- 753 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
495 – TOPRAK
Onur BİLGE
“Dert Ortağım,
Bu yazdıklarım mektup olmaktan çıktı, şikâyetnamelere döndü ama senden başka derdimi anlatacak kimsem yok. Ben, dert dinleyen, dertsiz biri olarak tanındım. Her gelen toprak gibi kullanıyor beni.
Toprak nasıldır? Herkes kazar, bostan kuyusu yapar, tuvalet çukuru yapar. Kazar, bir şeyler eker diker. Kazar, ölüsünü gömer. Bütün pislikleri toprak toplar, içine alır, yok eder. Daima iyi, güzel ve faydalı şeyler verir, onların yerine. Pis kokulu samra atarlar, mis kokulu çiçekler, lezzetli meyveler toplarlar. Ben de öğütücüyüm. Pislikleri alan, yutan, nimetler sunan… Dertleri dinleyen, çıkar yol gösteren, teselli eden…
Yeryüzündeki en değerli ve en zengin olan nesne topraktır. Az olan şeyler değerlidir diye bilinir ama o çok olsa da en değerlidir. Bütün servetler onun içinde gizlidir. Her şey ondan çıkar, ona girer. Su da ateş de…
Yeryüzünde görülen bilinen ne varsa topraktan çıkar. Metal, petrol, plastik, yiyecek, içecek, mücevher, her şey… Aklına ne gelirse… İnsana kadar… Toprak, su, hava, ateş… Ben bunlardan en fazla toprağa benziyorum. Kimseden işe yarar bir şey istemiyorum, en yararsız ve en değersiz şeyleri alıyor, yararlı şeyler sunuyorum.
Herkesin derdini dinliyor, sıkıntısını sineye çekiyor, onlara çözüm yolları gösteriyor, ders, nasihat, teselli ve ferahlık veriyorum. Onun için herkes beni seviyor. Bana ihtiyaç duydukları için… Onun için etrafımda bunca insan var. Onlar, beni ben olduğum için değil, benden faydalandıkları için seviyorlar. Aslında beni değil, kendilerini seviyorlar.
Sen de onlardan biriydin ve benim için en önemlisiydin. Sen de derdini bana anlatır, benden teselli bulurdun. Akıl danışır, aklımdan değilse de tecrübemden faydalanırdın. Senden daha akıllı olduğum iddiasında değilim, yanlış anlama! Ben daha tecrübeliyim sadece. Tecrübe, en pahalı öğrenme yöntemidir. Çünkü kaybede kaybede edinilir. Hayatta en fazla kaybedenler, en tecrübelilerdir. Ben de onların önde gelenlerindenim.
Hayatta hep kaybettim. Kazanmak için hangi adımı attıysam, geri tepti! Zemin mi kaygandı, ben mi zemine uygun değildim, bilmiyorum. Bir adım ilerleyeyim diye çaba sarf ettikçe, iki adım geriye kaydığımı fark ettim. Sonra çark ettim ama iş işten çoktan geçmişti.
Zaten ben doğar doğmaz kaybetmeye başladım. Annemin kucağında bir iki gün durabilmişim. Memesinden bir iki gün süt emebilmişim. İlk kaybım, doğmadan önceki kaybım, yani babamdır. İkinci kaybım, doğar doğmaz, annem! En değerli varlığım! Üçüncü kaybım, onunla beraber, rızkım! Sütüm! Ana memesi! Yaşam kaynağım!
El âlemin eline düşmüşüm, üç günlük bebekken. Ana sütü gürül gürül akarken, biberonla beslenmişim. Hiç bilmeden kendimi, onların kim olduklarını hiç bilmeden, hiç bilmediğim insanların kazançlarıyla büyümeye başlamışım. Sevgi beklemişim, beni sevmeleri için pek de bir sebep olmayan kimselerden. Ne kadar ne alabildiysem, borç haneme kaydolmuş. Kendimi bilir bilmez çalıştırılmaya başlanarak ödettirilmek üzere borçlandırılmışım.
Bildim bileli ayak işlerine kullanıldım. Okulun yanı sıra dokuma tezgâhına oturdum. Oturuş o oturuş… Rızkımı ondan kazanmaya başladım. Ailemin en güçlü ferdi olduğum zaman, onlardan iki kat daha fazla çalışmak suretiyle yaklaşık bir otuz yılı devirdim. Sonra evlendim.
Neyime güvendiysem, alacağım kızın ablasına nispet yapacağım diye evlenirken açıldım da açıldım! İki dağ arasındaki uçurum gibi… O uçurum yuttu beni! Çıkmam kolay olmadı. Hep elimin emeği… Sakatlandım, o halimle yatar vaziyette boya yaparak aileme baktım. Onlar da sigortamı yatırmamışlar. Tedavi için lazım olunca öğrendim. Acı acı anladım, kimseden fayda gelmeyeceğini!
