- 1049 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SİLAHLARI TOPLARKEN YÜREĞİM SIZLADI
MAZİYE YOLCULUKLAR - 242
ÇATKUYU KÖYÜ ANILARI–11
1979 yılının Mart ayının ilk gününde Afyon ili, Sinanpaşa ilçesi Çatkuyu köyünde göreve başladım.
12 Eylül 1980 Askeri Darbesini sabaha karşı, televizyonda çalınan marşlar eşliğinde öğrendim.
Sevgili komşum Mustafa Karabulut, sabah namazına kalktığında darbe olduğunu öğrenmiş, lojmana kadar gelerek haber vermişti.
Askeri ve sivil darbeler kandır, gözyaşıdır, zulümdür.
Hak hukukun ve adaletin rafa kalktığı dönemlerdir.
İşçinin, köylünün, öğrencinin, memurun, öğretmenin yani halkın hakkını arayamadığı, sesinin kısıldığı karanlık günlerdir.
Evlerin, işyerlerinin vahşice basıldığı, darmadağın edildiği, insanların gözaltına alındığı, işkencelerde uzun süre kaldığı, hapishanelere suçlu suçsuz insanların doldurulduğu en kötü zamandır.
Darbecilerle birlikte hareket eden işadamlarının kârlarını kat kat katladığı, halkın çok büyük çoğunluğunun yoksullaştığı soygun dönemidir.
Böyle karanlık günlerde kişiliksiz kişilerin gönüllü muhbirleştiği, suçlu suçsuz insanları ihbar ettiği, haksızlıkların ayyuka çıktığı acımasız günlerdir.
Kişiliksiz kişiler fırsattan yararlanarak düşmanlarını, sevmediklerini, rakip gördüklerini ihbar ederek işkenceden geçirtirler, ceza evlerine attırırlar.
Korkak, pısırık, ezik, küçüklük komplesinde olan kişiler, eli, kolu, gözü bağlı insanlara işkence yapmakta vahşileşirler. Ezikliklerinin acısını eli, kolu, gözü bağlı insanlardan çıkarırlar. Ağızlarından salya akıtarak, ağza alınmayacak küfürler ederler. İşkencenin her çeşidini zevk alarak uygularlar. Genellikle alkol aldıktan sonra işkenceye başlarlar. Eli, kolu, gözü bağlı insanlar karşısında, bu zavallılar kendilerini kahraman görürler…
Ceza evine doldurulanlar aylarca, yıllarca neden yattığını öğrenmek için savcıların hazırlayacağı iddianameyi beklerler. Mahkemeler yıllarca sürer.
12 Eylül 1980 Askeri Darbesinin karanlık günlerinde, Çatkuyu Köyünde öğretmendim.
Sinanpaşa ilçesinde namuslu, kişilikli, demokrat bir kaymakam vardı. Karakol Komutanı Ayhan Başçavuşta çok iyi bir insandı. Bunların varlığı benim şansımdı. Adıyaman’da beni ihbar eden çok sayıda dilekçenin geldiğini duyuyordum. Düşmanlarım benimle erkekçe mücadele etmek yerine kolay yolu seçmişlerdi: İhbarlarla çamur atmak.
Yurt dışına kaçmam gerekiyordu. Pasaport vermiyorlardı. Yurt dışına çıkmak için sahte pasaport çıkarmak gerekiyordu. Sahte pasaport için çok para lazımdı. Bende o para yoktu.
Yurt dışına çıkmak için ikinci yol sınırdan kaçak geçmekti. Sınırdan kaçak geçmeye iki grup aracılık yapıyordu. Birinci grup kaçakçılardı. Onlar da çok para istiyordu. Kaçakçılara verecek param yoktu. İkinci grup örgütlerdi. Benim hiçbir örgütle bağım yoktu.
