- 1053 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
MEÇHULE GİDEN
Çok geçmeden akademik kariyeri dahil tamamlatılmış ve artık verme sırasının onda olduğu çeşitli yollarla belirtilmeye başlanmıştı. O ise bütün bunlara karşın tüm zekasını kullanarak diğer insanlardan ne farkı olduğunu bulmaya çalışıyordu. Tabi bu arada çevresindekileri mutlu etmek için çeşitli buluşlar, makineler vesairelere yapıyordu ama günün kendine ait tek zamanı olan uykularında durmaksızın aynı soruya cevap arıyordu.
Dünyadaki heer şey farklıydı onun için. Hayatında hiç masal dinlememişti. Bilinmeyen denilen kavramın insanlara verdiği o garip duyguyu tadamamıştı. Korku bile yabancıydı ona. Masal yerine Newton’un başına düşen elmayı, bilinmeyen yerine bilinenlerin hepsini, korku olarak da en çok Madam Quri’nin ölümünü biliyordu. Bu gibi yoğun duyguların onun zekasına kötü etkilerini önlemek için soyutlanmışlardı hayatından.
Artık o konulduklarında dünyada bile olmadığı kurallar bütünüyle örülü dünyasında, en değerli varlığı olan hayatını o kuralları koyanlar için, daha çok kurallar koyabilmeleri için harcıyordu.
Fakat ne olduysa İşte o gün oldu. Artık o farkı bulabilmenin zorunluluğu kendi dehasını bile aşacak şekle gelmişti. Mekan üniversite binası. Zaman pek önemli değil, yine bir ders saati diyelim. Konu uzayın şekli. Kürsüdeki profesör karşısındaki üstün zekalı bir grup gençten kurulu topluluğa, zaten kafalarında kim bilir kaç kere çözdükleri o bilinmeyen sıfatlı bilineni anlatmaya çalışıyordu. Orada bulunanlardan bir kaçı notlar alıyor, kimisi aakla hayale gelmeyecek sorular soruyor ve herkes kendince eğleniyordu. Bu ortamda eğlenmeyen ve sorular aleminde gitdikçe kendini kaybetmeye başlayan kişi ise bzim dehadan başkası değildi.
Gözü hemen pencerenin altındaki o küçük çiçek bahçesine takıldı bir an. Mevsim bahardı ve papatyalar sarmıştı her yanı. Papatyalar… Bembeyaz bir saflığın ortasında sarının sıcaklığı. Ne kadar mükemmel ne kadar da kusursuz diye geçirdi aklından. Sorular kaplamıştı zihnini uçsuz bucaksız ve cevapsız sorular. Sorular cevaplara, cevaplar mükemmelliğe, varoluşa ve var oluş incecik bir çizgiyle ayrılmış olduğu yokluğa varıyordu sonunda. Bir bahar günü açmış papatyaların güzelliği, düşünen bir insanı varoluş ve yokluğun gizemli bilinmezliğine sürükleyebiliyordu. Yokluk, belki başlangıç, belki de hiç bilinmeyen bir sondu insan için. Ama var oluş… İşte bu insanoğlunun tüm sorulara karşı verebileceği en mükemmel cevaptı. Yaşam, yaşamak, var olmak.
Öylesine sonsuz bir boşluğun, karanlığın belki de hiç var olmayan şeklini aramak, düşünmektense yaşamak, papatyaların sıcaklığını, insanın yüzündeki neşheyi, kıyıya vuran dalgalarla coşkuyu ve yeni doğmuş bir bebekle sevgiyi hissetmek çok daha güzel değil miydi?
Öyleyse bütün fark buradaydı. Hayatı olduğu gibi kabullenebilmek ve sorular yerine yaratılmış tüm cevapları öğrenmek, işte diğer insanlarla arasında olan fark buydu.
Ve o andan sonra kimimizin tabiriyle tırtlattı, kimimize göre erdi, kimimize göre bir israf oldu. Fakat kendine göre, o artık yaşıyordu. Kendince, kendine göre ve kendi için.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.