Anamın evini sattım, onu kiraya çıkardım. Arkama bakmadan çekip gittim oralardan. Buralarda da çuvalladım. Aşk benim neyimeydi! Sen bir garip çingenesin, nene gerek gümüşlü zurna! Gönül bu işte! Ota konmazmış da…
Bu bendeki nasıl gönüldür, ben de anlayamadım! Hep yükseklerden uçtu! Zengin bir ailenin en güzel kızına düştü ilkten, sonra da güzeller güzeli çıtırın birine… Olacak iş mi! Oldu işte!
Dünya umut dünyası! Umut, fakirin ekmeği… Hep içimden bir ses: “Belki…” dedi durdu. Sonra: “Belki yarın…” demeye başladı. Ne beklilerden sonraki beklentilerim gerçekleşti, ne de yarınlar beklediklerimi verdi. Umutsuz da yaşanmaz ki güzelim! Onu kaybeden her şeyini kaybetmiş gibi olur!
Umut nerde mi şimdi? Umut, donmuş avuçlarımda, avuçlarım duada, açık vaziyette beklemede… İşlev kazanabilmesi için birinin sıcaklığına ihtiyacım var. Ellerimi tutmalı, ısıtmalı umudu, ona can vermeli yeniden. O sen olmalısın! Başkasından o denli sıcaklık almam imkânsız.
Bizler, itilmiş kakılmış kişileriz. Sevgisiz kaldığına inanan, birbirinin sıcaklığına ihtiyaç duyan, birazcık sevgi, sonra birazcık daha, giderek çok daha fazla sevgi ve ilgi isteyen, bu konuda doyumsuz varlıklarız.
Sen birisinin sıcak ilgisinden umutlanmaz mısın mesela? Sen benden umutlanmıştın ilk tanıştığımızda. Sonra ben de senden umutlandım. Kısacası, umuttuk birbirimize… Öyleydi işte!
Birbirimize dayanak olabilirdik, bal gibi de. Ben yeteri kadar arka taş olduğumdan eminim aslında ama sen tam dayanacağım anda arkamdan kaçıverdin, sırt üstü fena halde düştüm! Şimdi kim kaldıracak beni düştüğüm yerden? Kim destek olacak da yürütecek?
Maddi durumum da iyice bozuldu. Borca içki vermiyor bakkallar. Tütün de vermiyorlar. Fırıncı ekmek bile vermiyor veresiye. Gelen çocuklardan üç beş kuruş borç almaya başladım. Eski bir dostum vardı. Üniversite mezunu bir arkadaş… Geçenlerde burada da buldu beni. Eskiden beraber içerdik, sahilde balıkla. Bir şişe şarap almış gelmiş, ikindiye doğru. Evde bir şey yok. Diyemedim ama o anladı ben davranmayınca. Gidip balık falan bir şeyler almış. Izgara yaptık, bir güzel demlendik. Dilimin ucuna kadar geldi, ona vaziyetimi anlatmak. Sonra caydım. Her halimden belli belli besbelliydi ahvalim. Dilim dese belki inandırıcı olmayabilirdi, halim dedi.
Ben ona diyemedim ama o başladı anlatmaya… Birkaç kadehten sonra çözüldü dili. Frenleri tutmaz oldu. Söyledi, ağladı iyice hem de! Ben de ağladım onunla. O kendi derdine, ben kendi derdime… Ağlaştık, şarkılar, türküler söyledik, sabahı ettik öylece.
Yakub, büyük bir turizm şirketinin müdürüydü. Bir de uzatmalı sevgilisi vardı, yarı yaşında… Sekreteri yani… Doksan altmış doksan… Manken gibi biri… Sarışın, acayip bir afet! Bir gün karısı haber alıyor, onun varlığını. Bir tartışma, bir kavga, hır gür!.. Herkes birbirine giriyor! Aynı gün hem karısı hem de sevgilisi tarafından terk ediliyor. Evden kovuluyor, işinden de oluyor! Oğluyla kızı da lanetliyor! Buyur, buradan yak!..
O da aylak ben de aylak… Elinde üç beş kuruşu kalmış. Mecburen otelden ayrılmış. “Seninle kalabilir miyim?” diye sordu. Ne yapayım? Sokağa mı atayım? Bir süreliğine kabul ettim. “İş bulunca ben de sana yardımcı olurum. Zaten kimim kimsem yok, para sarf edeceğim. Bir iş buluncaya kadar sabret!” dedi. Kader birliği ettik. O İktisadi ve Ticari İlimler mezunu… İşletme okumuş. Kolayca iş bulur. En azından yine bir müdür olarak işe girer. Epeyce de para alır. Dost, kara günde belli olur. İnşallah ondan bari yüzüm güler!
Sana mutluluklar diler, sevgiler sunarım. Ben senin gibi vefasız değilim, yine yazarım. Yine yazarım.
Toprak”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 495
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.