- 800 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
11 Suskunluklarımız benlik direncimizi aştı 11.
Onlar kendilerine bir masal yazdılar.
Onlar kendileri için bir masal yazdılar, orada gülmeyi, gülüp geçmeyi geçtikten sonra hayata tutunmayı yazdılar. Yazdıkça kendilerini anlatır oldular, sonra ağlamayı, ağlamanın şiddetini, uzaklara uzayacak sesleri, seslerin cümlelerini yazdılar, sonra özlemeyi öğrenip onunla yaşamın acılanmalarını, güçsüz kalıp geceler boyu ağlamaları, ağlamaların acılanmalar sonrası hasreti, hasretin binlerce çok acılı deşinmelerini yazdılar…
Yazdıkça gülmeyi unuttular, sevmenin hecelerini duramayasıya tekrarlayıp, acılı günlerin içinde karartıları ile gülmeyi unuttuklarını yazdılar.
Sonra yazdıklarını okuyup yaşamın sevinçlerini unuttuklarını, gülüp güldürmenin faziletini unutarak yaşamın bir hiçliğini yazdılar.
Yazdıkça yaşamın mor düşlerinin pembe hayâllere döndüğünü o hayâllerle ağlamanın şiddetini yazdıkça karşılarına yalnızlık korkuları ve de yalnızlaşma rüyalarının kâbuslarında korkulu haykırışları yazdılar…
Karanlıkta azalarak yavaşlayan kalp atışlarındaki ahengi yazarken biraz gülümsediler ve anladılar ki onlar cidden sevmeyi unuttuklarını sadece sevmenin kararmış yüzünü, o kara yüzünün tutarsız kararlarını ve bir birlerine acımasızlıklarının altında dağıldıklarını, ayrı ayrı düşlerle korkulu rüyalar gördüler ama anladılar ki artık gülmeyi unutmuşlardı…
Anladılar ki artık sevmenin içine riya düşünce dağıldıklarını anladılar kin ve öfke ile küstüler hayata ve çok düşlerle güldüklerini gördüler, onlar artık birbirlerinin ölümüne rıza bile gösterdiler ki hayatın bu acımasız tarafı ile, her gün tek tek karanlıklara düştüler…
Oysa sevgi riyada kalanlarla sert hesaplaşmaları olacaktı ve artık onlar kendileri için ağladılar ama birbirlerini hatırladıkları zamanlarda da yaşama küsmeyi düşündüler…
Yaşam içinde var oldukça sevmeyi severdi riyasız, yalansız ve de nankör olmaksızın…
Gecenin geçi, düşlerin en yenisi ve de acımasız yaşamın içindeki küskünlklerle kendilerini obruk çukurlarına düşmüş farz ederek yaşam savaşına düştüler…
En zoru yaşamdan vaz geçebilmektir sanırım, ardından da kalan kim olursa olsun, vaz geçilmezimiz dedikçe vazgeçilmez zannedilir…
En büyük yanılgı, sanki burada kesin inanmak ki en beteri sevdim dediğimizden gelirse, çekip gidenler, yanılgı işte burada…
Vaz geçeceğimiz çok şey vardır artık, sevdim ben de derken içimizden kopanlardır bedenimizden parçalar kıymıklıyan…
O kadar zor muydu seni sevdim demek?
Ne kadar zaman aralığı ile söyleyebildik ve hangi beklenmedik zamanda söyleyebildik kendimizi zorlamadan, yüzümüzü kızartmada, içimizden geldiği gibi haykırabildik göz diplerine bakarak yüksek tepelerden dağın zirvesine doğru kaç kere sesimizin var gücü ile haykırabildik seviyorum kelimesini gelecek zamanlara da yayarak?
Hep zorlandık, hep lâl oldu dilimiz, ve sanırım yeteri kadar haykıramadık, yeteri kadar doruklara uzatamadık aslında içimizde, saklımızda sinen sevgi duygumuzu bağıra bağıra yeteri kadar uzatamadık belki de sesimizi…
Bu günlere uzayan acılanma günlerinde şu anda bunu hatırlamam ve seslenişi yeteri kadar yayabildik mi hayatımıza?
