- 933 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Herkesin Hikayesi -"Onuncu Gün"
"Hepimizin içinde bir öküz oturmuşluğu vardır, arada şarkı söyler."
Yirmi üç yaşındaydım. Bir anda büyüdüm.
Kemiklerimi kırdılar ilk gün. Boynumu büktüler. Gülücükler saçtılar fotoğraflarda. Benim bağrıma yanık birkaç hatıra bıraktılar,kendi kaderlerine karalar yazdılar. Her gece yalvardım Tanrı’ya : " Unuttur, unuttur,unuttur lütfen..."diye.
Sonra uyudum.
Çantalarımı bağladım ikinci gün. Bavul hazırlamayı pek beceremem. Annem sıkıştırdı ceplerine birkaç giysiyi ve içinde onca hüzünle işlenmiş patikleri."Soğuk memleket, oralarda üşürsün." Oysa içimde binlere bölünmüş memleketlerde ben buzul çağını yaşamaktaydım. İklimi sıcak topraklara düşsem bile ısınmayacaktım. Hazırlanan çantanın yanında götürecek kitaplarım da vardı haliyle. Frida Kahlo’yu sıkıştırdım en görünür yerine çantamın. Bir başkasında ise Yârim Haziran’ı iliştirdim. Şimdi sürsün tekerleklerini en ücra memleketlere kader. Yazgılar düşsün payımıza. Birini güldüren şarkı bir başkasını ağlatıyorsa kapatın bütün müzik çalarları, radyolar sussun.
Tepeler geçtim, arkasını bir ötekine yaslamış karlı dağlara selam durdum üçüncü gün.Bir buzul düştü içime, üşüdüm. Türküler kanadı bağrımdaki hatıradan kopup, türküler söyledim için için;
Yeşil başlı telli turnam,
şimdi bizim elden uçtu.
Aklımı başımdan aldı aman aman
Gitti başka göle düştü vay vay...
Denizin mavisine alışkındım, göğün mavisinden aldığı. Rengini turkuazdan çalan bir göl kenarında uyandım dördüncü gün. İçimdeki kırıkları onaracak tamirlere giriştim. Ağrılar çektim ,dayanılmaz. Kırk yıl yangınına şahit olmuştum, asırlık pişmanlıklara. Oysa düzen böyleydi. Düzen acımasızlarındı ve korkakları yüceltiyordu. Hele ki aşksa içinde döndüğünüz dünya siz birine koydukça eksiliyordu öteki kefesi terazinin. Yarısı hiçlik bir boşluğa aşık olmuştum sanki.Yarısı hain bir boşluk, yarısı ziyan bir ömür.
Beşinci gün.
Uyanıp çay koydum üste.Mor begonvilleri suladım balkonumu süsleyen. Radio Tarifa yankılanırken evin dört tarafından :
No quiero oír ni una palabra más
voy a borrar cada sonido de mi voz.
(Bir kelime dahi duymak istemiyorum,
sileceğim ağzımdan çıkan her bir sesi. )
Bir limon sıktım bergamot kokulu çaya, hüzünlü resimler vardı odamda dünden unuttuğum. Onları kaldırdım ortalıktan. Bir adamın gözlerini oymuştum siyah mürekkepli kalemle. Korkunç sanat eserime gülümsedim yarım ağız. Boşunalık hissi oturdu tam şuramda, tam sol göğüs kafesimin içinde. Oysa her kadın biraz ihanete uğrardı rezil bir adama denk gelerek.
"Hepimizin içinde bir öküz oturmuşluğu vardır, arada şarkı söyler." diye bitirdim hikayemin ilk bölümünü. Yazmak da bir bakıma yürek işi. Yanınca alev, yakınca kor.Fakat niyedir bilmem alevi seçer, yanacağımızı bilerek sonuna kadar devam ederiz. Son ana dek belki ...Belki bir ümit sevginin hakkını veririz diye.Fakat usanmayız her defasında yanılıp yanılıp kristal gibi kırılmaktan.
