- 647 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
483 - AŞKMAVİ
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Onur BİLGE
“Aşkmavi Gözlü’m,
Gecenin bir yarısı yine isyanlardayım. Seni düşünmekten ve sürünmekten usandım artık! Usandım seninle ve kendimle savaşmaktan! Meydan savaşı gibi bir şey! Nedenler nasıllar kılıç kalkan oynuyorlar beynimde. Ne yapacağımı ne edeceğimi bilmiyorum! Aklım bulanık, başım dumanlı…
Ben bu hallere gelecek adam mıydım!.. O kadar çalıştım, didindim, kazandım, dik durmaya uğraştım her şeye rağmen, yıkılmadım da şimdi şu halime bak!.. Bir ayyaş, bir serseri oldum sayende!
Gözlerimde yaş kalmadı kafayı çekip çekip ağlamaktan! Gözyaşı kanalları mı kurudu, nedir? Artık için için ağlıyorum, için için yanan ateşler gibi sessiz ve issiz ama hissiz değil, bir lahza bile! Keşke duyarsız bir insan olsaydım, duvar gibi! Taş gibi vurdumduymaz olsaydım!
Seni tanıdığım, benim olmanı düşlediğim anda başladı kaybetme korkusu. Yiyip bitirdi içimi, hâlâ kenarda kıyıda bir şeyler bulup kemirmekte… İliğimi kemiğimi kuruttu hasretin, üstüne üstlük bir de azap çekmekte oluşun…
Gel de gör eserini şimdi! İftihar et! Kendine de kıydın, bana da! Her aynaya bakışında gözlerin yaşarıyordur, bir serseriye sebil ettiğin güzelliğini gördükçe… Ben de ağlıyorum ister istemez, aynı şeyi düşündükçe…
“Hangi ayının armudusun sen kim bilir!” derdim de önceleri anlayamadığın için soran gözlerle yüzüme bakardın. Sonra ne demek istediğimi açıkladım sana. Şaşırdın kaldın! Artık belli oldu hangi ayının armudu olduğun! Öyle birinden ne bekliyordun?
Dükkânı da devrettim sonunda. Üçü beşi aramadım, pazarlıkta. Bunca sıkıntı, onca borç, ona keza!
Nasıl bir müjde, ne büyük armağan, nasıl bir felaket olarak geldin sen benim başıma! Sefilleri oynamaktayım. Ağu kattın aşıma!
Gözlerin aydın! Benim de gözlerim aydın! Bana yar olmadın ya ona da yaramadın!.. “Gözlü mal, göz çıkarır!” derler ya… İşte öyle!
Bu zamana kadar o kadar insan tanıdım! O kadar genç geldi geçti elimden! O kadar dert dinledim, çözüm ürettim, kendim dertlere gark oldum kaldım, işin içinden çıkamıyorum! Herkese akıl veren Necmettin, akılsız kaldı, nihayetinde.
Hayatımda bu kadar çaresiz kaldığımı hatırlamıyorum! Bu nasıl bir azap! Herkes içinde bulunduğu durumu anlatırdı da: “Üzüldüğün şeye bak!” diye başlardım, en aza indirgerdim olayın vahametini. Aslında onların acıları paramparça ederdi de yüreğimi, hiç renk vermezdim. Öyle yapmam gerekirdi çünkü. Bu yanımı severdim en çok. Sanki tesellici olarak yaratılmışım! Şimdi teselliye nasıl muhtacım! Kim teselli eder beni? Kim avutabilir? Kim hitama erdirebilir çekmekte olduğum azabı?
Ağlayanlarla ağlamak isterdim de mani olurdum gözyaşlarımın akıvermesine. Aksine, tebessüm ederek bakardım yüzlerine, gözlerine. Sakin sakin konuşurdum onlarla. Tatlı tatlı… “Ne olmuş yani!” derdim. “O öyleyse, bu da böyle! Bir de bu açıdan bakalım olaya!” Karamsarlık penceresinin önünden kaldırır, iç açıcı manzaraların seyredilebildiği camların önüne koyardım iskemlelerini. “Ele verir talkını…” derler ya… Başkalarına akıl vermek kolay! Onların namına ne kadar üzülmüş olursam olayım, ne yaşadıklarını, ne çektiklerini bir onlar bilir, bir de Yaratan! İçeriden başka görünür olay, dışarıdan başka… Herkes çektiği azabı kendisi bilir! Bazıları kızardı benim o halime de:
“Benim acım, dışına mı yayılıyor senin?” falan derlerdi. Kazın ayağı öyle değildi aslında. Öyle davranmam gerekiyordu, teselli adına…
Keşke hiç görmeseydim seni! Hiç bilmeseydim! Ne o kadar mutlu olsaydım varlığınla, ne de bu kadar işkenceler içinde, yokluğunla… Keşke hiç bakmasaydım aşkmavi gözlerine! O gözlere bakmanın ödülü ne kadar büyük, cezası ne kadar ağırmış! Ne suçum vardı, seni çok sevmekten başka?
