Tımarhane Dünlüğü
1
kendisini takip etmemi istiyor, onu yakalamamı. öyle uzun zamandır peşindeyim ki... hızlı adımlarla kuleye giriyor. kule camdan, spiral. kaçabileceği hiç bir yer yok, yakaladım onu. upuzun saçları var, siyah elbiseli. merdiven sonsuz sanki, hızla çıkıyor. yorgunum, umudum tükeniyor; duraksıyorum. başımı kaldırıyorum,tam karşımda, gülümsüyor ve eliyle aşağıyı işaret ediyor; okyanusun tam ortasındayız, devasa dalgalar... şaşkınlıkla başımı ona çeviriyorum. yok. suya bakıyorum, dalgasız. orada, ilerde, su üstünde, ayakta. gelmemi işaret edip uzaklaşıyor. kendimi okyanusa atıyorum, camlarla birlikte düşüyorum. takipteyim.
2
kafasını rafa vurdu, beyin dizili rafa... bir beyin kafatasına yerleşti. hoşuna gitmişti, tekrar vurdu, bir beyin daha... seriye bağladı, kafayı vurdukça buluyordu. bir beyin, iki beyin, üç beyin, dört-beş beyin... kafası şişti, şişti, şişti... artık dayanamıyordu
ve patladı.
ağzından, parmaklarından beyin parçacıkları dökülüyordu.
ha bire vuruyordu.
3
canı sıkılıyordu. klavyeyi, fareyi kaptı, pencereye çıktı. imleci karşı apartmana yöneltti, çatısına tıklayıp, içine girdi. seçtiği dairede 3 kişi vardı; anne, baba ve kızları. önce anneyle babanın beyinlerine girdi, pek yeni bi şey yoktu; her zamanki geçim, şiddetli geçimsizlik, babanın her türlü geçirememezlik dertleri. kızın beynine girdi ve mesaj bıraktı: “yarın buluşalım mı?” kız hemen pencereye fırladı ve cevap yazdı.
4
pazara gitti. Ikinci el insan tezgahının önünde durdu. “buyrun beyfendi nasıl bi şeye bakmıştınız?” diye havladı satıcı, “bayan olacak sanırım?” başıyla onayladı. “sevişmeliklerimiz, evlenilmeliklerimiz” diye işaret etti, “bunlar ise çok yönlü, biraz pahalı ama, tavsiye ederim, kilosu 150 para.” çok yönlülerden gözüne kestirdiği birini elleriyle yokladı, öptü, beğenmedi, bir başkasını denedi. bi kaç deneme sonra aradığını buldu, satın aldı. ve yandaki ölüm tezgahına yöneldi. tabelada bıçakla: 100 para, tabanca: 200 para,
Elle boğmak: 50 para yazıyordu.
5
metrodayım.
sus be adam!
kim demişse iyi demiş; "mevsimler değişken olmasa insanlar muhabbet açmakta zorluk çekerlerdi. " hakkatten ne bok yiyecektin merak ediyorum. şimdi de memleket nere diye soruyorsun, ardından hangi soru gelecek; baban askerliğini orda mı yaptı burda mı? dinimi ırkımı bu sorunun cevabına göre mi belirleyeceksin? bana gavur damgası mı yapıştıracaksın? dinin, ırkın, her şeyin al senin olsun... yaş kaç, meslek ne, sigortan gidiyo mu? sahi, erkek adama bu saç yakışıyo mu?
dur be adam! daha ilk sorunun şıklarını incelemedeyim.
susmuyor, adam susmuyor, kendinden bahsetmeye başlıyor ve ötekinden; şu diğer adamın gereksizliğinden, diğer adamın son kan damlası akana kadar savaşmak gerektiğinden... büyüklerinden… alnımdaki terler suratıma akmaya başladı bile, artık dayanamıyorum, "sus be adam!" diye bağırıyorum, yani "sus be adam" diye bağırır gibi bakıyorum, göz ucumla. anlamıyor. dudaklarının açılıp kapanışını hissedebiliyorum, iki ön dişi ağzında kalan son dişler, hissedebiliyorum. nefesi sağ kulağıma bir kılıç gibi giriyor, kulağımdan boşalan kanı hissedebiliyorum.
