- 577 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
486 - YALNIZ ADAM
Onur BİLGE
"Can Tanem,
Saatlerin durduğu gibi takvimler de dururmuş ve insan, yapraklar arasında unutulan güller gibi kururmuş.
Ummaktan bıktım, beklemekten usandım. Ne zaman geleceksin? Ne zaman alacaksın tozlu raflardaki kitapların arasından içinde bulunduğum kitabı? Öylesine çevirirken yapraklarını, karşına çıkıversem, belki hatırlamazsın bile beni oraya bıraktığını. Zaten tanıyamazsın! Ne üç boyutlu halimden bir eser kaldı, ne canlılığımdan, ne de renklerimden… Işıksız kaldım, soluksuz kaldım, sarardım soldum hasretinden!
Bir gün dönersen bu efsanevi şehre, beni ararsan ilk karşılaştığımız yerde, o alçak pencereli harap evi bulabilirsin ama orada bulamazsın artık beni. Kaleiçi’nin taşlı tozlu ara sokaklarına düşerse yolun, birkaç dakikalığına olsun, o boş arsadaki badem ağacının altında bulun! Bir süreliğine yâd et hatıralarımızı… Güldüğümüzü, ağladığımızı… Ben orada da olamayacağım maalesef ama bedensiz varlığımı kuvvetle hissedeceksin, eğer istersen!
Sen bu cennet şehre dönersen… Dönersen ve görmek istersen beni… Şarampol’e gel! Kime sorarsan sor, gösterirler evimi. Evime ekmek götüremez oldum diye karım içeriye almadı beni. Yerden göğe kadar haklı! Alacaklılar dükkânda bulamayınca, evin kapısını çalmaya, eşiğini aşındırmaya başlamışlar. O da haber vermiş anasına babasına. “Gelin, beni buradan alın!” diye.
Aslında ayrılma kararı çoktan alınmıştı. Benim ona yarar tarafım kalmamıştı! Olayı detaylarına kadar anlayamasa da bir kadın, kocasının nasıl kayıp gitmekte olduğunu gayet iyi fark eder. Aşk, ateş gibidir, dumanı gizlenemez! Her şeyin farkındaydı ve kıskançlık krizleri geçirmekteydi. Elinden gelen ne varsa kötülük adına, arkasına bırakmıyordu! İnadına pahalı giyecekler, yiyecekler satın alıyor, işe yarayacak şeyleri dahi atıyordu. Dedektif kesilmişti. Her yeri kurcalıyor, katlime karar vermek için sağlam deliller arıyordu. Derken tartışmalar kavgalara döndü, ben de şaşkına…
Evden birkaç parça gerekli eşya alarak çıktım. Özel eşyalarımı bile danışarak, ona gerekip gerekmediğini sorarak… Bütün eşyaları bıraktım. Yavaş yavaş paketledim onları, bir tatar arabası çevirdim. Hızla yükledik gençlerle, yeni tuttuğum iki odadan ibaret yerden Giritli evinin önüne indirdik. Seri hareketlerle içeriye taşıdık. Arka odaya yığdık, onlar gittikten sonra yavaş yavaş yerleştirmeye başladım. Her şey tekrar birer birer elimden geçti. Yanlışlıkla gelen ne varsa, bir poşete koydum, iade etmek üzere kapının arkasındaki çiviye astım.
Unutulan bir şeyler vardı geride, unutulmayan anılar arasında. Bir kadının pek de ihtiyacı olmayan, erkek içinse elzem… Bu asırlık köhne toprak evde kalabilmem için elektrik tesisatının elden geçmesi gerekiyordu. Birkaç giyecek karışmış, ona ait… Birkaç kitap falan… Bir iki özel eşyası, nasıl olmuşsa… Hem onları vereyim hem de kontrol kalemimi alayım diye eve gittim. Bizimkinde surat bir karış! Sanki babasını öldürmüşüm! Elinden gelse bir kaşık suda boğacak beni! Burnundan soluyor! Eli belinde…
“Neden geldin?” dedi, öfkeyle.
“Bir şeyler unutmuşum. Alet edevat…” dedim.
“Al, neyin kaldıysa… Götür takatukanı evimden! Bir daha da buralara geleyim deme!.. Şeytan görsün suratını!..”
“Kontrol kalemi lazım oldu da…” dedim yine sabırla. El âlem duyacak, rezil olacağız millete!
“Al al!..Tornavidana kadar götür! Hiçbir şeyin kalmasın burada! Bir tek iğnen düğmen bile!..” diye bağırıyor!
