- 635 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
DİYET -2-
Zamandı yerleşke ve kuru gürültü,
Taşandan ziyade tayiniydi maktulün
O debdebeli hüzne emsal hoyrat
Figanında ölümün,
Ellerimde kanlı ve melun gözlere yerleşik
Kıyama da duran evrenin atar damarı
Şah damarımdan yakındım maden manen
İlahi Güce, tanıklık eden
Yorgun sözcükleri mi es geçti hüzün bile bile?
Şatafatlı göğün hizasındayım,
Beylik telaşları arıtırken içimden hece hece
Kanayan sureleri bellemek dost yerine
Akan yaşa kudretini yüreğin,
Tümseklerde yana yakıla çöküşlerin de yıl dönümü
Her kazanım bir yok oluş;
Her kayıp mizansen de yeniden doğuş.
Hoş bir reveransla için ukdeleri ile boyadığım şatafatlı sözcükleri, şairin öznel makasına nazire edercesine kırpıyorum bir yandan kırpık yıldızlar göz kırpıyor göğün boğumlarından.
Samanyolu’ndayım.
Yol ayrımındayım.
Kıtalar devirdim madem ve mademki boca ettim içimin aryalarını kuru sıkı bir tebessüm sıkıyorum evrene, asılsız mesnetlere aldırmadan döşüyorum bucağımı, döksem de gözyaşlarımı Tanrı kuruluyor merhameti ile.
Bir dosyadan ibaretim.
Adım.
Soysuz hatıralarım.
Ve soylu bir soyadım kimine göre soykırım kimine göre asılsız bir ihbarım belki de tıynetsiz bir mevsimim hele ki aklımın kulelerinde ve yeşil darağacıma bakıyorum da.
Sadece bakıyorum ve akıyorum derya deniz.
Kımıltılarda mevcudum zira kuramsızım ve iç sızımda anlık bir tebessüm peyda oluyor ve zanlı bir yüz çeviriş.
Akıllı telefonum kadar da aptalım ve kör bir abdalım.
Zaman ki yeknesak; aşk ki tutsak bir akıllı hap ve aldıkça ve arttırdıkça dozajını ayrımına geliyorum dünün ve an’ın ve tüm anılarımın ve haykıramadıklarımın oysaki iç hesaplaşmamda tek mesul yine sınanan dirayetim ve tek savcı var oysaki evren bir mahkeme ve aklımın hücrelerinde tutukluyum.
Bağnaz kim varsa.
Laik düzene tepki gösteren hangi ahkâmsa.
Hangi yandaşsa Allah’a uzak iblise yakın.
Kıblem yanıyor. Meftunum, mecnunum, kör bir dervişim hem de hamim sadece inancın uzantısında sevdalı bir iç çekiş iken.
Göstermelik ne çok sevgi masalı ve yalanlarla derlenmiş aşk hikâyeleri.
Yoksulluğuma aşığım.
Aşka âşık bir sureyim içiminde Leyla yoksunluğunda yanık bir kelam ve hutbemde ölmekle yaşamak arasındaki o ince çizgiyi mimlemiş iken aklın feryatlarına tepkisiz kalan hak malikleri, ben soytarı bir kelamla geçiyorum kendimden; geçiyorum yalnızlığın bendinden ve geçiriyorum içimin deryalarında hali hazırda kurtarılmayı da beklemediğim bir kuyruklu yıldıza düşmüşken yolum.
Samanyolu’m.
Yıldız’m.
Çiçek bahçem.
Ve kuru bir gül’üm açmaya dair hiçbir güncellemenin de olmadığı lakin toprağına ve inancına tutkun bir yazgıyı da es geçemezken Tanrı.
Göllerin durgun yüzüyüm.
Denizlerin coşku bildiği bir tsunami kadar da tehlikeden ırak yolculuklardan asla haz etmeyen.
Andım.
Andıkça anılmaktan yana biçare değil de bihaber iken tüm duyumları Allah’a havale edip sırtımı yasladığım dağlarda ulaştığım tepelerin en kuru dalıyım, daldıkça hayallere dalga boyu ölümlerin hikâyesinde ölmeyi biat bildiğim.
