- 784 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Okumasam da sana aşığım edebiyat!
Bir milletin, yabancı eserleri kendi diline çevirmesi, onun en önemli kültür adımıdır.
Eski tarihli gazetelerden yapılan kesekağıtlarını büyük heyecanla mutfak tezgahına boşaltıp itinayla açıp okumaktan tutun da takvim yapraklarını evire çevire okumaya değin okuma sevgisiyle doluydu çocuk kalbim.
Ancak okumaya karşı olana bu ilgim beni ne bir kitap kurdu ne de iyi bir okur yapmaya yetmedi.
Şu var ki sınırlı sayıda okuduğum her ne olursa olsun öncelikle yazarını doğumundan ölümüne tabi hayatta değilse bütün yaşantısını inceler üstünde düşünür kitabı dakikalarca irdeler sonra okuma faslına geçerdim. Cümlelerin üstünde uzun uzun düşünür ve yazarın o anki ruh haline bürünürdüm. Bitirdikten sonra bile etkisinden kurtulamazdım günlerce.
Öyle ki kitabın herhangi bir sayfa numarası söylediğinde birçok sayfanın cümlelerini rahatlıkla
kitap elimdeymiş gibi tekrarlardım.
Ve aynı kitapları yaşantımın çeşitli dönemlerinde çok farklı duygu ve algılarla yeniden okuduğumu biliyorum birçokları gibi.
İzlediğim filmlerde de durum değişmezdi. Diyalogların büyük bir kısmını şarkıların tamamını ezberlemiş olarak dönerdim eve.
İyi bir okur olmak ne çok okumakla ne çok yazar tanımakla elde edilir bir durum değildir kanımca.
Okuduklarını başta sevmek anlamak yüreğine bastırmak ve unutmamanın incelikli ve meşakkatli yolculuğuyla mümkün olabilir ancak.
Tomris Uyar’ın Unutamadığı 15 Kitabı incelediğimde ruhum bir kez daha kanatlanıp uçtu o GERÇEK EDEBİYATÇILARIN dünyasına.
Ve bir kez daha anladım ki ne varsa şimdi birçoğunun hayatta olmadığı Türk ve Yabancı Yazarlarda varmış dedim.
Günümüz Edebiyat Dünyasında yerleri asla doldurulamadı.
Her şeyde olduğu gibi sanatın bu en görkemli dalı olan Edebiyat da zamanın doymaz arsız vefasız ve en önemlisi duygularını yitirmiş ruhsuz kalemlerine mi devredildi.
Dünya Edebiyatına kısa bir bakış attığımda ise şu cümleleri paylaşmak istedim kısa ancak içi çok dolu bence…
Gerçekte dünya edebiyatı kavramının tanımsal sınırlarını nasıl çizmeliyiz? Bu kavramın sürdürülebilir tanımı için ulus-aşırı ya da ulus-ötesi anlayışın daimi bir gerekliliği var mıdır? Dünya edebiyatı başka dillere çevrilme, teknolojik olanaklarla dolaşıma girme, yeniden yazılma, çoğalma gibi etmenlerle zamansallığını ve uzamsallığını nasıl konumlandırır? Dünya edebiyatının zamansallığını ve uzamsallığını nasıl düşünebiliriz?
Genel olarak baktığımızdaysa, dünya edebiyatı kavramı çeşitli ülke ve coğrafyalarda farklı algılanabilir. Dünya edebiyatı kavramı Türk okurları için öncelikle yirminci yüzyılın başlarında Türkçeye çevrilen Batı edebiyatı ve Rus klasikleri anlamına gelmiştir. Örneğin Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Paul Valéry’i okuyup ondan çok etkilenerek kitabı Türkçeye çevirmesi, ya da Proust ile tanışmanın gene Türkçeye çeviri sayesinde gerçekleşmesi, ya da Amerikalı okurlar için dünya edebiyatı kavramının çoğunlukla Atlantik ötesi ve Avrupa edebiyatlarını çağrıştırması, dünya edebiyatı kavramının çoksesliliğine işaret eder. Böylesi çokseslilik aynı zamanda “hangi edebiyat”, “kimin dünyası” “hangi dünyanın edebiyatı” gibi soruları da berberinde getirir.
YORUMLAR
Okumak ve okuduğunu içine sindirmek...bu alışkanlığın çocukken insana verildiğini kendimden biliyorum.İlk kitabı hediye olarak aldığımda henüz beş altı yaşındaydım.Masal dinlemeye ne zaman başladığımı hatırlamıyorum.Geceleri babamın arkası yarınları vardı.Sanırım ilk mikrofon başında beş buçuk yaşında -Atam sen çok yaşa-İzmir'in kavakları -şiirini okuduğumu hatırlarım.Ne çok okudum Kemalettin Tuğcu'yu ,Ömer seyfettin' i on, on iki yaş arası...
sonra sira ile yerli ve yabancı yazarlar ve sonra siyasi içerikli kitaplar ve sonra dini ve felsefi ...
neyse bana yolculuk yaptırdınız. Sİzinle sohbeti özlemişim anlaşılan...Özledim sizi...Kutladım bu samimi içten yerli klasik yazarların tarzını...Selim ileri de sizin gibi mesela...İçtenliğinize bayılıyorum...sevgiler size...