BENİM BABAM.
BENİM BABAM.
O YILLARDA ÇOCUK OLMAK:
..Evet: bu aralar kendimi küçük yaramaz bir kız çocuğuna benzetiyorum :
vallahi, ne yalan söyleyeyim çokta hoşuma gidiyor bu halim.
Seni garantiye aldım nasılsa, kızarsam da bağırsam da beni dinler diye düşünüyorum :) yani omzuma yüklediğim onca şeyi şöyle bir silkeleyip attım, şimdilik. En çok sıkıldığım şey ise yalnızlıktı, onu da bir şekilde halledip üstesinden geldim, o da şimdilik.Bakalım zaman ne gösterecek ve onu da o zaman düşünürüm, diye düşünüyorum artık...
Ama konuşmak, paylaşmak çok zevkli ya, hele de sürekli tekrar yapmadan acaba bunu nasıl anlatsam da yanlış anlamaz, diye düşünmüyorum ve bu konuda da çok rahatım ya, değmeyin keyfime gitsin..
…Çok erken yaşlarda büyüdüm, hem de çok erkenden. Oysa babam, annem, ablalarım abilerim, hepsi vardı hayatımda, ama ben gene de çok erkenden büyümek zorunda kaldım her nedense.
Bak ben çocukken bir hastalık geçirdim, anlatayım istersen. Anlatıyorum nasılsa hayır deme şansın yok ve mecburen beni dinleyeceksin, her zaman dinlediğin gibi…
henüz ilkokul ikinci sınıfa gidiyorum, kaç yaşında olduğumun ne önemi var deme, var çünkü o yaşlarda alınan her küçük darbe, büyüdükçe kocaman birer gülleye dönüşüyor o küçük denilen darbeler. Bir çocuğun dünyaya geldiği andan itibaren her şeyin çok önemi var ta ki kendisini bir yetişkin hissdinceye kadar ..
O yıllar da okadar çok kar yağıyordu ki, karın boyu neredeyse evlerin boyuna ulaşacak kadar yükseliyordu, çocuktum ya, öyle de algılayabiliyor olabilirim, her neyse..Bir anda göz gözü görmüyordu ve sanki yaşamın öteki yüzüne geçiyorduk, başka bir dünyada başka bir boyut oluyordu yaşam;kar yağışının hemen arkasından kopan o fırtınada..
Kar fırtınası, genellikle akşam üzeri okuldan çıkış saatine denk gelir, yolda yakalardı biz çocukları
...O anlarda, bir yerlerden aşağıya uçmamamız ise tamamen bir mucize oluyordu bizler için. Okul köyün ta dibinde, benim gibi bazı çocukların evleri ise köyün en başındaydı.. Bayır aşağı o daracık yollardan her gün bu koşullarda okula gidip gelmek nasıl bir cesaretti hem bizim, hem de bizi okula yollayan ailelerimiz için..., düşününce içim ürperiyor, tüylerim diken,diken oluyor…
…Köyümüz, mahalle- mahalle olarak oluşmuş bir yerleşim yeri olarak dizayn edilmiş. Amcam babam, ve de babamın amca çocukları. Bizi uzun yıllar köy halki, amca çocukları olarak değil de, dört kardeş olarak biliniyorduk. Biz çocuklar da öyle biliyorduk ta ki büyüyüp her şeyi anlayana kadar.Çünkü Ailelerimiz bize böyle bir ayrımdan hiç bahsetmezlerdi.Amcam mı, evet Amcan
Halam mı?
Evet, halan, başka da soru sorulmazdı, sorsak da yanıt hep aynı olurdu.
Yan yana, iç içe büyüdük ve paylaştık, hep birlikte yaşadık, el kızları oğullarımızı alıncaya, ve de kızlarımız eloğluna varıncaya kadar sürdü bu beraberlik. Dğıldık gittik her birimiz bir yerdeyiz şimdi., sanki hiç görüşmemiş, tanışmıyormuşuz gibi, dört ayrı yabancı gibiyiz artık. Bu dörtlü yaşamıyor, onları arkadan takip edenler de erkenden göçtü gittiler bu dünyadan..O anlar hiç olmamış, hiç yaşamamış gibi..Onlardan bizlere kalanlar, bizlerden sonrasının asla yaşayamayacağı o tatlı anılar, ve de güzel duygular..
