- 622 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ÖLDÜKTEN SONRA
ÖLDÜKTEN SONRA
Emekli yazın öğretmeni bir arkadaş soruyor: “İnsan öldükten sonra mı üne kavuşmalı?” Önemli bir konu olmasına karşın, üzerinde düşünmeden geçiştirmiştim.
Şair, Yazar Ahmet Özer’in; geçtiğimiz günlerde aramızdan ayrılan Yazar Osman Bolulu hakkındaki yazısını okuyunca, bu cümleyi yeniden anımsadım ve küçük bir değişiklik yaparak yeniden sordum: “İnsan öldükten sonra mı anılmalı?
Ahmet Özer, Osman Bolulu’yu, onun ölümünden yirmi yıl önce anmış. Bir sayfalık yazı ile, Bolulu’nun halka dönük yüzünü, sanatsal kişiliğini, yapıtlarının toplumsal gücünü özetlemiş. Olması gerekeni yapmış.
Hep düşünürüm: bir Edebiyat, sanat, bilim adamı hakkında güzel sözler söylemek, yazmak için ölmesi mi gerekir? Niçin böyle düşünüyorum? Hep böyle oluyor da onun için… Toplum olarak, birey olarak, “ölenin ağıtçısı” rolünü çok iyi oynuyoruz. Sağlığında anılmayan, anımsanmayan biri öldüğünde, hemen ertesi gün övgü dolu sözler, yazılar, boy boy ölüm ilanları, başsağlığı mesajları yarışırcasına sergilenir. Ölen kişi biraz ünlü, biraz varlıklı ise; falanca dernek, filanca vakıf tarafından anma günleri düzenlemek de -neredeyse- geleneksel adetlerimiz arasında yerini almış durumda.
Bir de işin dinsel boyutu var. Ölenin hayrına “yedinci, kırkıncı, elli ikinci gün yemeği” vermek, saygı günleri düzenlemek, mevlit okutmak, hatim indirmek vb… Bunlar da, ölen kişiyi öbür dünyada sırat köprüsü cenderesinden, cehennem çukurundan, cehennem azabından kurtarmaya yönelik anmalardır.
Bütün bunları yadırgamıyorum, ama ölmeden önce yapılması gerekenler de yapılsa ya!.. “Bu er kişi, bu hatun kişi,” ölmeden önce, yaptıklarının, yazdıklarının önemiyle onurlandırılsa ya! İşte, Ahmet Özer bunu yapmış. Osman Bolulu hakkında yazılması gerekenleri, onun ölümünden yirmi yıl önce yazmış, söylemiş. Yalnızca bu mu? Öyle sanıyorum ki, Osman Bolulu hakkında yüzlerce yazı yazılmış; bu yazıların çoğu gazetelerde, dergilerde, arşivlerde yerini almıştır. İşte, “Öldükten sonra da yaşamak istiyorsan eğer, ölmez bir eser bırak,” özdeyişi tam da bunu vurguluyor. Bir insanı öldükten sonra yaşatacak olan onun eserleri olduğu kadar: hakkında yazılmış; gazetelerde, dergilerde, arşivlerde yerini almış yazılardır. Osman Bolulu, Geride bıraktığı eserleri ve hakkında yazılanlar sayesindedir ki, öldükten sonra da yaşayacaklar arasında yerini almıştır.
Yıllardan beri izlediğim bir gerçek var ki; sanat alanında belli bir yere gelmiş önemli yazarlar, sanatçılar, bilim adamları, bir başkası hakkında yazı yazmaktan, hatta kitaplara önsöz yazmaktan kaçınırlar nedense… Saygın yazarların katıldığı bir toplantıda, “kitaplara önsöz yazma” konusu tartışılıyordu. Onlardan biri, “Fakir Baykurt Almanya’da onun bunun kitabına önsöz yaza yaza adı, ‘önsözcü yazar’ kaldı!” demişti. Ben kendi adıma bu görüşü çok yadırgamıştım ve halen de yadırgamaktayım. Bana göre, önsöz, bir övgü yazısı değil; bir yazarı, eseri eleştirme, değerlendirme yazısıdır. Usta bir yazarın kaleminden çıkan bir önsöz, genç yazarları, amatör yazarları yüreklendirir. Yanlışlarını, yanılgılarını onlara gösterme ve düzeltme fırsatı verir. Ayrıca, önsöz yazısı, yazdıran eser sahibinden çok, yazan kişiyi yüceltir. Onun adını, kitap sayfalarında yaşatan kalıcı bir belgedir.
Önemli olan bir kişi öldükten sonra onun ardından övgüler dizmek, yazılar yazmak değil; hak ettiği değerin o kişi ölmeden önce verilmesidir.
Sanat, edebiyat, bilim alanında yetkin ve yeterli konuma gelmiş kişilerin kalemine gem vurmasını yadırgarım.
Doğan Soydan
08.08.2017
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.