az kaldı beyfendi
kulağımdan akan kanı saçlarıyla silen kadın "az kaldı beyefendi" diyor. ah, kaç kere söyledim ona "efendi yok!" diye. evdeyim, pijamalarım üzerimde. "ah beyfendi" diyor, "şu koltuk takımını bir aldırayım beyime benden mutlusu yok." "şu kitapların hepsini okudunuz mu?" diye hemen ekliyor ardından, "bence çok gereksiz şeyler, tamamen vakit kaybı." derken zil çalıyor, bir koşu açıyor kapıyı, gelen adam boynuna bir tasma geçiriyor ve zincirinden tutup götürüyor onu.
meraba beni özledin mi?
yine metro. yine susmayan adam. “ne kadar direnirsen diren sonunda sen de bizden olacaksın” diyor. “hayır, o bizden” diye araya giriyor öteki adam, beni kolumdan tutup kendine çekiyor. kollarımdan çekmeye başlıyorlar. midem bulanıyor, patlamak üzereyim, ve patlıyorum. paramparça oluyoruz. parçalarımız metrodaki donmuş insanların üzerine yapışıyor.
6
karanlık bir ormandaydı. kaybolmuştu. uzaklarda görünen ışığa hızla ulaştı. ağaçların arasından 2 tarla ve tarlalarda çalışanları gördü. birinde, oldukça şık giyimli bir kaç maymun... mayın ekiyorlar. diğerinde bir sürü kötü giyimli insan... ektikleri bebekleri gözlerinden çıkan bir sıvıyla besliyorlardı.
hızla ormandaki karanlığa kaçtı.
7
terastayım. uzakta deniz. ufak tefek gemiler. gemilere odaklanmışım. yanımdan koşarak aşağı atlıyor. siyahlı kadın. içimde korku ve umut. yüzüstü toprakta yatıyor, kan… yanındayım. upuzun saçlarıyla beyazlar içinde. ayakta. şaşkınlıkla az önce cesedin olduğu yere bakıyorum. solgun bir gül, kırmızı…
8
çok geç olmuştu. uyur uyanık cam ekranın kapısını açtı, dışarı çıktı, pijamalarını giydi, yattı. bu gece de yalnız yatacaktı, eşi cam ekranda uyuyakalmıştı.
9
duvardaki gölge tiyatrosunda sürekli aynı sahneyi izliyordu. içi yem dolu kuş kapanı. yeme hücum eden bir sürü kuş, tutsak bir sürü kuş insan… kapan televizyon şeklindeydi.
10
yüksek bina. aşağısı cadde. kalabalık. saydam kafalar. kafalarda plaklar, kimisi dönüyor, kimisi çoktan durmuş. plaklar üstünde kuşlar, kimisi ölmüş, kimisinin gagası hala plağa temas ediyor. gözüne kestirdiği birine nişan alıp kafasına tükürdü. kafa çatlamaya başladı, çatladı, çatladı… başkasını seçti… rasgele tükürmeye başladı. kuşlar havalandı. gökyüzünde kuşlar…
11
kırdaydı. ağaçlar, çiçekler, kuşlar, böcekler… boşlukta asılı bir tabloya odaklanmıştı; derin bir kuyu. dokunmak istedi, kuyu onu içine çekti. dipteydi, yukarda gökyüzü… dibe vuran zayıf ışık. gölgeler, gölgeler… başları zincirli, kalpleri kanayan, dudakları dikişli gölgeler… kiminin kulakları ceplerinde, kiminin elleri başka ceplerde gölgeler… ışığa ulaşmak isteyenin aşağı çekildiği, yukardakilerce aşağı itilen gölgeler…
12
karanlık. kapkaranlık. içimde korku. ayak seslerim sessizlikle koyu bir muhabbette. bitmeyecek mi bu merdiven? sonunda daireme ulaştım. bir kibrit daha çakıyorum. anahtarı kilitte çevirir çevirmez kapı içerden açılıyor. bembeyaz bir siluet. kafama çarpan kapı yüzünden başım hafiften dönüyor. beyaz siluet basamakları ikişer üçer hızla iniyor. gürültü… gürültü kafamda. İçeri giriyorum. heyecanlıyım. titreyen ellerimle kapıyı kilitliyorum. salona yöneliyorum. Siyahlı kadın. O hep salonda uyumuş olur. salonun kapısını açar açmaz iki beyaz siluet bana çarpıyor. açık giriş kapısından koşarak çıkıyorlar. az önce kilitlememiş miydim o kapıyı? basamakları gürültüyle iniyorlar. peşlerindeyim. yakalamak üzereyim onları. aniden aynı anda geri dönüp bana tıslıyorlar. parlak gözler, sivri dişler. refleksle bacağımı kaldırıyorum, ayağımın tabanıyla onlara vuruyorum.