..Biz bu koşullarda okula gitmeye çalışıyorken, ayağımıza kara ’’Trabzon lastikleri’, bacaklarımıza giyebileceğimiz doğru dürüst bir pantolon,üzerimize, değil kalın bir mont, bir hırkamız dahi yoktu … O soğukta, o fırtınada başımızı soğuktan koruyacak ne bir bere, nede her hangi bir atkımız vardı hiçbir şey yoktu.Yasaktı,neden yasaktı? Sanki okulda kalorifer yanıyordu da, giymesekte olurdu, ne var der gibi.
Erkek öğrenciler arada ceket giydiklerinde ise, öğretmenlerden azar işittiklerine tanık olurduk ..Onlara da ikinci uyarıdan sonra ağar şiddet uygulanırdı öğretmenler tarafından, özellikle okul müdürü, Allah yarattı demez çocukları ağız burun dağıtırdı
.Öğretmenlerde çocukları dövmek için hep bir bahane arıyorlardı sanki..En ufak bir hatada, en ağar şekilde dövüyorlardı çocukları.Ha bu konuda kız erkek ayrımı asla yapılmaz, dayak dedin mi…,eğitimden çok dayak alırdık öğretmenlerimizden..
,Yollar hiç kullanışlı değildi. İnce, dönemeçli patika yolunu, kış aylarında kayarak iniyorduk, ve kış çok ağar geçiyordu. Hava buz gibi, yollarda buz tutunca bizde mecburen kayarak okula gitmek zorunda kalıyorduk..
.. En ufak bir hatada dengen bozulur da kendini kontrol edemezsen eğer, aman Allah’ım, bunu düşünmek bile çok ürkütücü.
Bizim dönemimizde okullar sabahtan akşama kadardı. Cumartesi günleri de öğlene kadar okula giderdik.Ders kitaplarının ağırlığı kendi ağarlığımıza denkti..
…Sabah kalkıp Okula gitmek için, yolu yokuş aşağıya İner, eve dönerken indiğimiz o yolu geri yokuş olarak çıkıyorduk. İniş, bütün o tehlikelere karşın iyi oluyordu, en azından çantalarımızı kayak olarak kullanıyorduk..,geri o yokuşu çıkarken böyle bir şansımız yoktu..Böylesi bir yaşam bizler için iyi miydi? Kötümüydü?, hala daha karar vermiş değilim..
Evden kuru çıkıyorduk, okula varıncaya kadar, baştan aşağıya sırıl sıklam olmuşuz, ayaklarımız su içerisinde. Hani ayaklarımıza giyebileceğimiz bot, yada çizme olmuş olsaydı neyse de,kocca bir kışı,ayağımızda kara lastik ayakkabılarla okula gidip geliyorduk, bu şekilde geçiriyorduk uzun kış aylarını .
Hasta olmuyor muyduk?
Mutlaka oluyorduk;hiç iyileşmediğimiz için iyi olmak ne demektir, bunu hiç birimiz bilmiyorduk. .Şürekli kulak vede burun akıntısı,hiç kesilmeyen öksürük bu duruma iyi bir kanıttır. Lakabım ise ’çürümüş’’ kulaktı. Demek ki, ağrıda vardı ki, o kadar akıntı oluyordu
.. Tamam, bir şekilde okula geldik, şimdi bu üst başımız nasıl kuruyacaktık?
O yıllarda da köy okullarında devletin hiçbir katkısı olmuyordu..Sınıflarımızı biz öğrenciler siler- süpürür -temizlerdik.Öğretmenler odasını temizlerken, ap ayrı bir özen gösteriyorduk.Suyu olmayan tuvaletler sık- sık tıkanır, onları da yine biz öğrenciler temizlerdik,ve her günün akşamında beşinci sınıflardan bir öğrenci nöbetçi olarak kalırdı temizlik yapacak olan diğer öğrenci çocukların başında.. Nöbetçi kalacak olan öğrenci evi okula yakın öğrencilerden seçilirdi ve bu öğrencilerde genellikle okul müdürünün yakın akraba çocukları olurdu. Neden? eve geç gidecek olmasıymış.Üstelik bu öğrenciler hiç bir zaman okul temizliği yapmayan öğrencilerdi...İyi de, temizlik yapan öğrenciler için sorun olmuyormuydu geç saatte eve gitmek.Neymiş, temizlik yapan öğrenciler en az üç kişiydi vede birbirine yakın oturanlardan seçiliyormuş....Yani bu haksızlıklar ta o zamandan bu zamana kadar süre geliyor demektir..
