- 643 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
-KENDİ GELECEĞİMİZİ KENDİMİZ HAZIRLAR, SONRA DA KADER Mİ DERİZ?-
/Kader insanoğlunun akıl sır erdiremediği muamma. Belkide tarih boyu en çok tartışılan ve yorum yapılan konu. Aslında kader yaradanın bilgeliğidir. O herşeyi bilir ama tercih hakkını insana verir. İnsan tercihleri konusunda özgürdür. İnsanın yaptığı tercihler ile geleceğini çizer. Yani kendi geleceğimizi kendimiz hazırlarız, ama nedense işler kötü gittiği zaman hep kaderimizi suçlarız, kendimizi suçlamak yerine./ (*)
Kader, dîni ve felsefi yönden derinliği olan bir konu. Şüphesiz detaylarıyla da ağırlığını duyurmaktadır bizlere. Demem o ki, farklı ögeleri barındırması ölçüsünde nüfuz edebilmek, anlamına varabilmek de önem arz etmektedir. O ölçüde de kader nedir ve ne değildir sorularını yanıtlamakta güçlük arz edebilir.
Bir yönüyle Allah’ın sonsuz ilim sahibi olması, herşeyi bilmesi; diğer yönüyle de insanın irade ve hürriyetinin bulunması bahsiyle bizleri karşılamaktadır. Bu iki unsur yüzyıllar boyunca farklı düzlemlerde değerlendirilir. Sözgelimi Endülüslü Arap filozofu İbn Rüşd yukarıda arz ettiğim iki ögeyi çelişir mahiyette gördüğünü ifade eder. Bu konuda İlahiyatçılarımızdan Süleyman Uludağ tarafından Din Felsefesi üzerine hazırlanan bir kitabı hatırlarım. "İbn Rüşd-Felsefe Din İlişkileri" başlıklı bir derlemedir bu. Meşşai bir Arap filozofu olarak İbn Rüşd, Kuran-ı Kerim’in Kader ve Ahiret konusundaki anlatımlarının çelişkili olduğunu öne sürer. Kısaca belirtecek olursam: Bir taraftan herşeyin ezelde belirlenmesi veya Allahın bilgisi dâhilinde olması, diğer yandan yaptıklarımızdan mesul tutulmamız nasıl bağdaşır diye soracaktır.
Tam da bu noktada; Allah’ın sonsuz ilmi ve kudretiyle, insanın bu konudaki algılamalarının birebir örtüşmesinin mümkün olmadığı ve olamayacağını kabul edebiliriz. Ya da sonsuz bir kudret ile sonlu bir algı ve kavrayış arasında mutlak bir kesişim kümesi öngörmek doğru mudur acaba? Kader tasavvuru ile ilgili verileri çelişik bulmak yönündeki yaklaşımlar bana göre bu durumun kavranmaması veya kabul edilmemesi ile ilişkili olarak ortaya çıkan yanılsama hâlleri.
Ancak bu demek değil ki, konu üzerinde düşünmeyeceğiz veya hiçbir değerlendirme yapmayacağız.
Sözgelimi şu soru akla gelebilir. Allah’ın bilmesi, insanı mutlak anlamda bağlar mı? Bu noktada zaman kavramını ele almak durumundayız. Zaman İzafidir. Yani: Mekâna ve mekânın hareketine, hızına göre değişmektedir. Sözgelimi bir gün 24 saat dediğimiz zaman Dünya’nın kendi çevresinde 24 saatte döndüğünden bahsederiz. Oysa diğer gökcisimleri için bu süreler değişecektir. Her gök cismi kendi çevresinde ne kadar zamanda dönüyorsa orada bir günün süresi takdir edersiniz ki, o olacaktır.
Bilindiği üzere Kuran-ı Kerim’in de bu konuya değinen ayetleri vardır. Allah katında bin yıla denk bir günden bahsedildiği gibi, ellibin yıla denk bir günden de söz edildiği görülebilir. Sözgelimi
”Melekler ve Ruh (Cebrail), ona, süresi elli bin yıl olan bir günde çıkabilmektedir.” şeklinde mealine rastlayabileceğimiz Mearic Sûresi dördüncü ayeti ile karşılaşırız.
Bu açıdan baktığımızda önce ve sonra kavramları bizim bulunduğumuz noktadan görünen durumlardır. Oysa Allah zamandan bağımsızdır, zamanı da yaratandır. Dolayısıyla yaratanın nezdinde önce ve sonra hâlleri mevzu bahis olmayacaktır.