13
sokaktaki gürültüye uyandı. pencereye fırladı, perdeyi açtı. kavga vardı. biri bıçakladığı kişiyi yerde tekmeliyordu. sokağın iki tarafından olay yerine doğru koşan 2 kişi daha… elleri sopalı, satırlı… heyecanla telefonunun olduğu masaya yöneldi. masadaki cipsleri aldı ve geri döndü. bu mükemmel, daha da kanlı olacağa benzer kavganın her saniyesinin tadını çıkarmak istiyordu.
14
bir balık gördü. karada çırpınıyordu. balığa su verdi; balık deniz oldu.
15
sen beni sevmiyorsun, zaten hiç sevmedin, kimdi o, aşkım, alo aşkım neredesin, telefonuna bakabilir miyim, şey evlenince, bugün beni nereye götüreceksin, hangi elbisemi giyeyim, sen nasıl birisin, kendinden bahsetsene, romantik misin hayalci mi, romantik olmak kim sen kim sen boktan bir hayalcisin, gülücük, gülücük, güzel konuşuyorsun ama bir bok anlamıyorum, ilk sen, en çok sen, nasıl yani, bunu açıklasana biraz, nasıl yani, neden neden neden neden, beni arkadaşlarınla… mesajların neden çok geç geliyor, dün neden geç açtın telefonu?
karşısındaki susmuyordu. sorular sorular… laflar laflar… susmuyordu. niye şu an burada o kişiyle birlikteydi ki? oturduğu masa ve sandalyeye zincirlenmişti gerçi, ama bu zincirlerden kurtulmak hiç de zor değildi. beyni zonkluyordu. o hala konuşuyordu. konuşurken kafası gittikçe büyüyordu. kocaman açılmış ağzından küçük dilini görebiliyordu. ağzı, burnu, kulakları, gözleri olan, konuşan küçük bir dil. ağız büyüdü, büyüdü, kafasını yutuverdi. hala konuşuyordu. beyninde boğuk sesler. daha fazla dayanamıyordu. ve kafası patladı. birlikte paramparça oldular. parçalar caddeden geçen bir sokak köpeğine yapıştı.
16
gün batımı. sahildeyim. az önce yağmur yağmış; oturduğum kum ıslak… pantolonum, tişörtüm ıslak. deniz sakin. mükemmel bir manzara. derken, aniden hava kararıyor. fırtına. dev dalgalar. dalgaların arasından “imdat” çığlığı… bu ses çok tanıdık. oradan hemen kaçabilirim, kaçmalıyım. hayır, hayır, yardım etmem gerek. dalgalar Onu ayaklarımın dibine atıyor. fırtına gitti. deniz yine sakin. O, yüz üstü yatıyor. bu saçlar, beden, üzerindeki giysiler… tanıyor gibiyim. kalp atışlarım… Onu kendime çeviriyorum. bu, benim. gün doğumu.
17
arkasında gün doğumu. bir adam ve kadın gördü. kendi eksenlerinde ve birbirlerinin çevresinde dönerek ilerliyorlardı. müziksiz dans. iki ileri bir geri. ilerisi mezar. kadının başında bir karga vardı, onu gagalayıp duruyordu; akan kan… adamın başına da bir karga kondu, gagaladı; adamın başı da kanadı. bir karga, iki karga, üç karga… kargalar giderek çoğaldılar; yüzlerce karga. durmaksızın ikisini de gagalıyorlardı. önce başları yere düştü. sonra gövdeleri yok oldu. kalan son parçayı yavru bir karga kaptı ve havalandı.