Kurbanlık koyun gibi bekliyordum. Parasızlıktan kaderime razı olmuştum. Parasızlığın gözü kör olsun. Başına gelecekleri bilerek beklemek kadar zor bir şey yok. Evliyim. İki küçük çocuğum var. Gidecek, sığınacak sağlam bir yerim yok. Çaresiz bekliyordum.
Bir öğlen sonrası askeri araç okulun önünde durdu. Ayhan Başçavuş, bir uzman çavuş ve jandarmalar araçtan indiler.
Ayhan Başçavuş beni iyi tanıyordu. Çalışkan öğretmen diye beni severdi. Ben de Ayhan Başçavuşu sever, saygı duyardım.
Ayhan Başçavuşu kapıda karşıladım:
— Hoş geldin komutanım.
— Hoş bulduk öğretmenim. Evini arama kararı var. Evi arayacağız.
— Buyurun Komutanım.
Uzman Çavuş ve jandarmalar evi aradılar. Uzman Çavuş birkaç şiirimle, bedeni köpek, kafası İran lideri Humeyni olan bir karikatürle Ayhan Başçavuşun yanına geldi:
— Bunları bulduk komutanım, dedi.
Ayhan Başçavuş şiirleri okudu. Karikatüre baktı. Şiirleri ve karikatürü yırttı. Bana verdi:
— Daha dikkatli ol. Başına iş açma.
Teşekkür ettim. Askeri araca binip gittiler.
Aradan günler geçti.
Muhtar Mehmet Okumuş ile beni Sinanpaşa’ya karakola çağırdılar. Birlikte gittik.
Ayhan Başçavuş:
— Kenan Evren’den emir var:”Bütün köylerde silahlar toplanacak.” Öğretmen, Muhtar ve azalar köyde bir komisyon kuracaksınız. Herkes silahını getirip size teslim edecek. Öğretmenim bir liste yapacaksın. Silah verenin adını, silahın markasını, şarjör ve mermi sayısını yazacaksın. Silah vermeyenleri bu listeden tespit edeceğim. Silahları topladıktan sonra silahların sayısını, markasını, şarjör ve mermi sayısını yazarak okulun bahçesine atılmış ve bulunmuş diye tutanak düzenleyin. Öğretmen, muhtar ve azalar imzalasın. Listeyi, tutanağı ve silah ile mermileri bana getirin. Silah teslim edenler hakkında hiçbir işlem yapılmayacaktır. Okulun bahçesinde bulundu tutanağını onun için düzenliyorsunuz.
— Tamam, Komutanım, dedik. Dışarı çıktık.
Bu görev çok zoruma gitmişti. Çatkuyu Köyü Yörükleri hayvancılık yapan insanlardı. Bu insanlar geceleri koyun otlamaya çıkar. Kendilerini kurtlardan, hırsızlardan korumak için birer tabancıları var. Çatkuyu Köyünde anarşi yok. Terör yok. Çatışma yok. Kurtlardan, hırsızlardan kendilerini korumak için birer tabanca almışlar. Bu güzel insanları neden korumasız bırakıyorsun. Çobanlık yapanlara devletin silah vermesi gerekir. Kenan Evren silahlarını topluyor. Hırsızlarla, kurtlarla sanki ortak bu diktatör. Bu görev yüreğimi sızlattı. Düşüncelerimi Muhtar Mehmet Okumuş’a anlattım.
Mehmet Okumuş:
— Benim de yüreğim sızlıyor Öğretmenim. Sen de ben de mecburuz, bu görevi yerine getireceğiz.
— Diktatörler halkı düşünmez Muhtar, mecburen bu görevi yapacağız.
Köye geldik. Ben ve muhtar durumu köylüye anlattık. Silah toplayacağımız günü belirledik.
Silah toplayacağımız gün, okuldan öğretmen masasını çıkardık. Bahçeye koyduk. Silahları üstüne koymak için öğrenci sırası çıkardık.
Kâğıt kalem aldım. Sandalyeye oturdum. Muhtar ve azalar da yanımdaki sandalyelere oturdu.