Ha birde, eğer annen okula odun getirmemişse, o zaman senin o sobada ısınma hakkında yoktu, haklı olarak. Her kış ayında aileler iki’’ yük’’Kadınların sırtında taşıdığı odunlar... Yani...,bir eşek yüküne denk geliyordu..Yani okula bir’’ eşek’’ yükü kadar odun getirilmese eğer, o ailelerin çocukları tehşir edilir, sobanın yakınlarına dahi yaklaştırılmazdı..Bu yüzden bu çocukların oturdukları yerde sınıfın en arka kısmı oluyordu ve o çocuklardan biri de ben oluyordum maalesef..Çünkü annem hiç bir zaman okula odun getirmiyordu..
.Köy yerinde eşit şartlarda yaşayan ailelerdik, sadece bazı aileler okula daha yakın mahallelerde oturuyorlardı. . Başka çocukların anneleri odun getirecek, sen ısınacaksın, o çocuk halimle nasılda utanırdım ısınırken.
…Sınıf başkanı, kimin annesi ne kadar odun getirdi diye not alırdı. Sobaya biraz yaklaşsak, sınıf başkanı hemen atılırdı, ’’Senin annen odun getirmedi, çekil sobanın başından’’,yada ’’senin annen şu kadar odun getirdi, okadar ısınabilirsin’’derdi.Kovulmak kötü bir duygudur ve o an insanın yerin dibine giresi geliyor. Hem sobada ısınmamıza izin verilmiyordu,hem de arka sıralara atıyorlardı bizi ki, annelerimiz okula odun getirsinler diye.Paran kadar konuş denir ya işte o misal..Kim ne derse desin,tenekeden de olsa -delme çatma bir sobada olsa yine de bir şekilde üstümüzü başımızı kurutuyorduk mecburen. delme çatma o teneke sobada…
Derken, ben hastalandım, yataklara düştüm yürüyemiyor, bacaklarıma basamıyordum ve yatağa mahkûm bir kütürüm olmuştum. Annem, bağırıyor, çağırıyor, kızıyor da kızıyordu, bana mı, başkalarına mı kızıyordu bilmiyorum ama annemin o sesini hala daha zaman-zaman duyarım, hastalandığım da, yâda hastalığımı hatırladığımda.
. Küçücük çocukları, taaa köyün başından köyün en dibine yolluyorsunuz arkasından dahi bakmadan, bırak arkasından bakmayı, sabah sıcak bir bardak çayın yanında hazırlanan bir kahvaltı olsaydı bari,nerdee.
.Ben okadar zayıfım ki, insanların alay konusuydu benim o zayıflığım. O da benim suçumdu, niye?, niye olacak çok yemek seçiyor muşum da ondan…
Çok iştahsızdım. Boyum vardı ama güneş almayan yerde büyüyen otlar düşünün, onlar gibi işte.
Benim acilen bir doktora gitmem gerekiyordu ama kimse oralı değildi beni bir doktora götürmek için. Oysa babam ilçedeydi, işi vardı, tanıdıkları vardı, sağlık ocağı, sağlık ocağında doktor, hemşire, ebeler vardı. İlçede çok uzak bir yerde değildi ayrıca.Evimizde vardı, neden böyle bir şey yapmıyorlardı, hala daha aklım almıyor benim…
Öyle kütürüm olarak kaç zaman yattım yatakta hatırlamıyorum, hem daha çok küçüğüm, ilkokul ikinci sınıf öğrencisiyim,en fazla sekiz…, ya da dokuz yaşında olabilirim..