18
cadde. yüzlerce boş ayakkabı. dükkan önlerinde bekleyen, dükkana giren, dükkandan çıkan, vitrine bakan; eski, yeni, parlak, solgun, çamurlu… yanından geçip giden, yan yana yürüdüğü, içinden geçip giden, üstlerinden geçip gittiği… yüzlerce boş ayakkabı. caddenin tam ortasını yarıp geçen, patlamış lağımdan akan su çıplak ayaklarına temas etti; adımlarını hızlandırdı.
19
gece. sokaktayım. sokak lambasının loş ışığı. tek tük insanlar. üstüme doğru gelen biri, maskeli… karşımda duruyor ve maskesini çıkarıp gözlerime bakıyor, içimden geçip gidiyor. kendimi görmenin şaşkınlığı… ardımdan gelen yanımdan geçerken maskesini çıkararak beni selamlıyor; “merhaba ben!” duruyorum. sokak duruyor. maskeleri ellerinde bana bakıyorlar. “merhaba benler!” koşmaya başlıyorum. cadde. yüzlerce ben. kaçmalıyım, kaçmalıyım buradan. kalabalığı yararak koşuyorum. ışık parlaması. çayır. gökyüzünde dolunay. birini kovalıyorum. hızla kaçıyor. ilerisi orman, kapkaranlık… ardımdaki sesi fark ediyorum; peşimde biri var. kaçan, ormana girmek üzere… onu omzundan tutuyorum, bana dönüp bakıyor; kendi gözlerime bakıyorum. arkamı dönüyorum; Siyahlı Kadın, gülümsüyor. ışık. birkaç ağaç, ardı uçurum. dalga sesleri.
20
kendini küçük bir kapının önünde buldu. ağaçlar arasına gizlenmiş küçük bir kapı. kapıyı araladı; insanlar gördü; gözleri bağlıydı ve ellerindeki fenerlerle bir şeyler arıyorlardı.
21
izledi. sadece izledi. ellerindeki kalın iplerle yüksek tepelere tabut çekiyorlardı. sonra, içlerine girip kendilerini aşağı bırakıyorlardı.
22
açtı. susamıştı. kapıyı kapattı. içeride 3 kişi vardı: satıcı, garson ve tezgahın karşısındaki masada oturan takım elbiseli şişman adam. “merhaba” dedi satıcı, “çeşitlerimiz; acılılar, acısızlar…” “acısız lütfen” der gibi baktı acısızlara. “hayhay!” dedi satıcı, “şu oda sizin, hazır olunca garson servis edecek.” odasına girdi, masaya oturdu ve beklemeye başladı. nihayet elinde büyükçe tepsiyle garson da geldi; “buyurun efendim.” garsonun çıkmasını bekledi; tepsidekini aldı, ağzına soktu ve tetiği çekti. kafası dağıldığında pompalı silah hala elindeydi. satıcı ve garson giriş kapısındaki başka bir ölüme aç ve susuzu karşılıyorken, tezgahın karşısındaki masanın üstündeki cüzdan şişiyordu. şişti, şişti, şişti…
23
en yükseği iki katlı tek tük bahçeli evler. sokaktan geçen at arabası, at arabasının arkasından çığlık çığlığa koşan çocuklar; toz duman… pencereye çıkmış oğluna seslenen bir anne, bir evin önünde toplanmış, bir yandan örgü ören, bir yandan da dedikodu yapan mahalle kadınları... neredeyim ben? yolun sonunda küçük bir erkek çocuk; en fazla 2 yaşında. açık kahverengi saçlı, tombul yanaklı, dudakları şişkin, kaşlar çatık… üzerinde koyu kırmızı üstüne krem rengi askılı pantolon... bir elinde kırmızı plastik bebek… araba hızla üzerine gidiyor; çocuk ezilecek! durdurun şu arabayı! çocuk tepkisiz… araba durmuyor; üzerinden geçecek; önce atın kafası kül oluyor, sonra gövdesi, arabacı, araba, arkasından koşan çocuklar… uçuşan küller… çocuk bana gülümsüyor. gelmemi işaret ediyor. ağır adımlarla ona gidiyorum. elimi tutuyor. boşluk. gökyüzündeyiz. kelebekler, kuşlar, evler, arabalar her şey uçuyor. “görüşmeyeli çok oldu” diyor; kafamı sallayarak onaylıyorum. “çilolata yer misin?” elindekini alıp iştahla yiyorum. boşlukta yürüyoruz. park. salıncaktayım. O beni sallıyor. mutluluk.