Sonbahar giderken kış geldi altıncı gün. Sonra kar tünedi çıplak ağaçlara, toprak yollara. Evlerin çatılarından kederler bulandı sise, karıştı gökyüzüne. Ihlamur kaynattım, kim bilir kaç gün... Sindirmeye çalışmak için yazdım. Unutmak için değil! Çünkü unutamıyorduk, alışmaktı bizim unutmak dediğimiz. Acılarına katlanmayı öğreniyordu insan. Unutmak asla, unutmak yok, bin kere yemin ederim!
Hastane odalarını anımsadım yedinci gün. Narkoz kokularını, sona gidişin çığlıklarını duydum. Henüz çok genç, vah yavrum! diyen kadınların acı acı kırılmalarına şahit oldum bulanık bir perdeyken gözlerim. Uzun sürdü. Beyaz önlüklü bir adam dikildi başıma sekizinci gün, kendinden emin salladı başını aşağıdan yukarıya, yukarıdan aşağıya ... İyiydi, belki de kararsızdı bir şey söylemeye. Beyaz önlüklü bir başka kadın silindir bir şişeye elindeki şırıngayı boşalttı. Sonra çıktı.
Dokuzuncu gün,uyandım. Sanki yıllarca yaşamış, ve yorgunluktan tükenmiş bir bedene koydular beni. Sanki ölmüş günahımın bedelini ödeyip dönmüşüm. Sanki kırıklarım batmış her yanıma, şişmiş, buzdan bir kaleye dönmüşüm. Herkes hüzünlü gömleğinin altında gizlenmiş bir mutlulukla bakıyor. Birilerini mutlu etmiş dönüşüm. Ve içimde en ağrıyan yerime dikişler kondurmuşlar. Sol kolumun altında bir çizikle çevirmişler yolumdan.
Onuncu gün, beni sanki seneler önce ihtimal birkaç ay evvel uyur halde buldukları odama götürdüler. Uykumdan uyandırmak için değildi belli ki sirenler çalmışlar, bir başka yerlerde sevincin doruklarındayken ötekiler, benim için ağlamışlar.Biri elini hiç bırakmadı, hep tuttu.
"Yanındayım,sakın uyuma. Gitme." dedi ve hep ayakta tuttu beni gözlerim kapalı. Yolculuk yaparken yanımdaydı.Otobüsü o kullandı. Radio Tarifa’yı açan da oydu, begonvillerimi balkonun en güzel yerine koyan da. Frida Kahlo ’yu okudu... Şiirler fısıldadı kulağıma hep;
"Gidersen yıkılır bu kent, kuşlar da gider
Bir nehir gibi susarım yüzünün deltasında"
Uyandım.İhanetin, kırgınlığın, bitimsiz acının merhabasında kaldım. Eğer bir denizse dünya yosun tuttum üstünde bir taşın. Bir gök gürültüsüyse camınıza vuran yağmur bendim.
Şimdi otuz yaşındayım.
Hem otuz hem sıfır. Hem doğmuş kocamışım. Hem henüz olmamışım. Hem yaşını almamış yeni bir bebek hem ihanete uğramış orta yaşlı bir kadın. Yolun sonuna dek yürüyüp uçurumdan yuvarlanmış adım.
Nerde mi şimdi ? Yolda yürürken yanından geçtiniz. Bir kafede karşınızda oturuyordu .Belki sizi rahminde büyütüp dünyaya getiren annenizdi. Bir ihtimal kendisinden bihaber olduğunuz komşunuz. Ya da, ya da ?
Aynadaki.
NURAY KAÇAN-2017
YORUMLAR
Nuray, yazını kaçıncı okuyuşum unuttum ama dilin o kadar dingin bazense dalgalı bir denize delalet ki...
Bu da kaleminin dokunduğu sayfaya resmettiğin eşsiz cümleler ile okuyucuya derinden dokunuyor ve çok başka boyutlarda olan duygularımızı seninle ortak bir noktada buluşturuyor.
Kalemin ve yürek sesin daim olsun canım arkadaşım.
Sevgimlesin her daim, sakın unutma.