Sonra, okul müdürü anneme ve de babama baskı yapıp, beni bir doktora götürmeye ikna etmiş ve beni ilçede ki doktora götürmek için Babam anneme, ‘’paçiyi’’…Bir ara getir onu buradaki doktora gösterelim demiş.Daha öncesinde babam o doktorla konuşmuş, benim durumumu anlatmış, ilaç istemiş doktordan, ama doktor, yok olmaz, önce görüp muayene etmem gerekiyor deyip babamı ret etmiş. Doktor, ille de hastayı göreceğim deyince, babamda anneme ‘’paçiyi’’ getir demiş.
.Annem beni doktora götürecek ama nasıl?Köyümüzde araba yolu yok,yollar buz tutmuş kışın tam ortasındayız... Annem elimi tutuyor ama ben adım atamıyorum.’’susa’ yoluna inmek için iki ayrı yolu vardı köyümüzün..Bir tanesi bizler okula gitmek için kullandığımız yol, daracık, dik yamaçtı, ama güneşin en çok vurduğu yoldu… Ötekisi ise köyü neredeyse ikiye bölen, biraz verev ama dik olmayan, mesafesi uzak olan yoldu ..Köy halkı genellikle bu yolu kullanıyordu, daha kullanışlı olduğu için..
’ Neyse, o karlardan ara bulduğumuz yerlerden ve buz pistine dönen yoldan araba yoluna inmeye çalışıyoruz annemle birlikte..
,,Zaten zayıftım, artık o kadar zayıflamıştım ki, komşuların deyimiyle avuç içi kadar kalmışım…Annemin beni bu şekilde yürütmesi enteresandı ..Birisinden yardım alması gerekirdi aslında ama bunu yapmamıştı, neden yapmamıştı? hiç bir fikrim yok.....
, .Ben hiçbir şeyden habersiz doktora gidiyorum.O ana kadar da hiç doktora gitmemiş, doktorun da ne olduğunu bilmeyen biri olarak annemin elinde yürümeye çalışıyordum arabaya bineceğiz, ve de doktora gideceğiz ..
Tam da okulun önünden geçerken, okul müdür bir anda karşımıza dikildi. Okul müdürü, bir anneme, birde bana baktı ve çocuk mahvolmuş, mahvettiniz çocuğu, umarım çok geç kalmamışınızdır, dedikten sonra,Okul müdürü, bir bana bir de anneme bakışı ,ve de annemin o anki susuşu, gözümün önünde cap canlı durur hep... Annem ilçeye varıp, beni babama teslim etti.Babam ilçede esnaftı
.. kiraydı ama kocaman bir de evimiz vardı ilçede. .
.. İlçede ki doktor çok ünlü, kendi alanında tam bir uzmandı. İlçe halkı o doktoru adeta tanrı kadar seviyor, ona inanıyorlardı.
Okul Müdürünün yanından ayrılırken, Müdür anneme, hazır doktora gidiyorsunuz, bu çocuğu birde göz doktoruna götürün, başarılı bir öğrenci yazık olmasın çocuğa, dediğini hatırlıyorum.
.. Annem de müdürün söylediğini aynen babama iletmişti. Doktor beni muayene ederken, babamda ezile büzüle doktora, doktor bey, nasıl ederiz göz doktoru falan deyince.
Doktor, o benim işim değil ‘’il’e’’ gidip, göz doktoruna götürmeniz gerekir dediğini çok net hatırlıyorum. Babam doktorun dediğini hiç duymadıi, ya da duymazdan geldi ki, beni’’İl’e’ , göz doktoruna götürmedi
Doktor bana yığınla iğne verdi. Şurup, kutu, kutu aspirin, dahası var mıydı…, hatırlamıyorum, hatırladığım elime verilen kocaman bir poşet ilaçtı ve ben bütün bu ilaçların hemen hepsini kullanacaktım, yoksa asla iyileşemeyecekmişim, böyle deyip korkutmuştu beni babam..
.. İki tane kocaman iğneyi birbirine katarak vurulacaktım, birde çok zayıf düştüğüm içinde çok iyi beslenmem gerekiyormuş. Yani artık yemek seçmek gibi bir şansım yoktu...Orası kolaydı, babam çok iyi yemek yapar, çok da güzel hizmet ederdi çocuklarına. Zaten lokantamız vardı ve lokantanın ahçiliğimıda babam kendisi yapıyordu. Sıkıntı, o ilaçların nasıl kullanılacağıydı..