24
iki gündür bir şey yememişti. açlık, işleri oldukça zorlaştırıyordu; yazmasını, çizmesini, düşünmesini… bu iki yumurta onun için hazine değerindeydi. yumurtanın birini kırdı; içinde minik bir çocuk… çocuk üstüne sıçrayıp omzuna tırmandığında şaşkın şaşkın ona bakıyordu. diğer yumurta kendiliğinden kırıldı; mavi bir kuş. kuş havalandı. çocuk kuşun kanadına atladı. uçtular.
25
saygın bir adamdı. en büyük zevki çocukları taciz etmek, onlara tecavüz etmek olan saygın bir televizyon programı sunucusu. bir kere evinde erkek çocukla cinsel temas halinde yakalandı; “bir kereden bi şey olmaz” dedi karısı. ikincisinde bir derslikte kız çocuklayken hademe tarafından yakalandı; hademe ortalığı ayağa kaldırdı; çocuğu suçlu buldular. üçüncü, dördüncü, beşinci yakalanmalarda suçların üstünü parayla örttü.
sabah. banyodaki aynanın karşısında şaşkın, endişeli gözlerle yansımasına bakıyordu. küçülmüş, erkek cinsel organı şeklini almış kafasına…
26
En sevdiğiniz renk mavi on the road again deniz dalgasız ne diyorsun olric efendim bay x yok bi şey olric imgesel anlamdaki sözcükler diyorum simge önemli efendimiz bay x yürek sesin susmasın olric sizin de mide sesiniz efendimiz efendi yok olric efendi yok peki bay x efendimiz sus olric sus içimdeki sesi duyamıyorum on the road again çalıyor nolmuş yani daha iyisini yaparım lan ben yap da görelim yaparım görürsün nah yaparsın bahar geldi dışarısı günlük güneşlik o zaman işimizi halledip gezintiye çıkalım ya bomba patlarsa korkuyla yaşanmaz yaşanmaz olric yaşanmaz efendimiz bay x sus olric sus gidelim hayal kırıklığı tam bir hayal kırıklığı listeye girememişler bi şey sandık da takip ettik gidelim gidelim hala on the road again çalıyor
27
evdeyim. mavi, dökük duvarlar. altlarında üç parmak boşluk olan eski, kara kapılar. köşelerde, salonu aydınlatan yüzlerce kırmızı mum ışığında parlayan örümcek ağları. çift kişilik koltuktayım. birini bekliyorum. endişeliyim; sürekli çıplak duvardaki kum saati gölgesine bakıyorum. başımı sağa çeviriyorum; kapıları açık iki oda. birinde, perde açık. gün batmak üzere. voleybol oynayan iki kişi; ben ve siyahlı kadın. top ağır… diğerinde kırmızı gece lambası ışığında siyahlı kadın, yalnız. yatağa yüz üstü uzanmış, yüzü ellerinin arasında, ayaklarını sallıyor. saçları beni ürpertiyor; örümcek ağı. ağa takılan böcekler onu kemiriyorlar; başından damlayan kan… soldaki kapalı kapı açılıyor, sese yöneliyorum; siyahlı kadın. ağır adımlarla bana doğru yürüyor. sanki saatlerdir bana doğru yürüyor. tam önüne geldiğinde giriş kapısı açılıyor; işte bu beklediğim. onu tanımıyorum.
28
çöl. uyandığında kendini tek kişilik koltukta otururken buldu. Karanlık boşluk, ayaklarının dibinde. boşluğun sağına baktı; çöp yığını. soluna baktı; çöp yığınında sönmeye yüz tutmuş yıldızlar… ayağa kalktı ve kendini boşluğa bıraktı.