Aklım ermedi benim bu aşka. Bu aşk, bambaşka! Aşk falan değil, ötesi… Ötesinin ötesi… Masmavi bir muamma…
Sen karşıma çıktığım anda teslim oldum aşka ama sonrasında çok direndim teslim olmamak için derbederliğe... Direndim direnebildiğim kadar, yutmaya çalıştım boğazıma takılıp kalan acıyı, asılmaya çalıştım hayata ama nafile! Ben en çok seni kaybetmekten korkuyordum, korktuğum tez zamanda geldi başıma! Ne gündüzün kalabalığı, hareketliliği ve telaşı oyalayabildi gönlümü, ne de gecelerin sükûneti, dinginliği…
Ben zenginliği seninle gördüm, varlığınla yaşadım. Aşkdeniz oldum, bir uçtan bir uca… Aşkmaviye boyandım, gözlerinin rengiyle. Okyanuslar kadar genişledi yüreciğim, gökyüzü kadar özgürleşti. Balıklama dalıyordun dünyama, derinliklerime iniyordun. Seyrediyordun gönlümün diplerimi dilediğince… Sevinçle uçuşuyordun üstümde, özgürce kanat çırpıyordun. Delice çarpıyordu kalbim her cilvenle. Her an bambaşka bir haldeydin. Halden hale geçiyordum ben de seninle.
Hiç korkmuyordun derinliklerimden, vurgun yemekten çekinmiyordun. Mutluluk sunuyordum sana her halükârda. Darda kaldığında imdadına koşuyordum! İnciler çıkarıyordun derinliklerime dalıp dalıp… Nefessiz kaldığında nefes oluyordum sana. Kaldırıp sahile çıkarıyordum. Bazen Islak Martı’m, bazen Deniz Kızı’m oluyordun.
Bilmem ki o zamanlar ne buluyordun bende, her gün yanımda yamacımda oluyordun. Sonra çektin gittin umarsızca, güneş gibi Toroslar’ın ardına! Gözlerimi ufuklar gibi kan çanağına döndürdün üze üze! Beni de eze eze Kızıldeniz’e…
Daha dün canımdan öte candın! Neden bana can olmaktan caydın? Aşkdeniz’ine nasıl kıydın!.. Yani sen şimdi gittin diye silindi mi bende kaydın!
Kaydın avuçlarımdan balık misali… Kalakaldım buralarda alık misali… Düşlerimi istiyorum senden, hayallerimi geri ver! Güneşimi istiyorum yeniden, ruh eşimi… Sen bana aşkmavi sunmuştun gözler dolusu, ben de sana mavilikler yansıtmıştım gönül dolusu… Denizler kadar aşk, gökler kadar ihtiras… Sen benim aşkınla çalkalanan yüreğimi ve umutla bakan gözlerimi kızıla boyadın. İzmir semalarına doğru yola çıktığında kan rengine boyandı ufuklarımla sularım, alev rengini aldı. Alev alev yandım, yandım yandım ağladım… Karardım kaldım o zamandan beri… Kara bulutlar kapladı sonsuzluklarımı, sularım karardı. Çaresizlik içinde çırpınan Karadeniz halini aldım.
Haydi gel! Geri dön! Tekrar ver aşkmavimi! Gündüzlerimi geri ver! Yine şavkınla aydınlat karanlık gecelerimi! Sevincinle dans ettir göklerdeki kuşları, balıkları su yüzüne çıkar da oynat! Gülüşlerinle açtır bahar gelmeden çiçekleri, kahkahalarınla Torosları çınlat! Güneşler doğsun gönlüme gülücüklerinden, dudakların allandıkça allansın, gamzelerin ballandıkça ballansın! Hayallerim gerçekleşsin, düşlerim canlansın!
Hayatıma sevinç ol, ruhuma huzur! Tekrar cesurca atlayışlar, samimi dalışlar yap, rahatça açıl enginlerime, özgürce kulaç at berrak ve ılık sularımda, korkusuzca in derinliklerime, inci topla avuçlar dolusu, koynuna doldur! Neşeyle kanat çırpmaya bak aşk mavisi göklerimde yine eskisi gibi… Sularımda balıklar, semalarımda kuşlar, yeryüzündeki tüm yaratıklar kıskansın seni! Tüm yaratıklar…
Yüreğimdeki yara tıklar… Kan revan içinde kaldım, geldim, yıkıldım kapına! Haydi, sen de sil kalbime akan kanlı gözyaşlarımı, kurut, bir şubat ortasında, seni kuruttuğum gibi… Canlandır umudumu öncelikle! Bir ara, bir sor, bir ses, bir nefes gönder, kanatların ıslandığında gönderdiğim duman gibi… Sar sarmala sevginle ve ilginle, yalnızlıktan buz tutan ruhumu, Çoban Ateşi’nin üşüyen ıslak bedenini ılık ılık sardığı gibi…
Yolgeçen Hanı mıydı yüreğim! Mademki çekip gidecektin, niçin girdin gönlüme? Ben sana ne yaptım ki beni terk ettin bu ağır çekim ölüme?
Kan denizine döndüm, kanaya kanaya… Ben artık bittim! Kalmadı dilimde başka bir kelime!!
Dön de bir bak halime!...
Kan Denizi”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 483