…Annem köye gitti. Ben ilçede babamın yanında kaldım, hiç de şikâyetim yoktu. Babamın yanında kalmak beni her zaman mutlu ediyordu ama babamı göremiyorduk o başka…
. O iğneleri vurulmam için, babam beni bikaç kez götürdü sağlık ocağına, yani o yıllarda hastane dediğimiz o haneye… Hastane,ikinci sokağın ortalarında bi yerde, duvarları kesme taşlardan örülü araları siyah boya ile boyanmış birbirine bitişik iki küçük binaydı.Etrafında dizili tek katlı lojmanlar vardı. Bana iğne yapan hemşirelerden bir tanesinin eli okadar hafifti ki, iğneyi hiç hissetmiyordum, bir avuç içi kadar kalmış küçük bir çocuğum..
..Bana iğnemi hep o hemşire yapsın istiyordum. Okadar güleçti ki yüzü, bana çok güzel geliyordu, hafiften de kambur yürüyordu, okadar benimsemişim ki o hemşireyi onun gibi yürümeye başlamıştım artık; hala daha öyle yürüyorum ya, her neyse işte..
Babam, ’’Sen yolu öğrendin, bundan sonra tek başına kendin halledeceksin, kocaman kız oldun yürüyorsun da’’,Bana, ’’Hadi bakalım git iğneni yaptır’’ derken, bir yandan da gülümsüyordu.
Babam, elime verdiği iğneyle tek başıma hastaneye doğru yürümeye başladım. Gittim mecburen.
Çünkü babam hayır’ı, kabul eden biri değildi.. Hastanenin bahçesine girdim, girdim de, şimdi ne yapacağım? Böyle ürkek, ürkek bakarken bir de baktım ki bir ebe bana doğru geliyor
.. Ebe diyorum, ebeyle hemşireyi, giydikleri kıyafetlerden dolayı ayırabiliyordum.Hemşirenin başında kepi vardı ve baştan aşağıya beyaz giyiniyordu.Ebede kep yoktu..
Ebe, bana’’Ne istiyorsun’’? Diye sordu
, Bende elimdeki iğneyi ebeye gösterdim çekingen bir tavırla,
Ebe, Parmağıyla, o kesme taşlarla örülü, tek katlı lojmanlardan bir tanesinin kapısını göstererek, bak şu kapıyı çal, oradaki hemşire sana yardım edecektir, hadi bakalım deyip, beni o kapıya yolladı ve kendisi gitti..
…Bende aynen öyle yaptım, kapıya yaklaştım, içimde bir ürperti var ki sormayın gitsin ama bir yandan da dua ediyordum, bu kapıdan benim istediğim hemşire çıksın diye..
O ebenin dediğini yaptım ve kapıyı çaldım, kapıyı açan benim istediğim hemşire değil de .Bir başka hemşireydi, ve ben koşar adımlarla oradan bir kaçmışım ki, o kaçışım görülmeye değerdi..
Ben, hızla oradan uzaklaşırken, hemşire arkamdan seslendi, ’’Neden geldin?’’
’’Niye kaçıyorsun?’’ Ama ben adeta bahçeden uçarak çıkmak üzereydim ki, o hemşireyle karşılaştım, yani bana iğneleri vurmasını istediğim hemşire.
Bana daha önceden de iğne yaptığı için, beni tanıyor, biliyordu iyene yaptırmak için geldiğimi. Öyle sanıyorum ki, arkamdan bana seslenen hemşirenin de sesini duymuş olacak ki, beni kolumdan tuttu ve bana’’Nereye kaçıyorsun böyle?’’ Deyip, o da bana aynı kapıyı göstererek,sana bu gün iğneyi o yapacak’’ deyince
Utangaç bir bakışla hemşirenin yüzüne baktım, hayır sen yap dedim. Hemşire güldü,
’’O bu gün nöbetçi, onun yapması gerekiyor’’ deyince
Bi’bir tuhaf oldum ve başımı çevirip merdivenin başında duran o hemşireye baktım.