29
durmaksızın yazdı. bileklerindeki ağrıya aldırmadan. gözlerine aldırmadan. defterde boş yer kalmayana dek. çalışma masasında uyuyakaldığında her taraf defter yığınıydı. rüzgar esti, defter sayfaları dalgalandı. bir harf havalandı; boşlukta dans eden sevimli, minicik harf. bir harf daha… hepsi hızla havalandılar; dans eden milyonlarca harf. birleştiler; bir kadın oluşturdular. kadın uyuyan adama yaklaştı, onu öptü…
30
güneş tepemizde. parktayız. yalnızız; siyahlı kadın ve ben. el ele. toprak yol, iki yanı ağaçlar. ağaçlar arasından görünen deniz, sakin. liman tek gemi dışında bomboş. mutluluk. bir an takip edildiğimizi düşünüyorum; kafamı çevirip arkama bakıyorum; kırklı yaşlarında bir adam; sevimli bir yüzü var. karşılıklı gülümsüyoruz. ya saldırırsa? kafamı tekrar çevirip bakıyorum; ikiz mi bunlar? gülümsüyorlar. hızlan hızlan! heyecanla bakıyorum; kurt kafalı iki adam… karşımızdan gelen bir grup... onları görünce rahatlıyorum. bize yaklaşıyorlar. yanımızdan geçip giderlerken bakıp sırıtıyorlar; kurt kafalı adamlar. kaç tane var bu adamdan? korkuyorum. biri sesleniyor. arkama bakmaya korkuyorum. siyahlı kadın elimi bırakmış karşımda duruyor, oldukça sakin, parmağıyla ilerisini işaret ediyor; bir sürü tek tip, şık giyimli kurt kafa… koş koş koş! kaçmalıyız! onun elinden tutuyorum, koşuyoruz, nefes nefese... peşimizden geliyorlar, biliyorum; ayak sesleri… güneş artık yok. yolun sonu. uçurum. kapana kısıldık. teslimiyet. vücudumu ağır ağır döndürüyorum, eğik kafamı kaldırıyorum, bakıyorum; kimse yok. derin bir nefes… seviniyorum. siyahlı kadın uçurumun ucunda. o ve ay ışığı, mükemmel bir uyum. onu kollarımın arasına alıyorum. o da bana sarılıyor. bedeni sıcacık. kafasını kaldırıp gözlerime bakıyor, gülümsüyor. ve beni itip kendini boşluğa bırakıyor.
31
kapalı bir alandaydı. iki kişi kavga ediyordu; karşılıklı küfürler, yumruklar, tekmeler… bağırdı. durup ona baktılar. milim milim daralan duvarları ve tavanı işaret etti. biri ona okkalı bir tokat attı, sonra diğeri. boğuşmaya devam ettiler. alan oldukça daralmıştı. kavga bitmiyordu. tekrar bağırdı. yine durup ona baktılar, işaret ettiği duvarlara ve tavana… bu kez tokadı aynı anda attılar. üçünü de içine alan beton eski haline döndüğünde zeminde küçük bir su damlacığı duruyordu.
32
uçurumun ucundaydı. aşağıya bakıyordu; kanlar içinde yatan kadına. toprağa ilk düşen damla gözyaşıydı, sonra yağmur… birden toprağın ağzı açıldı, kadını içine aldı, onu öğütüp, yuttuğunda geriye kalan kan damlacığıydı. bir köke tutunan damla direndi, gücü bitene dek. yer altı mezarlığına, bir iskeletin kafasına düştü, ağzına aktı. iskelet hareketlendi. ağır ağır ayağa kalktı. yürüdü, dönüşerek… son merdivenleri tırmanıp toprağa çıktığında dönüşümü tamamlayan kadın uçurumdaki adama baktı.
33
bahçe. pencere önünde iki kişi… üstlerine karanlık çökmüş. laflıyor; dünün pembeliği bugünün kederi. “Onu sevmiştim…” diyor, genç kadın “sevdiğimi mi sanmıştım?” susuyor Öteki, sadece dinliyor. durmaksızın anlatıyor kadın, dudakları hayat acısı. sonra bi sigara yakıyor yorgun sözcükler katili. gözyaşını üflüyor.
ışık altında dikilen adam ayın esiri. başı eğik, elinde Yengeç Sepeti, aklında kadının sesi. attığı sigarası kadının, içinden geçip gidiyor.
pencereyi kapatıyorum; kül olup dağılıyor kadın, kül olup dağılıyor Öteki, sönüyor ışık. kapanıyor perde.