Listenin birinci sırasına Mehmet Okumuş yazdım. Tabancasını sıranın üstüne koydu. Ben Adıyaman’dan getirdiğim onlu Fransız tabancamı, İğdeli Köyünde birine daha önce satmıştım. Muhtar biliyordu. Köylüler de biliyordu. “Öğretmen önce sen kendini yaz” diyen olmadı. Sonra azaların isimlerini yazdım. Tabancalarını sıranın üstüne koydular. Silahını bırakanın adını yazıyordum. Silahın markasını, kaç şarjör, kaç mermi verdiğini karşısına yazıyordum.
Rahmetli Deli Hasan silahını teslim etmeden ceketinin önünü kaldırarak bana gösterdi. Güzel bir silahtı:
— Öğretmenim bu teslim edilir mi? Koyun güderken bu can yoldaşımdır.
Deli Hasan’a baktım:
— Hasan, tabancanın üstüne ceketi bırak. Ben görmedim. Silahını almıyorum. Kenan Evren sana ve tabancana kurban olsun.
Çok üzgün gördüğüm Deli Hasan güldü:
— Bütün köylü silahını teslim ediyor. Ben teslim etmesem köylüme karşı ayıp olur. Adımı yaz.
Tabancayı çıkardı. Masanın üstüne koydu.
Adını yazdım. Ellerim titriyordu. İçim tekrar sızladı.
Hasan Hüseyin Adak Deli Hasan’a takıldı:
— Komşu, Öğretmen sana torpil geçecekti. Sen kabul etmedin. Bizim üzüntümüze ortak olmak için tabancanı verdin.
Deli Hasan çok üzgündü:
— Öyle, dedi.
Bütün köylü silahlarını teslim etti.
Tutanağı yazdım:
“Sabah okulun bahçesine çıktığımda bir torba buldum. Muhtara ve azalara haber verdim. Birlikte açtığımız torbada değişik markalarda, şu kadar tabanca, şu kadar şarjör, şu kadar mermi bulunmuştur.” Tarihini attım. Kendi adımı, Muhtar ve azaların adını yazdım. Tabancaları, şarjörleri, mermileri bir torbaya koyduk. Sinanpaşa karakoluna götürdük. Liste ve tutanakla birlikte Ayhan Başçavuşa teslim ettik.
Kenan Evren, Çatkuyu Köyü Yörüklerinin tabancalarını toplatmakla halkın dostu değil, halkın düşmanı olduğunu göstermiş oldu.
Yurdunu Kenan Evren’den bin kat fazla seven bu insanlar, 12 Eylül 1980 Askeri darbesinin zorbalığını görmüş oldular.
Ben üç yıl kaldığım Çatkuyu Köyünden Tınaztepe Kasabasına atandım.
Sinanpaşa ilçesinin demokrat kaymakamı sürgün edildi.
Kaymakam sürgüne gittikten üç gün sonra 27 Ekim 1982 günü okulda Cumhuriyet Bayramı için çelenk hazırlarken gözaltına alındım. Kaymakamın yerine vekâleten bakan Mardinli Mal Müdürünün imzası vardı.
Ayhan Başçavuş gelmişti. Evi aradı. Evde yasadışı bir şey yoktu.
Ayhan Başçavuşla Tınaztepe Belediyesine gittik. Orada telefon bekliyordu. Ben izin istedim:
— Komutanım, müsaade edersen eve gideyim. Bir şeyler atıştırıp geleyim. Sabah kahvaltı etmemiştim.
İzin verdi. Eve gittim, geldim.
Ayhan Başçavuşun beklediği telefon gelmişti. Beni Afyon Sıkıyönetim komutanlığına teslim etmesini istemişlerdi:
— Seni Afyon sıkıyönetim Komutanlığı istiyor. Afyon’a gideceğiz.
— Komutanım, Afyon’dan istiyorlarsa bu yolculuğum uzun sürer. Ben eşime haber vereyim. Memlekete gitsin. Hemen gelirim.
