- 809 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
475 - KOCA ÇINAR
Onur BİLGE
"Kuzucuğum,
Artık aramazsın ulu çınarın gölgesini. Çok oldu canlılığını kaybedeli. Sen gideli hasta ve yasta… Kahrından sarardı soldu. Şimdi dallarında son sarı yapraklar, iğreti… Ha düştü ha düşecek, sallantıda… O güzelim mavi gözlü kuzucuk ne çabuk da yok oluverdi! Yoksa hiç gelmemiş miydi? Uğramamış mıydı buralara hiç? Hayal mi görmüştüm? Yoksa ben mi uydurmuştum o öyküyü? O güzelliklerin hepsi hülya mıydı? Yalan mıydı hatırladıkça ağladıklarım? Düş müydü?
Bir ben vardım tek dayanağın, öyle mi! Ne kadar değerli bir söz söylemiştin bana! En güzel armağanı vermiştin, ömrüm boyunca hafızamda saklayacağım. Yani en yakının bendim, herkesten çok bana aittin, benim kontrolümde güvendeydin. Diğerleri, benden başka herkes sana zarar verebilecek olanlardı, yabancılardı. Öyle mi?
Ne yazık ki sen, onlardan en olmazına gittin, kuzucuğum. Kuzu kuzu, tıpış tıpış… Kurda teslim edilen kuzu oldun kısaca. Hiç okumamış, dinlememiş miydin, Kırmızı Başlıklı Kız masalını? Annenle anneannen arasındaki ormandan geçerken yabancılarla konuşmaman, onlara güvenmemen konusunda hiç uyarılmamış mıydın? O iki kadının arasındaki patikada karşına, yüzüne gülen sinsi ve hain bir kurt çıkabileceği ihtimali hiç aklına gelmemiş miydi? Böyle masalların ve benzeri hikâyelerin yüzyıllardır anlatıla gelmesinin başlıca sebebi, uyarı niteliğinde olmasıdır. Ben de sana uzun uzun nasihat ederdim. Dikkate alacakmış gibi dinlerdin. Demek ki boşa endişelenmiş, üzmüş ve yormuşum kendimi! Her zamanki gibi dinlemesine dinledin ama yine bildiğini işledin! Aferin!.. Çek bakalım şimdi çekebilirsen başına gelen dertleri! Katlan bakalım katlanabilirsen onca işkenceye!
Bile bile arkadaşlık kurdun, tuzağına düştün kurdun! Önüne çıkan vahşi hayvanlarla arkadaşlık etmemeliydin! Çek şimdi çileni, çekebilirsen! Sen kendini bile bile ateşe attın! Bile bile... Çile bülbülüm, çile!
Sen benim etrafımdaki çimenlerde koşan oynayan, yorulunca gölgemde soluklanan kuzucuğumdun. Avucumdan tuz yalayan, elimden su içen… El bebek gül bebek tuttuğum, her emrine oynadığımdın. Yerine kimseleri koyamadığımdın. Çok değerliydin, çok! Canımdan kıymetliydin! Her istediğin yere han yaptım, yaranamadım!
Senin için yüreğim titriyordu! Üstüne titriyordum! İkazlarım, endişelerime nazaran çok azdı. Yaşıma başıma, boyuma bosuma bakıp da beni bu kadarcık sandın. Köklerimi göremiyordun ki! Buzdağları gibiydim ben. Görünen kısmıma bakarak değerlendirmeye kalktın. Endişelerim köklerim kadardı. Ruhumu kıskıvrak sardı. Diyebileceklerimi dedim, diyemediklerim içimde kalan endişelerimdi. İçim içimi yedi tüketti! Beni mahvetti!
Sen o adamdan bahsettiğin zaman içime bir kurt düştü. Annene kur yapmakta olduğunu söylediğinde o kurt içimi kemirmeye başladı. Evinize gelip gitmeye başladığını, neler yaptığını ettiğini anlattıkça gövdemi içten içe oyuk oyuk oydu.
Aşkdeniz’dim ben, kendi yatağında çalkalanıp duran, meltemlerle kıyılarına dalga dalga vuran, kumsalları öpücüklere boğan… Ansızın o korkunç fırtına çıktı! Alıp alıp savurdu sularımı, dalgalarımı devleştirdi, delirtti! O benim için falezlerimi delik deşik ettiren azgın dalgaların en şiddetlilerindendi! İliğime kemiğime işledi! En dip sularımdaki balıklar bile sarhoş oldu, yarattığı sarsıntıdan! Çılgınca esti başımda aylarca! Nasıl bir belaydı, musallat olan sana!.. Dolayısıyla bana… Ciğerlerimi delik delik deldi, içime işledi de!