Ama sanırım ben yeterinden fazla duydum ve yazabildim bu gün bunları düşlemem belki de hak edene hak ettiğini verme amacındaydım…
Şimdilerde bunları gülümseyerek düşlerken, ihanet doluşmuş hayatımızdan biraz olsun kurtulup yüzümde tebessüm yaratan düşünceleri hatırlamak, yüzüme biraz olsa da gülümseme ekledi…
Yaşam bazen en ufak detaylar ile kendini çarpıtarak ruhsal yapının biraz da olsa değişime uğratır sanırım…
Nereye ve niçin gidiyorsun sevgili:.. Arkanda bıraktığın büsbütün yalnızlıkları ve tek başına kalan yalnızlığı bırakarak nereye gidiyorsun veya gittin o zamana göre…
Kaybolacak tüm düşler, arka arkaya sıralandıkça, yaşamın içine düşmüş kuşkular ve o kuşkuların sebep olduğu yalnızlık korkularını bırakarak nedeni sence belli olan gerçek ise gidişinin anlamını yüklenerek nereye ve ne için gidersin sevgili?
Düşlerin ne oldu, yaşamı başarma amaçlarına ne oldu, niçindi tüm korkuları göze alıp gidişinin sebebi neydi?
Bu güne değin sana hiç sormadığım bu soruların cevabını elbette sen çok iyi biliyorsun ama arkanda bıraktığın sevgiye dahil olmuş geçmişin sorularına nasıl cevap vereceksin ve nasıl inandıracaksın bunca yalan ve riyanın içinde?
Sen hasretin korkusunu ve bunun hesabını en iyi bilenken, bu yalnızlık batağına terk ettiğin sevgi dediğinin hesabını nasıl göreceksin, kayıp zamanların ve de acılanmaların bedeli nasıl ödenecek veya nasıl borçlanılacak?
Bu korku bulamacı ve bir denge bozucu sorular bunlar ve yaşama dahil olmuşluğu ile geleceğe cevapsız soruların sıkıntıları ile kahredici bir yaşam kesitinde varlık savaşı vermenin ağırlığını içine gömen bir düş yorgunluğu bu düşünce zamanları…
Sevmek bu olmasa gerek, kalaysız bir tastan su içmek kadar acılanmaları sana vuran zamanlarda var olma düşleri bunlar…
Unutmanın içindeki amacı yok etmek gibi anlamsız yaşam şartları bunlar, söz verilmiş zamanlara hiç uyum sağlayamamaya nefes almaların kesiklikleri bunlar, acılanmaları sona vuran yaşam şartı bunlar, bu sahipsizlikleşmeler…
Çavlanda tek başınalıkla haykırmanın çaresizlikleri bunlar…
Garipsenecek bir yuvasızlık yaşamlarına uyum sağlamaya uğraş verme zamanları bunlar…
Galiba yarınsızlık korkuları ile yaşama denge suçlama amaçları bunlar…
Karanlıkta kalmış bir çocuğun ağlama korkularını yaşarcasına korkularda var olmaya çalışmak bunlar…
Nedensiz veya cevapsız düşüncelerle yalnızlığın gizeminde yaşam uğraşı verirken, nedendi bu gidişlerin ardına gizlenen acılanmalar?
Belki de cevabı alınamamış sorulardı yaşamımızda isteksizlik yaratan…
Ve her cevapsız düşünceler sıralanışıydı tek cevapta toplanan “neredesin sevgili ve niçin?”
Neden ben hep son yıllarda seninle karşılaşma ihtimalim olan yerlerden, cadde ve bulvarlardan, eskiden birlikteliğimizden haz duyduğumuz şehirlerden ve her yerden uzak yaşamaya çalışıyoruz…
Yıllara ve geçen onca zamana değin içimdeki öfke ve hiddet duygusu neden hâlâ içimdeki bir yerlerde yanışlar yaratıyor?
Gözlerine bir andaki bakmak içimde derin yeisler veya sevinçler bırakırken, neden kaybetme duygularım limitini zorluyor?
Sevgiden veya sevme duygusundan uzak nefesler almak mı ruhumun karakterini yönlendiriyor?
Biz ömrümüzü sevmelere yayılmış zamanların içinde haz duyarak yaşarken, son yıllarda neden aniden değişen öfke atakları ile baş edemiyorum?