İzin verdi. Eve gittim.
Eşimi uyardım:
— Beni Afyon’a götürecekler. Bu gün akşama kadar gelmezsem, yarın kardeşini ara, gelip seni ve çocukları götürsün. Beni bırakmazlar. Uzun süre kalırım.
Vedalaştım. Yolculuğun uzun olacağını tahmin etmiştim.
Ayhan Başçavuşun yanına döndüm. Birlikte Afyon Sıkıyönetim Komutanlığına gittik.
Sıkıyönetim Komutanlığı bahçesine girdiğimizde bir subay Ayhan Başçavuşa bağırdı:
— Salak mısın başçavuş! O teröristtir. Kelepçe vurmadan getiriyorsun. Hemen kelepçeyi vur.
Ayhan Başçavuş bana kelepçe takarken, sessizce subaya küfretti. Subayın duymayacağı şekilde söylendi:
— İki kere eve gönderdim. Kaçmak isteseydi kaçardı.
Ayhan Başçavuşa saygıyla baktım:
— Beni asacaklarını bilsem yine kaçmazdım. Sana zarar gelmesini istemem. Bana güvenini sarsacak yanlış yapmam. Çok iyisin Komutanım. Teşekkür ederim.
— Ben de senin suçsuz olduğuna inanıyorum. Sana güvendiğim için iki kere izin verdim. Ortam çok kötü öğretmenim. Afyon’a geldiğinden beri seni bize izlettiler. Bir yanlışını görmedim. Yurdunu seven çalışkan bir öğretmensin.
Beni içerdeki astsubaya teslim etti.
Afyon’da havalar soğudu. Eksi otuz dereceye düştü. O soğuk havada bir koğuşta tek başıma niye gözaltına alındığımı bilmeden dokuz gün beklettiler.
Dokuz gün sonra Adıyaman’dan iki polis geldi. Beni Adıyaman’a götürdüler.
Beni götüren polislerin haber verdiği Adıyaman’daki polisler, otogarda beni sevinçle karşıladılar. Baş komiser bağırdı:
— Anayasaya bir hayır oyu daha eksildi!
7 Kasım günü Anayasa oylaması yapılacaktı. Onun için alınmıştım.
Kırk beş gün her türlü işkenceyi gördüm. Sağcı, solcu tanıdığım isimler aleyhinde ifade vermemi istediler. Kimseyi suçlayamam, dedim. Kırk beş gün işkenceye razı oldum.
İsim vermedim diye ideolojisine karşı olduğumu bildikleri bir örgüte üyelikten tutuklattılar.
İki ay hapis yattım. Çıktım. Afyon’a döndüm.
Sinanpaşa İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüne çağırdılar.
Bir müfettiş arkadaş ağlayarak “en iyi öğretmenimizi kaybettik” diyerek bana bir yazı uzattı:
“1402 sayılı yasaya göre görevine son verilmiştir.” Suç yok. Gerekçe yok. Bir cümle ile sevdiğim mesleğimden ayırdılar.
Müfettişe sarıldım:
— Ağlama öğretmenim. Vatan sağ olsun!
Beni ekledikleri örgütten beraat ettim.
Dava açtım. Dava yıllarca sürdü.
1983 Şubat ayında suçsuz yere atıldığım görevime, 1991 yılında geri döndüm.
Öğretmenlik yaptım. Halk Eğitimi Müdürlüğü, Milli Eğitim Müdürlüğü yaptım. On beşe yakın aylıkla ödüllendirme, takdir ve teşekkür alarak emekli oldum.
Kenan Evren ölmek için Allah’a yalvarıyordu.
Yıllarca yatalak olarak yaşadı. Allah yaptıklarının cezasını bu dünyada çektirdi. Öbür dünyada daha büyük cezalar alacağını da tahmin ediyorum.
Bu dünya zalimlere de mezar olur…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.