Kader kavramının söz konusu hüviyetini değerlendirmede karşımıza çıkabilecek güzel bir örnek şu olmalıdır: Müslümanlığın ilk zamanlarında İslam ordusu sefere çıkar. Hz. Ömer’in halife olduğu bir dönemdir. Yolda veba salgını olan bir kente gelinir. Halife kente girilmesine izin vermez. Bazı ileri gelen sahabiler, Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun ya Ömer diye sorduklarında, Halife "hayır! Allah’ın bir kaderinden diğer bir kaderine sığınıyorum" diyecektir. Kaderi muhtelif olası hâller meselesi olarak kavrayan bir yaklaşım yok mudur burada?
Buna karşın elbette hiçbir şey Allah’ın takdirinin dışında değildir. Bu noktada da ilgi çekici bir örneğe büyük Anadolu İslam düşünürü Mevlana’ya ait bir hikâyede rastladığımı söyleyebilirim. “Bir gün bir adam Yemen’de bulunan Hz. Süleyman’ın yanına gelir. Halinden heyecanlı olduğu belli olmaktadır. Ey Süleyman senden bir ricam olacak der ve durumunu şu sözlerle anlatır. Bugün Azrail’i gördüm, bana öyle bir bakış fırlattı ki, canımı alacağını anladım. Sen ki, kurda kuşa hükmeden Peygamberler Sultanı Süleyman’sın, rüzgârına emretsen de beni Hindistan’a gönderiverse. Hz. Süleyman ricayı kırmayacaktır. Rüzgârına emreder ve adamı Hindistan’a gönderir. Öğleden sonra divan’ı toplayan büyük Peygamber bir de bakar ki gelenler arasında Azrail’de var. Hemen Azrail’i yanına çağırır ve kendisine niçin o adama öyle ters ters baktığını sorar. Şaşıran Azrail ters bakmadığını, yalnızca hayret dolu gözlerle baktığını söyler ve bunun sebebini şöyle anlatır: Bugün Allah-ü Teâlâ beni yanına çağırdı ve git falanca adamın canını şu saatte Hindistan’da al dedi. Ben adamı Yemen’de görünce bu adamın yüz kanadı olsa bugün Hindistan’a gidemez diye düşündüm, bakışımın sebebi buydu der.” Bu örnekte de değişmez bir ecel kavramıyla karşılaşmaktayız değil mi?
Kuşkusuz her iki örnekte öğretici ve değerlidir. Şu kadar ki, söz konusu örneklerin hangi durumları kapsadığını göz ardı etmemeliyiz. Hani derim ki, inanmak düşünmeye, tefekkür etmeye mani olmadığı gibi düşünmekte inanç duymaya engel teşkil etmeyecektir.
Nihayet, insan meçhuller ummanında bir yolcu. Mutlak olanın tasarımları karşısında izafi durumlar manzumesi elimizde olan. Sonlu bir idrakle sonsuzluğa hakkıyla vakıf olmayı istemek yanılmaya müsait kılacaktır bizleri. Öyle ki, bir an gelir kavrayamayacağını kavramak büyük bir imkân bahşeder insanoğluna.
L.T.
(*) 19’uncu asrın Yahudi kökenli İngiliz Başbakanı Disraeli’ye ait...
YORUMLAR
Rad suresinin 39. cü ayetinde Allah şöyle buyurmuş.Allah dilediği şeyi mahveder, dilediğini sabit kılar.
Allah' in dilediği şeyi mahfetmesi, değişebilen bir kaderin olduğunu ve bunun bazı şartlara bağlandigi, muallak bir kader. Ancak insan bu dünyadaki yasama amacını öğrenmeye başlayıp fiile gectikce, fiili onun kaderi olur. Bu fiilde insani aslında Allah katında yazılmış olan ve değişmeyen Levhi Mahfuzdaki kadere götürecektir.Bu sebeble kaderimizi değil, kendi fillerimizi suclamaliyiz.Saygilarimizla
levent taner
Katılım ve katkınız dolayısıyla şükran duydum
Çok temel bir noktaya değindiğinizi görüyorum
Kısa öz bir vurgu
Saygı ve selamlarımla...
Değerli hocam.
Biz çocukken bir soru sormuşlardı: 40 Atı yedi direğe tek sayılarla nasıl bağlarsınız? Yani her direğe 1-3-5-7-9...gibi sayıda at bağlayacağız. tek bir direk boş kalmayacak ancak 2-4-6-8 ..gibi çift sayılar da kullanmayacağız.
O günlerde bu sorunun cevabı için günlerce kafa patlattığını, günlerce bir sürü hesap yaptığımı bilirim.
Evet..Bir şeylere kafa yormak güzel. ancak bu işlemin sonucu yoktu. Tıpkı kader gibi.
Selam ve sevgilerimle.
levent taner
Cam gibi şeffaf olanı önümüze koymuş bile
İşte benim üstadım
Tadım tuzum yerine geldi bile
Ufak atta civcivler yesin diyeceğinizi bile bile
Katılım ve katkınız dolayısıyla şükran duydum hocam
Saygı ve selamlarımla...