Sevmek çok garip ataklarla ruhumu yönlendiriyor nedense içimde özlem birikintileri mi yoğunlaşıyor, yoksa öfkelenme düşleri mi kabarıyor?
Şaşkınlıklarla doluşmuş bir yaşam kesiti zamanlarını mı yaşıyorum işte bu belirsiz?
Yoksa dünlerde duyduğumuz sevgi adına haz duygusu mu bu günlerde baş kaldırıyor?
Pişmanlıkların ve de duygu karmaşalarının var olduğu sahipsiz zamanları mı tercih ediyor ruhum?
Kayıp zamanların eksiklikleri ile karmaşaya dönen hissi duygularımın belki de baş eğmeme zamanlarına ulaştım farkında olmadan…
Her yaz ortalarında ve sonbahar başlarında bedensel ve ruhsal değişimler yaşayan benliğim artık yıllara meydan okuma özelliğini ve katı düşüncelerde var olma geleneğini kaybediyor sanki…
Düşüncelerimle, ruhsal daralmaları arasında oldukça geniş bir çatışmanın içindeyim sanırım…
Dünler acılanmalar adına oldukça sert geçmişken, yarınların sarsıntılarını bu günlerde kabullenip, ruhumu koruma adına sakinleşmeye ihtiyacım var sanırım…
Hayat bende hem kendini hem de beni yıpratarak devam ediyor sanki artık…
Yaşamın tüm puslu adımlanışlarında bir an duraksayıp, arkamıza baktık ki kimsemiz yok…
Ve biz hep hiç kimse olarak yaşama adım attık puslu, sisli zamanlar da olsak bile kendimize göre kendimiz hep hiç kimseydik…
Uzayıp sarkan gecenin son saatleri…
Biraz sonra tan ağartısı düşecek penceremden hiç uyumamış gözlerime…
Belki biraz kısılacak göz kapaklarım, belki de az sonra yeni günü uyuklayarak karşılayacağım, kendi kendime harcadığım zaman sonrası okuduğum onca kitap sayfalarının sonrasında garip bir mırıldanış ile bir şarkı dilimin ritminde…
Tek kelimesi şimdi aklımda kalmış o şarkının geceler düşünceleri ile düşüme dolmak istiyor…
Kendiliğinden düşüyor cümleler, “hasrete bağlanmışım” cümlesi dönüp duruyor mırıldanışlarımla…
Birkaç satır yazma amacı ile karşılıyorum gün sonu gecenin son saatlerini derken, sabaha düşmüş düşüncelerle karşı karşıya kaldığım sorularla yalnızlığa ait tüm cümlelerle pişmanlık cümlelerinin çatışması var gücü ile devam ederken, ”aniden” “pişmanlığın mı var” diyorum yaşama…
Kesinlikle hayır, yaşanması gereken ne varsa girmişti hayatımıza, sadece yorgunum, diyorum, yorgunum ve umutsuz yaşamın ardı arkası kapanmayan deşilmeler gerisi hüsran olan kalan kalan yaşam…
Kendi kendime, “bu son yaşam benim yazgımdı, unutulması gereken ne varsa artık sıralanmıştı gecenin son yaşam zamanına…
Beklentisiz bir yorgunluk ve bir bezmişlik zamanlarının bedeni sardığı son gece, zamanları…
Gün sabahının ilk ışıkları bedenime düşerken eminim yeni bir umut ve yeni bir düş sahiplenecek şüphesiz…
Neden çok şey düşünüp kendime en çok sorun yaratıyorum. Geçmişin kör nişancısı gibi, rasgele hedefleri düşlüyorum…
Sonunda acısını yaşadığım bir yığın ayrılığa ve yalnızlığa dair cümleleri tekrarlayıp duruyorum…
Beni encok yaralayan cümle galiba “sen de gidecek miydin” sorusuna benzeyen acılanma hissinin yoğunluğu sarsıyordu beni bu saatlerde ama yaşama saygı duymak galiba en önemli olgu içinde var olmaktı…
Yarın çok farklı bir güne düşecek dediğim de bu gün galiba bir beklentimin garip heyecanı vardı sanki içimde ne olduğunu anlayamadığım…
Yarını yok bu gidişin, dünse çok acılarla kaldı, oysa yaşam delibal misali art arda düşkündü dalına...
Mustafa yılmaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.