derman bulunur olur, Hacı Bayram’ın dediği gibi…
Aşk, ateşten kopmadır, yakacaktır! Alevden bir top gibidir, kordur. Avuçlamak, bir anlık cesaret ister. Elde tutmak oldukça zordur. Kavlatır avucun derisini. Yakar kavurur! Onun için sürekli olmaz, olamaz. Ya eskisi gibi yanmaz ve yakmaz ya da yanmakta ve yakmakta olduğu için elde çok durmaz.
Ya kapanır eller, havasız kalır, yavaş yavaş ısısını kaybeder, söner ya da yakar da yakar, dayanılamaz daha fazla aralanır parmaklar, aralarından kayar gider.
Kayar gider senin gibi… Tam sahiplenildiği, “Benim!” denildiği anda, usulca… Ansızın kayar gider göktaşı gibi karanlıklara… Artık ara da ara! Bir daha bulunmaz, asla! İzi bile kalmaz geçtiği yerde. Seçtiği yerde söner biter.
İster gider ister gitmezdin. Tercih senindi. Ben dişimi sıkmayı bildim! Öyle ya da böyle dayandım! Yandım da yandım ama dayandım ya! Sen, o güzellikleri bitirdin ya ona yan! Yan da yan! Dayan, nasıl dayanabileceksen! “Sen onunla yapamazsın! Dayanamazsın!” demiştim de: “Dayanırım ben! Sen karışma!..” demiştin ya o hayat memat meselesini konuştuğumuz gün afrayla tafrayla kapıdan çıkarken… Ne kadar mutlu ve umutluydun merdivenleri çıkarken, inişin kim bilir nasıl olacak, pişmanlıklar içinde!
Ben acılar içinde çaresiz kaldım ama seni aynı şekilde bırakamam! Yapamam! Kaç perdelik olursa olsun, oynanacak bu temsil. Bu piyesin bir şekilde mutlaka sonu gelecek! Belki oyunun sonunda seni kazanan ben olmayacağım yine ama o da kaybetmenin ne demek olduğunu yaşayarak anlayacak!
Sabırla senden bir haber bekliyorum. Gelip gidip telefona dokunuyorum, sana dokunuyormuşum gibi… O kadar ulaşılmaz bir yerdesin ki sana ancak telefon vasıtasıyla ulaşabilirim. Bu cihazın hayatımda bu kadar büyük bir önemi olacağını söyleselerdi inanmazdım! İşim olmazdı ki benim telefonla melefonla! Zaten gelenden gidenden başımı alamıyordum! Her geleni dinle, her gelene laf anlat! İnsanlarla uğraşmaktan vaktim kalmazdı ki! Hem uzaklarda çok ama çok önemli biri yoktu ki benim için! Şimdi öyle mi ya?
Sanki okyanus ortasında, bilinmeyen bir adada, asırlık bir hapishaneye kapatılmışsın! Sanki sabah akşam işkenceye maruz kalmaktasın! Sanki günde bir parça kuru ekmekle bir bardak sudan başka yiyecek içecek hakkın yok! Havalandırmaya falan da çıkarılmıyor, küf ve rutubet kokan yosun tutmuş ıslak duvarlar arasında paslanan demir parmaklıklar gibi çürümeye bırakılmışsın! İşte böyle tahayyül ediyorum seni ve çıldıracak gibi oluyorum! Onun için ne olursa olsun, nerde ve hangi şartlar içinde olursan ol, seni kurtarmaya geleceğim! Ant içtim!..
O kıza beni arayacağını söylemişsin. Bunu duyduğumdan beri evden ayrılmıyorum. Marangoz Memeto’ya gidip geliyorum arada, bir şeyler almak için falan. Vakit kaybetmeden dönüyorum. Ararsın da duyamam diye ödüm kopuyor!
Bir numara çevirmek o kadar mı zor? Hiç mi zamanın yok? Hiç mi imkânı yok? Telefonu kilitliyorsa, komşudan da mı arayamazsın? Kapıyı da mı üstüne kilitleyerek gidiyor? Bir yolunu bul artık! Ya birine arattır ya da arayabilmem için telefon numaranı ilet ve müsait olduğun, rahatça arayıp konuşabileceğim bir zamanı bildir.
İstesen, iki taş arasında olsan da ulaşabilirsin bana. “Onu arayacağım!” demişsin. Ne zaman? Daha ne bekliyorsun? Bir şeylerin düzelmesini mi? İşlerin iyice sarpa sarmasını mı istiyorsun?
Sabrım tükenmek üzere ama yine de “Bana ne? Ne yaparsa yapsın!..” diyemiyorum.
Çünkü ben seni fena halde seviyorum!..
Müzmin Âşık”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 502
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.