’’Ben bu gün izindeyim, o arkadaş nöbetçi’’, dedi ama Ben ne demek istediğini anlamamıştım bile, sadece merdivende durup, bana iğne yapacak olan hemşireye bakıyordum..
… Hemşire beni elimden tutu direk orada öylece durmuş bize bakan hemşirenin yanına götürerek, bu kıza iğnesini yap dedi.
Hmşire, ’’Bu az önce kaçtı buradan’’ deyince, o an utancımdan yerin dibine girecektim neredeyse
Hemşire bana iğneyi yaptı ama canımı çok acıttı..,demekki daha önceden de bana iğne yapmış, canım acımıştı ki, o hemşirenin bana iğne yapmasını istemiyor,öteki hemşireyi istiyordum çünkü onun iğnesi canımımı yakmıyordu..
..İstemediğim o hemşire bana iğneyi yapmıştı, bu yetmiyor muş gibi, lokantaya babamın yanına gideceğim ama ben bir türlü yürüyemiyorum, o kadar kötü bir iğne yapmıştı ki bana hemşire..,adım atamıyor canım çok yanıyordu...
Yürümekte zorlanıyordum ama zorda olsa, lokantaya babamın yanına gelebilmiştim.
.. Babam beni gülerek karşıladı, bana iğneyi vurdurdun mu, diye sormamıştı bile, oysaki sorması lazımdı çünkü tek başıma gitmiştim iğnemi vurdurmaya..Babamın lokantasında bir masa girişe yakın,direğe yaslı bir şekilde duruyordu. Babam genellikle misafirlerini bu masa da ağırlar, orada yemek yedirip orada sohbetlerini yapardı misafirleriyle. Demek ki etkilenmişim ki, bende hemen o masaya oturdum ve de kısa bir süre sonra babam elinde bir tabakla yanıma geldi ve yemek dolu kocaman tabağı önüme koydu,hadi bakalım istersen yeme... itiraz etme gibi bir hakkım yoktu zaten,böyle bir niyetimde yoktu. Yedim, babamın bana getirdiği o bir tabak dolusu yemeği..
…İğneyi vurulmuştum da, ya yemekten sonra içemem gereken şurup, şurubu nasıl içecektim peki? İşin en zor kısmı bu idi işte, yemek sonrası Doktorun verdiği,yemekten sonra mutlaka içmen gerek dediği şuruptan bir ölçek almam şarttı..
.. Şuruptan bir ölçek yutmak, adeta ölümdü benim için. Bende işin kolayını bulmuş, hemen uygulamaya koymuştum bile..
Şuruptan bir ölçek ağzıma, bir ölçekte camdan aşağıya döküyordum. Şurup çarçabuk bitsin istiyordum. Bunu yaparken babamı hiç hesaba katmıyordum. Babam sormayacakmıydı bana,’Paçi,sen bu koca şişeyi ne çabuk bitirdin diye? Sormuştu bile,’’ Ben de utangaç bir tavırla,içtiim dedim..Sonra yine aynı işlemi yaparken bir de baktım ki babam kapıdan içeriye girdi ve bana, ’’Ne yapıyorsun pencerenin önüne?’’ Ben ise o an kaşık elimde kala kalmıştım.O günden sonra bir daha camdan aşağıya şurup dökemedim,Çocukluk işte, işin bu yanını düşünememişim demek ki..
Yani babam benim şurubu içmediğimi fark etmiş,beni gözetlemişti demek ki.
Babamın zaten çok garip bir izleme tarzı vardı, Bir iş verip bunu yap der yollardı, sonra da çaktırmadan o da arkadan takip ederdi ne yapıyor?
Yapabilecek mi?
..Yoksa eline yüzüne mi bulaştıracak?Diye
Yoksa kaytaracak mı? Babam, verdiği işi yapmışsan, işi başardığını görmüşse eğer, hiç görünmeden geri dönerdi,başaramıyor da zorlanmışsan bir bakmışın ki yanında, ve de gülümseyerek sana bakıyor..
