- 828 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
482 - ISLAK MARTI
Onur BİLGE
“Islak Martı,
Sevinç içindeydin, kelebek gibiydin gelinliğinle… Çevrene gülücükler saçarak neşe içinde geçip gittin yanımdan, hiçbir değerim yokmuş gibi hissizce… O nasıl bir gidişti öyle!.. Nasıl bir umursamayıştı sergilenen! Nasıl bir hafife alış!
“Haydi git bakalım, sevgidaşım! Git bakalım! Git!..” diye fısıldadım sana, kimse duymadı. Çok gürültü vardı. Anılarımızı yanına almayı unutmuştun mutlaka. Ya da bilhassa geride bırakmıştın. Yanında olduğunu sanmıyordum. “Gidince aradı mı acaba götürdüğü eşyaların içinde? Hiç o güzelim yaşanmışlıkları düşündü mü?” diye geçirdim içimden kaç kere!
Anılarımız olduğu gibi bende kaldı, öylece. Öylece, her biri yaşandığı sahnede… Sende yanlışlıklar vardı, aldanışlar, kayışlar… Bende yalnızlıklar, acılar ve yaşlar…
“Yakındır, tartışmalar başlar. Anlaşmazlıklar… İçi sızlar da sızlar! Ruhu daralır. Aranır ama dayanacak bir duvar daha bulamaz benim varlığım gibi. Zehir gibi eser sevgisizlik yeli! Deli eder onu, deli!..” diyordum, her aklıma geldiğinde. “Yarın olacaklar bugünden belli!”
Akıbetini tahmin edebilmek için âlim olmak gerekmezdi ki! Medyum olmak da gerekmezdi. Ay aydın, yol belliydi. O adam, sana cici baba olmak niyetiyle annen için gelmişti, senin için gelmemişti ki! Annen, ne kadar büyük bir hüsran içinde olursa olsun rahatsızlığını gizlemek gereğini duymuş, olanlar gayet normalmiş gibi anlayış göstermiş, feragat etmek zorunda kalmıştı. Anne için gelen kıza dönebilirse, yakında senden de hevesi geçebilir, elinin altındaki başka birine de dönebilirdi. Sen onun için mecburi istikamet gibi bir şey olmuştun, tamam da sen güzelliktin o çağda, bir içimlik suydun, o ise epey yaşlı ve havaiydi. Ne bulmuştun acaba onda, biraz para, zorlama şiir ve yapmacık romantizmden başka?
Zorlamayla yazılmış şiir diye adlandırılmış birkaç saçmalık mıydı senin aklını başından alan, birkaç demet çiçek miydi? Kız tavlamak gayesiyle, isimlerin baş harfleri dize başlarında kullanılarak yazılan şiirler vardır, onlara akrostiş denir. “Adıma şiirler yazmış!” diye sevine sevine bana getirdiğin o zırvalara şiir demeye bin şahit lazımdı! O kadar saçma sapan sözü bir araya getirebildiği için gerçekten onu kutlamak lazımdı! Hatırın için okumaya başladığımda yaban armudu gibi boğazımda kaldı! Öyle suyla falan yutulabilecek cinsten değildi. Aşısız ham ahlattı! Ye yiyebilirsen! Birbirleriyle alakasız sözlerin alt alta yazılmasıyla ortaya çıkan çorbadan başka neydi o uyduruk yazılar?
Birkaç parça hediye miydi aklını çelen? Yoksa hava atma amaçlı arabayla yapılan gezmeler, gidilen yerlerde yenenler içilenler mi? Bu kadar kolay mı sahip olunuyordu genç ve güzel bir kıza!
Sen, onun çıplak ellerini görmüştün, ellerini tuttuğunda. Eldivenlerini giymemişti daha. Ringe çıkmamıştı. O, onun maskeli haliydi. Gerçek yüzünü görememiştin. Hep öyle mütebessim kalacağını sanmıştın. Aldanmıştın. Sen, onun gözlüğünün ardında kalan gözlerde gizlediklerini göremedin. Bakışlarında sakladığı şifreleri çözemedin. Sezemedin nasıl bir karakter taşımakta olduğunu, içten içe neler kurup durduğunu anlayamadın.
Asil biri sanıyordun onu, ananı bırakıp da sana asılmaya başladığı halde. “Önüne gelene asılır o halde o!” dedim, anlatamadım! Burnunun dikine gittin. Ne mal olduğunu annene sorsaydın ya! Hoş, o kadar büyük bir ihanete uğradığı halde o onu kötüleyemezdi. Ya adam açarsa ağzını, yumarsa gözünü! O zaman görürdü gününü!.. Hem yakalanmış bir av kaçırılır mıydı! “Ha bana, ha kızıma! Bari gitmesin yabana!” diye düşünmüştür. “Ben batacağım kadar battım, bari kızım kurtarsın kendisini!” Sadaka saraydan çıkmasın kabilinden…
Kokulu, süslü ve renkli kâğıtlara yazılan aşk mektuplarına mı kandın? Yakıcı cümleler, uyduruk hisler, çalıntı şiirlerle mi tutuştun, yandın? O öyle devam edecek mi sandın? Nasıl da aldandın!
Ne kadar uyardım seni, neler neler dedim, ne misaller verdim, anlamadın! Anlatamadım ne yaptıysam! Sonunda boynumu büktüm, sustum. Bıraktım seni kendi feyline. Hayat, senin hayatındı. İstersen gülerdin, istersen inlerdin! Seninle işim kalmadı. Kenara çekildim ve olanları sessizce izlemeye koyuldum.
Keşke hemen pes etmeseydim! Müdahaleyi bırakmasaydım! Ne olursa olsun, direnseydim! Ne yapıp edip seni onun ağından kurtarsaydım! Açık açık desiseydi! Bile bile lades…
Çoban ateşiydim ben. O yağmurlu şubat sabahında dumanımı görerek geldin yanıma, Islak Martı. Saçlarının uçlarından sular damlıyordu. Yüzün gözün, üstün başın ıpıslak… Sırılsıklamdın! Uçamazdın o vaziyette. Kanatların ıslaktı. Sıcaklığımda ısındın, kurudun. Bir süre daha eğleştin etrafımda, sonra şöyle bir silkelendin, havalandırdın tüylerini, kabardın. Kendine güvenin geldi. Artık uçabilirdin, engel kalmamıştı özgürce kanat çırpmaman için.
Önce küçük uçma denemeleri yaptın. Uçuşmaya başladın kayadan kayaya, ağaçtan ağaca… Sonra salınmaya başladın Aşkdeniz semalarında… Seyrine doyulmaz bir kuştun.
Bir kuştun. Su kuşu… Islanmak kaderinde vardı. Damlacıklar eksik olmayacaktı yanaklarından, kanatlarından… Eninde sonunda ıslanacaktın ya yağmurdan yaştan, ya da böyle çaresizlik ve pişmanlık gözyaşlarından.
Yüzün gözün ıpıslaktı o gün. Damlacıklar vardı yanaklarında çiy taneleri gibi. Çenenden sular damlıyordu. O halin geliyor gözlerimin önüne, ağlamakta olduğunu düşündüğümde. Dayanamıyorum!
Ne olursa olsun seni hâlâ ilk gördüğüm andan beri, her geçen gün daha da fazla seviyorum.
Yine ben kurutacağım gözyaşlarını. Aşkımın ateşini hep canlı tutacağım. Yeter ki gel bana! Bir “Alo!” de! Yardım iste! Sen gelemezsen ben gelirim sana!
Sonu ölüm olsa bırakmam seni ona!
Çoban Ateşi”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 482
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.