Nasıl bir sarhoşluk haliydi sendeki de? Yüreğime gizledim, gönlümde sakladım, beynimde tuttum, olmadı! Daha nereme gizleseydim seni! Başka nerde saklasaydım!
“Aşkdeniz’im ben! Gel, falezlerimdeki mağaraların en güzelinde saklayayım seni!” dedim, hal diliyle, anlamadın. Denizkızı’msın! Gel, açıl enginlerime, dal derinliklerime! Yüreğimin en ılık koylarımda saklayayım seni! En değerli incimsin! İçimin en derin çukurundaki en sağlam midyemin kapaklarının arasına gir! Kimsecikler bulamasın seni, kimseler alamasın benden!” dedim aynı dille, mutlaka anladın, aldırış etmedin.
“Yarım asırlık koca bir çınarım ben! Ufak tefek oyuklarım, büyük kovuklarım var, gövdemde. Yardımınla daha da arttılar, genişlediler. Gel, içimde gizlen! Arayıp bulsalar da gitme! Dallarımda sallan, kollarımda eğleş, öyle bir yerleş ki ben ölünceye kadar beraber olalım! Ancak öldüğümde çık, kabuklarımın arasından, ağustos böceği gibi… Ancak o zaman uç ama sakın ötme öyle! Sesini duymasınlar! Sana göz koymasınlar! Vuslattan sonra, çatlama, orta yerinden yarılma, kuruyup kalma! İçimi yiyip bitiren kurtlar gibi bende kalıp benimle birlikte yanma! Kurtar kendini! Kaç! Hep kaç!” diyordum, yalvaran gözlerimle, imalı sözlerimle. Anlamak mı istemiyordun, anlıyordun da anlamazlıktan mı geliyordun, hiç aldırış etmiyordun! Beni çok yordun!
Toroslar oluyordum. Doruklarıma çağırıyordum seni. En gizli mağaralarıma çağırıyordum. “Kaç gel bana! Feslikan Yaylası’nın en yüksek yerine çık! Bir köşk yapayım orda sana! Yaz kış karla kapansın yollar! Kimsecikler görmesin seni, kimse yaklaşamasın yakınlarına, iyi veya kötü hiç kimse ulaşamasın sana!” diyordum, bakışlarımla. Hiç görmüyordun.
Her gelişinde şiirler okuyordum sana. “Kim bilir kimler için yazıldı!” gibisinden dinliyordun. En yeni şiirlerim olduğunu, senin için yazıldığını bilmiyordun. Nasıl söyleyebilirdim ki açık açık! Ben yarım asırlık koca çınar, sense süt kuzusu… Kahroluyordum doğrusu!..
Tek kuzuydun, yeryüzündeki tüm kuzuların değerleri toplamından daha değerli! Benim kuzumdun. Kuzucuğumdun. Elimde büyüttüm seni, kendi elimle ellere verdim!
Kuzucuğum meliyormuş oralarda. Çoban kol kanat gereceğine eziyet ediyormuş. Kırlara çıkarmıyormuş, doğru dürüst yem vermiyormuş. Sıkı sıkı kapatıyormuş ağılın her yerini. İçeriye güneş ışığı dahi sızdırmıyormuş. Gelip gidip bağırıyormuş üstelik. Hakaretler ediyor, aşağılıyormuş. En sevimsiz hale geldiği halde zorla sevdirtmeye çalışıyormuş kendisini. Sadistçe duygularla azap çektiriyormuş.
“Bir beni göreceksin! Bir beni bileceksin! Beni seveceksin! Bana itaat edeceksin! Kimseyle görüşmeyeceksin! Konuşmayacaksın! Derdini anlatmayacak, akıl danışmayacaksın! Evden çıkmayacaksın! Kimseyi ziyaret etmeyeceksin, kimseyi eve kabul etmeyeceksin! Akıl verirler sonra! Aramızı bozarlar! Anneni bile aramayacaksın! Birine bir şey çıtlattığını duyarsam, öldürürüm seni!..” diyormuş.
Bir kuzuyla bahar gelmişti dallarıma! Nasıl da yeşermişti yapraklarım! Nasıl gençleşmiş, dinçleşmiştim!
Varlığının sarhoşluğu geçmemişti daha. Yokluğuna hazır değildim!
Ben sana her şekilde seslenmiştim, yar yar yalvarmıştım ama bu yaşta aşkı kendime yakıştıramamış, gururuma yedirip de açık açık:
“Yalvarırım gitme!..” diyememiştim.
Koca Çınar”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 475
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.