“Birkaç eşyan karışmış benimkilerin arasına. Fark ettim de… Onları getirdim! Birkaç parça giyecek, birkaç kitap falan işte!”
“Gönderirdin, acelesi mi vardı! Bir tornavidayı bahane etmişsin, koşup gelmişsin! Satın alamadın mı? Kaç paralık şey?”
“İki leğenin ikisi de sende… Makinen de var. İnsan birini bari verir! Bu adam ne yapacak, çamaşırlarını nerde yıkayacak diye düşünmez mi!”
“Vermedim, vermem! Bitimi bile vermem sana! Ne lazımsa gider alırsın kendine! Çarşıda çok… Bir de kadın bulursun, yıkattırırsın! Yapmadığın şey mi! Sen bilirsin işini! Artık beni kullanamayacaksın!”
“Kim kimi kullandı be! Ne diyeyim şimdi sana? Gözüne dizine dursun!.. Öyle diye diye günahımı aldın ya… Allah’tan bulasın! Bu zamana kadar bir şey yapmadım ama bundan sonra yapmayan namussuz!..” diyerek çarptım kapıyı, çıktım evden! Arkamdan hâlâ laf yetiştiriyordu:
“Yapmazsan hatırım kalır! Aptal sandın değil mi beni? Anlamadım sanki ben! Kızın yaşındaki kızlarla… Tövbe tövbe… Söyletme beni! Söyletme de günaha sokma! Herkesin diline düştün! O kadar genci neden başına topladığını konuşup duruyor millet!”
“Ben mi? Neden toplamışım?”
“Hadi ordan!.. Hem suçlu hem güçlü!.. Daha fazla konuşma! Konuşup da kafamı bozma!”
“Verme! Allah kahretsin!.. Gidiyorum, sus artık!”
“Cehenneme zümera! Sen çok arayacaksın beni ama gölgemi bile bulamayacaksın! Sende o akıl olduktan sonra daha çok sürünürsün sen! Haydi genç kızların peşine!.. Utanmaz adam!..Gidişin olsun da gelişin olmasın!”
“Sen de kına yakarsın!” diye mırıldandım, dişlerimin arasından. Kendim zor işittim. Atladım bisiklete, bastım pedala…
Annesi babası vardı içeride. Onlara güveniyordu. Onlar, mahkeme öncesi, eşyasıyla birlikte onu ve çocukları İstanbul’a götürmek için gelmişlerdi. Çocukları vermek istemiyordum aslında ama onlara bakacak maddi gücüm yoktu. Nevin’in babası zengindi. Ben batmıştım! Evlatlarımın bari istikballeri kurtulsun istedim. Bağrıma taş bastım, katlandım.
Çağlar’la Çağın neyse de ille de Çiğdem!
Anlaşarak ayrılacağız. Kimse kimseden bir şey istemeyecek. İstesek de birbirimize verecek bir şeyimiz yok ki zaten. Ne maddi ne de manevi… En önemlisi sevgiydi. Onu bile veremedikten sonra… Mal mülk, eşya meşya nedir ki!
Yuva kurmak ne kadar zor! Ayrılmak birkaç dakika! Yıllarca umduk, bekledik, bulamadık, ümidimizi kestik ama bitiremedik. Anası babası birkaç dakikada bitirdi işi!
Ne yapalım, kader! Ona don olan bana gömlek olur. Bize ne olacak! Ben öyle ya da böyle yaşarım, sürünerek de olsa… O da sığınır ana baba kanadının altına… Olan çocuklara olur! Bunun hesabı fena sorulur bizden! Sorgusu ağır olur!
Nasılsa adressiz mektuplar bunlar, can tanem! Nasılsa sen okuyamayacaksın. Onun için dert değil! Özel ve de gözel ne varsa yazdım, aldırış etmeden! Aslında bu mektupları, sana hitaben kendime yazıyorum ben. Yalnızlığımı onlarla gideriyorum. Sanki gönderecekmişim gibi yazarken seninleymişim gibi geliyor bana. Eskisi gibi söyleşiyormuşuz, dertleşiyormuşuz... Sanki gönderecekmişim de cevabını beklemeye başlayacakmışım gibi heyecanla... Yalnızlık başıma vurmuş besbelli! Dertli deli olurmuş. Çok görme! Her şey bir tarafa, ille de ille sensizlik...
“İnsanın kendine mektup yazmasıdır, yalnızlık.” demiş, Özdemir Asaf.
Aklımı muhafaza edebildiğime şükrediyorum!
Yalnız Adam"
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 486
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.