Tutanaklarında kıblenin, soytarı imlerin de tekelinde o bağcıklı kördüğüm.
Bir güldüğüm bir ağlamayı tehir ettiğim ve dökümlü mizacımda gölge babında özlem duyduğum ölüm.
Sanrıların kuytusundayım, sarmalında göğün, katıksızım her şiirde beni yok saydığım; her bulutta felek denen mefhumun izlerine rast geldiğim ölümlü düşlerim kadar düşüşlerimde de bir rahleye uzanma gayreti ile el pençe divan durduğum sessiz ve sözsüz mealim.
Kutsanandansa kutsayana yürek verdim ve sırdaşımı yüreğe serdim hele ki anne yarısı yüreklerinde ecel yüklü deyişler türeten teyze bozuntusu yüzü olmayan Çingene Kadınlardan kehanetler yüklendim.
Adımladıkça adlarını unuttuğum yeri geldi mi adımı unutanlara gönderme yaptığım beyitleri sırtlandım bu sefer. Deyişlerin mecazi tınısında rükua vardım, serdim aşkı ayaklarımın altına ve tapınılası tek gücü kanıksadım tek aşk.
Sevi dilinde manzume tınılar.
Aşklara yüklenen yüzü olmayan insan benzeri aykırı mizaçlar.
Soludukça nefreti sevgiden bihaber sırdaş bildikleri kötülüğün neferi karayı da karalayan gece bekçileri.
Teyakkuzdayım madem.
Tevazu gösterdiğim bir ömrü mademki hibe ettim ahvalime…
Sormadıklarımın cevabını gömdüm bu gün.
Dün gömdüklerim dirildi ölüm bile sırtını dönmüşken nifaka ve soytarı kelamların sırdaşı hangi kehanet ise telaffuz etmekten imtina ettiğim heceleri böldüm bin parçaya, bölündüğümdü mademki takdiri İlahi, neydi neyden kime kısmet denilen halıda, bir batılda soluklanan niyazlarım bir de yürekte közlenen ıslah edilmiş fermanlarımda bir dokun bin ah işit, diyen hezeyanlarım.
Aidiyet duygumdan da muafım ve ıstırabın ayak izlerini silmekle meşgul çatık kaşlı bir şiirin kapısındayım. Zaman daraldıkça içimde açan güller; suret soldukça damgalanan terimler yine biteviye istirahatta ve yeniden doğmayı ertelemek adına ölmeyi meşk edindiğim, aslında kayıtsızlığımla artık ait olmadığım bir dünyanın çıkış kapısındayım.
Manen öldüğüm, fiziken yürüdüğüm, ruhen asılı kaldığım gök kubbe ve Hakkın nazarında dirilmekle mükellef sair heceden oluşan iç fermanım.
Gönül diler’dilerden de muafım belli ki sıdkı sıyrılmış deyişlerden yorgun düştüm ki tanımlamaktan ziyade yanlış anlamlar nakşederken sayfa sayfa ve o tınıda ve o yalanda ve nice nice yürekte saplanmış bir hançerin parmak izlerinden sorumluyum hele ki içimin çocuk neşesi taşarken dizelerden, yarım yamalak mevta şiirleri gömerken en derine, edebiyatın tüm imla hatalarından da sorumluyum zira ihlal ettiğimi biliyorum aklımın dilbilgisinde bir tebessüm konduramamanın acısını yaşıyorum.
Sevdalandığım hangi şiirse ve yaftalandığım hangi sonu kayıp hikâye…
Bir kuramda serili formülleri nasıl ki ağıt bildim ve nasıl ki görmezden gelindim gün ve gece…
Hitap edilesi tek diyetim yok zira dingin olmayan denizlerle hemhal tutturmuşum bir deyiş, gidiyorum şairin sırrını da yüklendiğim gündüz gece ve varmaktan ümidi kestiğim içimin isyanlarını da Tanrı’ya ihbar ettiğim her ölümlü cümle ve ölüm tadında edindiğim izlenimdense sunduğum belli ki bir mükellefi de benim denmediklerin ki diyenler değil dediğimdir makbul zira gün yüzü görmemiş bir şiir tadındayım ve ölü şairini rahmetle andığım.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.