….Babam çok şakacı biriydi. Şakayla karışık, yanına gelir hem konuşur, hem de o işi yapmana yardımcı olur, beraber yapar hallolurdu iş..Örneğin, bana, hadi bakalım, iğneni vuruldun, şimdide eve git ilacından da bir kaşık al bakalım der,.beni eve yolladı …
Eve varmadan önce bakkala uğrayıp, bakkaldan bir de sakız alırdım, şurubun hemen arkasından çiğnemek için. Ne yapayım, şurup o kadar acıydı ki yutamıyrdum, bir türlü boğazımdan gitmiyordu ..Şuruptan bir ölçek,arkasından bir bardan su ve hemen arkasından sakızı atardım ağzıma...
.. İlk kez gittiğim evde tersim döner ve de çıkış yolunu bulmakta zorlanıyorum.. Babam demek ki bununda farkındaydı ki, beni eve yolladıktan sonra, kendisi de arkamdan gelirdi.”acaba kendi binamıza mı, yoksa hemen bitişiğinde ama birbirinden farkı olmayan, yan binaya mı girdim, kontrol etmek, ya da emin olmak için arkamdan gizlice gelirdi..
...Gene bir gün babam, yemekten sonra şurubumu içemem için beni eve yolladı. Beni önden yollayıp, arkamdan kendisinin de geldiğini o gün öğrenmiştim..Binaya girdim, merdivenleri çıktım, babamın bana verdiği, bak bununla kapıyı açacaksın dediği anahtarı kapıya sokup, kapıyı açmaya çalışıyordum ama anahtar bir türlü kilit deliğine girmiyordu.Bir yandan da kapıyı .zorluyordum ama kapı bir türlü açılmıyor, anahtar uymuyordu..
Ben kapıyı açacağım diye uğraşırken, bir de baktım kapı açıldı. Başımı kaldırıp baktığımda ise karşımda tanımadığım bir kadın duruyordu.
Yıllar sonra, bu kadının kim olduğunu öğrendim, iğne vurulmak için gittiğim hastanenin baş ebesiydi..
..Kadın bana, burası sizin bina değil,sizin bina yan taraf deyince,bir utandım ki, hemen koşarak merdivenlerden indim, bir baktım ki, binanın dışında babam beni bekliyor, bir şey demedi, yada ben hatırlamıyorum ne dediğini.Babam,bu bina da değil bizim evimiz,, bak ikinci bina da, bir daha gelirken bunu aklında tut dedi ve kapıyı açtı, beni içeriye koyduktan sonra babam kendisi lokantaya geri gitti..,
İlçede evler genellikle iki katlıydı, sadece o iki bina üç yada dört katlıydı ve her iki bina da birbirinin aynısıydı....Babam bana okadar iyi bakmıştı ki, kısa sürede iyileşmiş kendime gelmiş, kilo da almıştım ve ayaklarıma basıp yürüyebiliyor, koşuyordum da. Çok yaramaz bir çocuktum.Hasta yatıp da kaçırdığım bütün o zamanların acısını çıkarıyordum adeta.
Babam, benim peşimden koşmaktan yorulmuş, bir daha yaramazlık yaparsan seni köye yollarım diyerek beni tehdit ediyordu, yüzünde tatlı bir tebessümle.., Yükseklere çıkmamam için beni uyarıp tembih ediyordu ama benimle uğraşmak okadar da kolay değildi.. Ben hiç yerimde durmuyor sürekli hareket halinde, oradan oraya koşup duruyordum..
Babam bana çok iyi bakmıştı, kısa sürede kendimi toparlamış, sağlığıma kavuşmuştum bile.
..Eski sağlığım demeyeceğim, çünkü eskisinden çok daha sağlıklı olmuştum.. Babam belki beni köye geri yollamayacaktı ama dediğim gibi, ben rahat durmuyor,.binanın çatısına çıkıp oynuyordum, çatı kenarlarında her hangi bir korumada yoktu.Çatıdan düştün mü kurtulma şansın yoktu, düştüğün yer dere yatağıydı.Düşerek ölmesen bile suda boğularak öleceksin, hayatta kalmak bir mucize olurdu kişi için..