34
pencereyi açtı. altından geçenlere baktı; yüzlercesine. çeşit çeşitlerdi, bıyıklı bıyıksız, boyalı boyasız, açık yarı açık, kapalı tam kapalı… onlara ne zaman böyle baksa bir gülme tutuyordu; kahkaha attı. başını kaldırıp ona bakanlar oldu. suratlarını, o şaşkın bakışlarını görünce daha çok güldü. kısa sürede onu izleyen bir grup oluştu. duraksadı. sadece kendini izleyen gruba odaklandı. bedenleri yoktu; çantalı bir takım elbise, pantolon ve tişörtlü saç sakal, siyah elbiseli göz dudak boyası, havada asılı altın küpeler ve bilezikler, baş örtüsü… gözlerini gruptan kaçırıp sokağı taradı; hiç birinin bedeni yoktu. gözleri şapkalı bir bıyığa takılınca kahkahaları tekrar başladı.
pencereyi kapatıp aynanın karşısına geçti. uzun uzun baktı, ciddi bir ifadeyle. aynada bir ada gördü, insan denizinin ortasında küçücük bir ada. adada kendisi.
35
1*
kendisini takip etmemi istiyor, onu yakalamamı. öyle uzun zamandır peşindeyim ki... hızlı adımlarla kuleye giriyor. kule camdan, spiral. kaçabileceği hiç bir yer yok, yakaladım onu. upuzun saçları var, siyah elbiseli. merdiven sonsuz sanki, hızla çıkıyor. yorgunum, umudum tükeniyor; duraksıyorum. başımı kaldırıyorum, tam karşımda, gülümsüyor ve eliyle aşağıyı işaret ediyor; okyanusun tam ortasındayız, devasa dalgalar... şaşkınlıkla başımı ona çeviriyorum…
35
beni sevdiğini söylüyor. bana sarılmak istiyor. onu itiyorum ve arkamı dönüp gidiyorum. onu artık sevmiyorum.
*
kendisini takip etmemi istiyor, onu yakalamamı. öyle uzun zamandır peşindeyim ki... hızlı adımlarla kuleye giriyor. kule camdan, spiral. kaçabileceği hiç bir yer yok, yakaladım onu. upuzun saçları var, siyah elbiseli. merdiven sonsuz sanki, hızla çıkıyor. yorgunum, umudum tükeniyor; duraksıyorum. başımı kaldırıyorum, tam karşımda, gülümsüyor ve eliyle aşağıyı işaret ediyor; okyanusun tam ortasındayız, devasa dalgalar... şaşkınlıkla başımı ona çeviriyorum. yok. suya bakıyorum, dalgasız. orada, ilerde, su üstünde, ayakta. gelmemi işaret edip uzaklaşıyor. kendimi okyanusa atıyorum, camlarla birlikte düşüyorum. takipteyim.
36
otele giriyorum. görkemli dış görünüşünün tersine kirli, dökük… resepsiyonda uyuklayan iki kişi: yaşlı Kadın ve Adam. tek kişilik bir oda istiyorum. birbirlerine bakıyorlar. Kadın arkasını dönüp anahtarlığa uzanıyor; bomboş, tam ortadaki anahtar dışında. onu alıyor: 409 numara. Kadın beni odaya götürüyor. tüm kapılar açık; boş odalar. ayak sesleri. duruyorum. Kadın duruyor. ayak sesleri. ürperiyorum. nihayet geliyoruz. kapı kapalı. Kadın anahtarı kilide sokuyor, kapı gıcırdayarak açılıyor. Kadın’a dönüyorum; “tek kişilik boş bir oda istemiştim.” Kadın “boş” diyor, ortadaki yatağı göstererek. “siz benimle dalg…” Kadın yok. içerdeyim. kapı kapalı. ortadaki yatağa ürkek adımlarla gidip oturuyorum. şaşkınlık, korku… kim bu kadınlar, onları tanıyor muyum? aynı giysiler, aynı yüzler; aynı kişiler. ayaktalar. beni üçgen içine almışlar. sadece bakıyorlar. “çantam, çantam yok!” o çok önemli. resepsiyonda unutmuş olmalıyım. koşarak çıkıyorum odadan. heyecanla çantayı soruyorum. Kadın ve Adam aynı anda işaret ediyor. biri ağır adımlarla çantamla dışarı çıkıyor: siyahlı kadın. bağırıyorum. umursamaz... ardından koşmaya başlıyorum. sakin adımlarla yürüyor, aramızdaki mesafe açılıyor. trene binmek üzere; ona yetişmeliyim. ona yetişmeliyim, bu çok önemli, ona yetişmeliyim. trene biniyor ve tren hareket ediyor. son anda kendimi açık kapıdan içeri atıyorum. onu bulmalıyım.
