- 623 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Ateş Bazen de Yakmaz
Öteden beri, Hakk aşıklarının ve şairlerin ilham kaynağı olmuş “şem” ile “pervane”...
Şem; ışık, lamba, mum, kandil demektir. Pervane de kelebek ailesinden kanatlı bir böcek. Nerde bir ateş, lamba varsa, onun etrafında yanıp da canından olma pahasına, ölesiye döner de döner pervane...
Tasavvuf edebiyatında şem ile pervane bir semboldür... Sâlikin kesretten kurtulup, vahdete ulaşması ve aşk ile vuslata ermesini anlatmak üzere kullanılmıştır... Şems ile Mevlana, şem ile pervane yakıştırması meşhurdur... Tabi ki aşka dair mevzular, en az kelebek kanatları kadar hassas, kar tanesi kadar hafif, yağmur damlası kadar berraktır... Biliyorum... Böyle derin bir mevzûnun boyumu aştığının da farkındayım... Aslında ateşten bahsetmek istiyordum. Onun bazen yakmadığından. İşte bu girft noktada büyük şair, Üstad Necip Fazıl, aşkı çıkardı karşıma.
Rabb’im, Rabb’im, bu işin, bildim neymiş Türkçesi;
Senin aşkın ateştir, ateşin gül bahçesi.
Tabi ki, ateşin yakmadığını görmek için aşkı çiğnemek olmaz... Çünkü aşık olanı ateş yakmaz... Ateş bu bazen yakmıyor işte... Ateşin yakmadığı Allah dostlarının başında, İbrahim (as) gelir. Bir yandan putlara ve yıldızlara tapan Babil halkı, bir yanda ilahlık taslayan Nemrud. Akıl almaz zulümleriyle ortalığı kasıp kavuran Nemrud, kendisinin –hâşâ- ilah olduğuna inanmayanları korkunç işkencelerle öldürüyordu. Bütün bunların karşısında, daha çocuk denecek yaştan beri putlara ve Nemrud’a meydan okuyan Allah (cc)’ın seçilmiş peygamberi İbrahim Halilullah, putperest kavmini, Allah’ın birliğine davet ediyordu. İkna edici delilleri karşısında aciz duruma düşüp rezil rüsva olan Nemrud, onu ateşe atmaya karar verir. Çok büyük bir ateş yaktırır. Sonra da İbrahim (as)’ı mancınıkla bu ateşin içine atar.
İbrahim Halilullah, ateşe atılırken; “Hasbunallahi ve ni’mel vekîl” (Bana Allah’ın yardımı yeter, O ne güzel vekildir.) diye dua eder. Tam bu esnada Allah Azze Vecelle, ateşe emreder : “Ey ateş! İbrahim için soğuk ve selametli ol.” (Enbiya 69) Ateş ansızın güllük gülistanlık olur... Bu olayın bir sihir olduğunu söyleyen Nemrud’un, Allah-u Zülcelal nihayetinde hesabını, burnundan beynine yerleşen topal bir sivrisinekle görmüştür...
Rivayet edilir ki, İkinci Himyerilerin son hükümdarı Yahudi Zünuvas, Necran’ı ele geçirerek, İsevî müminleri zorla Yahudi yapmak istemişti. Kabul etmeyenleri ateş dolu çukurlara attırarak yaktırıyordu. Kaynaklara göre yirmi bin insanı ateşte yaktırarak öldürtmüştü. Orada bulunan imanlı bir kadın üç çocuğuyla birlikte tehdit ediliyordu. “Eğer dinimize dönmezsen seni çocuklarınla birlikte ateşe atacağız” dediler. Kadın imanı uğruna ölümü göze alarak dininden dönmedi. Bunun üzerine önce büyük çocuğunu ateşe attılar. Allah-u Zülcelal’in ona verdiği metanetle bu acıya sabretti. Sonra ortanca çocuğunu attılar, buna da tahammül gösterdi. Sonra da kudurmuş zalimler, küçük çocuğunu alevlerin içine attılar. Anne, yüreğinin feryadını, sükunetle ve vakarla yudumluyordu... Sıra kendisine gelmişti. O esnada kızıl alevlerin içinde bir ses duyuldu, bu küçük çocuğun sesiydi :
“Anneciğim korkma! Burası ateş suretinde cennet bahçelerinden bir bahçe, diyordu. Bunu duyan anne ve oradaki bulunan müminler kendilerini ateşin kollarına atmaya başladılar. Küfür ehli şaşkın ve perişan, “Nasıl olurda ateş yakmaz?” dediler. Ateş fasih bir lisanla dile geldi:
“Benim müminleri yakmamam Rabb’imin emriyledir. Ben edna bir çoban köpeği kadar yok muyum ki onun işi sahibinden başkasını ısırmak, çoban azarladığı zaman susup oturmaktır. Ey kafırler! Sizin hakkınızda yakma özelliğim devam ediyor.” Deyip, alevlerini kafirleri üstüne saldı ve onları yaktı. (Vakıat-ı Uftade)
Allah-u Zülcelal, dünyada O’nun zikriyle yanıp kavrulan ve Ahirette cehennem ateşinden azad olan kullarından eylesin bizi inşallah...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.