Bizim evin olduğu binayla, yan taraftaki binanın çatısı aynıydı ve de arada hiçbir sınır yoktu. Ben çatıya çıkıp oradan aşağıya bakarken, bi’ bakardım babam beni kolumdan tutmuş aşağıya indiriyor, bir kere olsun kızmazdı, dövmedi beni.. Sonra baktı ki benimle baş edemiyor, karşısına aldı ve dedi ki bana,eğer laf dinlemez, buralara bir daha çıkarsan seni köye yollarım, deyince, çok korktum.Çünkü köye gitmek istemiyordum..Ama okula gitmek zorundaydım,hemen hemen ilk dönem okula gidememiş, yatalak bir şekilde hasta yatmıştım. Köye gitmek istemediğim için bir daha binanın çatısına hiç çıkmadım.Çatıya çıkmadım ama gene de köye gitmekten de kurtulamadım.
.. Köyü sevmiyordum. Köy yemeklerini de sevmiyordum.Orada babamın yanında kalıp, babamla birlikte yaşamak istiyordum ama bu mümkün olmadı..Aslında mümkündü de, kızlara mümkün değildi, oğlanların hemen hepsi babamın yanında kalıyorlardı, her hafta annem ilçeye inip, çamaşırları yıkıyor ortalığı temizliyordu okadar.Diğer işler hep babamın üzerindeydi, beni neden yanına almadı ki, hala daha çok üzgünüm...
…Babam beni köye yollayacaktı ama biraz daha iyileşmemi, en azından biraz kilo almamı ilaçlarımı da orada kendi gözetiminde bitirmemi istiyordu..,
.Olmadı, ilçe de babamın yanında kalamayıp, hiç sevmediğim köye gidip okula, kaldığım yerden başlamıştım, ama nasıl bir zoruma gitmişti anlatamam .Okula bir havalı dönmüş, arkadaşlarım beni çok hoş karşılamışlardı..İğnelerin tamamı bitmemiş, kalanları da köye götürmüş, her sabah okula giderken, iğnelerden de bir tane çantama koyup, öyle gidiyordum okula... her öğlen tatilinde, köydeki sağlık ocağına gidip o iğneyi yaptırıyordum.öğlen tatili bir saati buluyordu ve ben o bir saati sağlık ocağına gidip gelirken harcıyordum..
.Bizler,akşama kadar okulda kalıyorduk…,.babam okadar iyi bakmıştı ki bana, bayağı kilo almış kendimi çok iyi hissediyordum..,ama köyde. Babamın yaptığı yemeklerden yoktu haliyle yine iştahsızlık başlamıştı ben de...İşin en güzel yanı,bir daha hiç yürüyemeyecek dedikleri ben yürümeye başlamış, üstelik eskisinden daha sağlıklı olmuş, iyileşmiş, yeniden okuluma gidiyordum, bu az şey değildi ki..,o iğneleri o yaşımda hiç aksatmadan vuruldum,oh tam biti derken arkasından bir sürü daha iğne yolladı babam.Birde alabildiğine aspirin,okadar aspirin içtim ki,midem yanmaya başlamıştı,her aspirin yuttuğum da ise ağlıyordum midemin ağrısından, ama babamdan çekindiğim için mecburen her gün bir aspirin yutuyordum.
.. Oysa babamı on beş günde bir ancak görüyor, ya da göremiyordum, buna rağmen babamın sözünden çıkmıyor, bana ne söylediyse hepsini yapıyordum. Annemin yanında, iki de ablam vardı, onları bu süreçte hiç mi hiç hatırlamıyorum…
… Sonra kim dediyse, aspirin mide deliyor fazla kullanılırsa diye…,oh be benim midem çok ağarıyor,dedim ondan sonrada bir daha aspirin almadım,hala aspirinin adını duyunca bir tuhaf oluyorum, yüzüm buruşuyor ve ağzıma tuzsuz sular doluyor.İşte hayatımda en ağır geçirdiğim hastalıktı,vede o iğneleri gidip tek başıma yaptırdım.Şimdi bakıyorum da.hangi çocuğu yollayabilirsin git bu iğneleri yaptır diye; hiç bir çocuğu yollayamazsınız...
Gündüz Yavuz…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.