37
tren. son anda binmişti. etrafına bakındı; dona kaldı. bir sürü sivri gagalı dev kuş ona bakıyordu. yanlarında mini minnacıktı. biri onu pençesiyle aldı, küçük bir kafese koydu.
www.youtube.com/watch?v=-jMHee2lYpU
www.youtube.com/watch?v=yVIRcnlRKF8
www.youtube.com/watch?v=w9hnq0pnWGQ
www.youtube.com/watch?v=XTFHogsXGG0
YORUMLAR
siyahlı kadın bunları okudu. bunlar tımarhaneden kaçmışsa benim kafesim nerde peki dedi. uzaylılarla kontağa geçti. onu oraya sürükleyen de yine dünyalıların zehir gibi işleyen bu kafası oldu. etrafına baktı karanlık tipler. kravatlı, takım elbiseler. yok dedi yanlış yerdeyim, çantasız hiçbir yere girmem. kaldı ki çantasız kendini hem çıplak, hem de başı kel bir adama benzetiyordu. o yüzden n'apar eder kıyafetine uygun bir çantayla çıkardı mutlaka evden. ama ilk sefer zincirlerini takmayı unutmuştu. kesin uğursuz şeyler olacak dedi yine de üşendi dönmeye. topuklu ayakkabıları can atıyordu bir kaldırım taşının arasındaki deliğe başını sokmayı. o da onların bu isteğini kırmadı. sokak lambasının loş ışığında eteğini yukarı çekip sigarasını yaktı. işler kesattı, ne gelen vardı ne giden. it kopuk sesi kol gezerdi oysa bu saatte. bir köpek yanına yaklaştı, üstünü başını kokladı. terbiyesiz! utanmadan bir ayağını yukarı kaldırıp kadının kusursuz bacağına işeyiverdi orda. kadın hiç oralı olmadı. ne bir küfür, ne de ağız burun yaptı. zaten fireli çorabının teki kaçmıçtı. nereye kaçmıştı kendi de bilmiyordu. o koku tenine işlemişti bir kere, nerde olsa onu bulurdu. öyle ki öteki parçasının başı belaya girse, fişek gibi fırlar gelirdi hemen. köpek hâlâ sürtünüp duruyordu kadının bacağına. yakasını bırakmıyordu ama ısırmıyordu da. bu bizim hayvanlardan iyidir hiç değilse, diyordu içinden. zararsız kokluyor sadece. bir araba yanaştı sonra. teyibin sesini sonuna kadar açmış, müslüm baba 'mutlu ol yeter!' diye bağırıp duruyordu kadına. kadın bu sese kulak verdi sonunda. kim bilir? belki aradığım mutluluk böyle bir şeydir dedi ve atladı sendeleyerek.
....
aylar sonra allah'ın bir tek kulunun geçmediği ücra bir köşede çürümüş cesedi yine bir köpeğin sayesinde bulundu kadının. üstündeki siyah elbise delik deşikti.
p.s: neler yazdım bilmiyorum:) bu karanlık saatlerde iyi şeyler yazılmaz zaten de yazmış bulunuyorum bir kere artık.
dün 22'ye kadar gelmiştim, sonra uykum gelince ben de bölmüştüm yarıda yazıyı...parçalara bölünmüş bir yazı niteliğinde ama yine de çok iyi...hayal dünyan coşturmuş seni resmen..
çok beğendim...
olricx
Gule
No.2. Beyni oyle patlamıştı ki her bir zerreciğinde başka hayatlar vardı..artık taşıyamıyordu...vurdu vurdu beynini istila eden solucanlardan kurtulmuştu..onlar artık numaralanmış odalarda yaşıyordu..37.36....1..takipteyim ben de...
olricx
11.08.2015 13:34:51
ben ise barbara'yım kafanızı tokuştururum şarapla.
bu ilginç bi şekilde bana ilham vermişti. bir anda aklıma no:2 geldi. ve zamanla diğerleri...